Halil BERKTAY
[15 Şubat 2015] Serbestiyet uzunca bir bekleyiş ve arayıştan sonra nihayet yeni bir hamle yapmaya doğru giderken, ben de bir kere daha kendimi, Cumartesi-Pazarı iyi kullanıp haftada iki yazı çıkarma temposuna geçirmeye çalışıyorum. Bu sefer sırada, ucu Charlie Hebdo katliamı etrafındaki kamplaşmalara dokunacak (ya da oradan türeyen) bir dizi konu var-dı.
Gene de var ama, dün internette Mahir Kaynak’ın öldüğünü okudum. Daha ilk anda, bir namuslu ile bir namussuzu ister istemez yan yana getiren paradoksal bir düşünce geçti aklımdan. Daha geçen hafta 39. ölüm yıldönümüyle andığım babam da, Mahir Kaynak da (zıt uçlarında yer almakla birlikte) hep aynı dünyaya aitti. Dahası, o dünya çok gerilerdeydi artık. Babam öleli beri olup biten her şey gibi, kırk beş yıl önce oynadığı ajanlık ve muhbirlik rolünden başka hiçbir şeyle hatırlanmayacak olan Mahir Kaynak’ın ölümü de, “bir dönemin kapanışını” kim bilir kaçıncı defa simgeliyordu.
Dalıp gittikçe ve anılara gömülüp derinlere indikçe, başka ve daha girift düşünceler de peş peşe sökün etti. 1960’ların sonları ve 70’lerin başlarını bizler çok kesin ve keskin ideolojik çatılar altında yaşadık. 20’ler ve 30’ların çoktan eskidiğini fark etmediğimiz Komintern şablonu doğrultusunda yarı-sömürge, yarı-feodal diye tarif edilen bir düzen söz konusuydu. Bir tarafta emperyalizmin işbirlikçi burjuvazi, büyük toprak ağaları ve tefeci-tüccar sermayesi aracılığıyla yürüttüğü iktidarı, diğer yanda ise devrim ve sosyalizm alternatifi yer almaktaydı. Bugünden geçmişe baktığımızda ise, her şeyi bu kadar net ve siyah beyaz görmek kolay olmuyor. Kim doğruyu veya göreli doğruyu temsil ediyordu ki o toz duman ortamında? Örgütü “millî demokratik devrim”cilerin bitmek bilmez küstahlığı, arsız hayasız tâciz ve tasallutuyla felce uğratılıp mahvedilmiş; 1968 Çekoslovakya işgaline karşı çıktığı için de, ansızın fevkalâde ortodoks Sovyetik kesilen (Sadun Aren ve Behice Boran gibi) bazı eski çalışma arkadaşları tarafından bir saray darbesiyle TİP genel başkanlığından devrilecek veya devrilmiş olmasına karşın, belki sadece Mehmet Ali Aybar. Onun dışında, demokratik ve demokrasiyi savunan bir sol yoktu, kalmamıştı. Sol sadece kendine demokrattı; demokrasiden bütün anladığı, Leninist “legaliteyi istismar” nosyonuydu; TCK’nın o zamanki 141-142. maddelerinin kalkmasıydı; (tıpkı şimdi de olduğu gibi) kendisi şiddet veya şiddet propagandası veya başkaca demokrasi ihlâli olarak ne yaparsa yapsın kendisine dokunulmamasıydı. Bunun ötesinde, “burjuva demokrasisi” veya “cici demokrasi” veya “Filipinler demokrasisi” zaten beş para etmez bir aldatmacaydı; solda savunanı kalmamış, şeklen de olsa neredeyse bütün sahiplenenleri siyaset sahnesinin merkezi veya sağına kaymıştı.
Madalyonun diğer yüzünde, devrimcilik mevcut sivil “hâkim sınıf” iktidarını ne olursa olsun “devirme”ye indirgenmişti ve nitekim sol içindeki hemen bütün tartışma ve ayrılıklar da bu devrimci/devirmeciliğin yöntemleri etrafında dönüyordu. Barış ve demokrasiden yana olmak bizatihî revizyonizm ve ihanet, buna karşılık devrimci şiddet tartışmasız doğruydu da, asıl doğru olan işbu devrimci şiddetin hangi türü veya modeliydi acaba? Burada, düpedüz darbecilikten çeşitli “halk savaşı” teorilerine kadar uzanan bütün bir yelpaze veya ıskala söz konusuydu. Daha 1960’ların başlarından itibaren öne çıkan, esas olarak Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal ve İlhan Selçuk’ların isimleriyle anılan Yön ve sonra Devrim dergileriydi. Atatürkçülükten bir Türk Baasçılığı çıkarma girişimi diye de tarif edebileceğimiz ve bugünkü ulusalcılığın da teorik kaynağını oluşturan Yön-Devrimçizgisine göre, Türkiye tarihinin Jön Türk Devrimi ve Kemalist Devrim gibi bütün büyük atılımları “asker-sivil aydın zümre”den gelmişti ve gene de gelmeye devam edecekti. Burjuva partileri ve siyasetçilerinin “gerici”liğine karşı, aşağı orta sınıflardan gelen, üstelik Kemalist geleneklerle meşbu Türk ordusu son tahlilde “ilerici”ydi ve bu rolü bir kere daha oynayıp 27 Mayıs 1960’da yarım bıraktığı işi bu sefer tamamlayabilirdi. Hemen belirtmek gerekir ki, on yılların Atatürkçü ideolojik hegemonyası sonucu sosyalist sol da — Kemalizm ile sosyalizmin örtüşmesi veya ittifakı üzerinden — bu vizyona aslında son derece yatkındı. Ne ki, kendi içindeki fraksiyonlaşma ve karşılıklı “sağcılık” suçlamaları yüzünden ikinci bir ideolojik rekabet evresine girmiş; bu aşamada hemen herkes TİP gibi barışçı-pasifist olmadığının yanı sıra Mihri Belli veya Hikmet Kıvılcımlı gibi milliyetçi-darbeci de olmadığını ispatlamanın derdine düşmüş; 1960’larda dünya çapında esen rüzgârların getirdiği “yeni moda”lar, olağanüstü genç ve tecrübesiz bir kuşağın şimdi tarifi imkânsız bir hayret ve acıyla anımsadığım inanılmaz naifliğiyle birleşince, ortalığı bu sefer otonom silâhlı mücadele yarışları kaplamıştı. Hangisi bize örnek ve derdimize deva olabilirdi — Küba Devrimi? Guevara ve Bolivya’daki foco’su? Regis Debray? Tupamaro’lar? Şehir gerillası? Ya da, Çin tarzı “kırlardan şehirlere” ilerleyiş? Maocu çerçevede, “maceracı” olmayıp “kitlelere” dayanan bir “halk savaşı”? Veya Hindistan’da Çaru Mazumdar’ın ultra-köylücü Naksalit toprak devrimciliği? Grup dinamikleri yüzünden kimsenin durup düşünerek dışına çıkamadığı böyle bir realiteden kopuş ve “ultra”lık girdabı herkesi önüne katmış sürüklüyordu. Ayrıca, bütün sözel canhıraşlığına karşın, bu şiddet ve silâhlı mücadele çılgınlığı ile güya kendini ayırdığı darbecilik arasında, ortalığın karışmasından kimin yararlanacağı bakımından, gene de (sübjektif değilse bile objektif) bir sembiyoz mevcuttu.
Hepsinin bedeli çok ağır, çok trajik oldu. Solun ahlâkî, manevî üstünlüğü diye bir şey kalmadı. Bizim şiddet yanlılığımız, asıl büyük şiddet odağının — ne büyük bir şiddet potansiyelini temsil ettiği unutulmuşa benzeyen devletin reaktif şiddet patlamasını besledi, kolaylaştırdı ve meşru kıldı. Çıkardığımız çıkaracağımız bütün gürültü, belki bir noktada Avcıoğlu tipi Sol Kemalist darbeciliğin işine yarayabilecek sanılırken, hayır, öyle olmadı; asıl Cevdet Sunay’ların, Memduh Tağmaç’ların, Faik Türün’lerin, TSK yüksek komuta heyetinin işine yaradı. Toplumun üzerine, (biraz Mahir Kaynak sayesinde) 9 Mart’ı da ezip tasfiye ederek gelen 12 Mart kâbusu çöktü. Gün Ali Elverdi’lerin, Baki Tuğ’ların, Fuat Doğu’ların, Atıf Erçıkan’ların ve Mahir Kaynak’ların günü oldu. Deniz Gezmiş’ler idam sehpasında, Sinan Cemgil’ler Nurhak’ta, Mahir Çayan’lar Kızıldere’de can verdi. Diğer bir kısmımız, ben dahil, Söke ovası romantizmimizden Kontrgerilla’da ve Mamak’ta ayıldık.
Fakat bütün o korkunç gidişat, o iler tutar tarafı bulunmayan yanlışlar yumağı, ajan ve muhbir olmanın iğrençliğini silmiyor kuşkusuz. Daha sonraki yıllarda, özellikle 1990’larda bir ara çok moda oldu Mahir Kaynak’ı televizyonlara çıkarmak. Kimsenin de midesi bulanmadı nedense (bu medya da tuhaf bir âlem; üç beş yılda bir tavır değiştirmelerinin hesabını tutuyor ve bunların içtenlikle muhasebesini yapıp kendi değer ölçülerine yansıtıyorlar mı, merak ediyorum doğrusu). Birkaç yıl Fuat Doğu ve sonra Nurettin Ersin’in o korkunç MİT’ine hizmet etti diye, uluslar arası ilişkiler ve güvenlik sorunları uzmanı kesildi. Ekranda her göründüğünde, habire komplo teorilerini; yeryüzünde her şeyin gizli iktidar odaklarınca manipüle edildiğini; tarihin akışına halkların özlemleri ve insanlığın düşünsel gelişmelerinin değil, sadece ve sadece bu gizli odakların yön verdiğini (= dolayısıyla siyasetin boş olduğunu) savunup dururdu. Bende, asık suratına denk düşen kupkuru bir ruh, taş gibi soğuk bir katılık ve amansızlık izlenimi uyandırırdı.
Öte yandan… 9 Mart başarı kazansaydı da bu Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’ların, ya da Cemal Madanoğlu, Celil Gürkan ve Vedii Bilget’lerin eline kazara şu kadarcık iktidar geçseydi, ne olurdu acaba? Aynı soruyu bundan neredeyse bir yıl önce, 8 Mart 2014’teStar’daki haftalık tarih sayfasında Cemil Koçak da sormuş ve Doğan Avcıoğlu’nunTürkiye’nin Düzeni kadar bilinmeyen Devrim Üzerine kitapçığından (tam da Şubat ve Nisan 1971’de iki baskı) bir dizi alıntıyla cevaplamış (bkz Peki, ya “9 Martçılar” kazansaydı?). Buna göre, devrimci iktidara yönelebilecek “tehlikelere karşı uygun ve zorunlu savunma, şiddetin açıkça kullanılması” olacakmış. “Devrimin ilk aşamasında şiddet ağır” basacakmış. “Devrimci hükûmetin ihtiyaç halinde kullanacağı baskı gücü … mevzuat, polis, organize istihbarat servisleri, propaganda ve örgütlü askerî güç yani ordu”yu kapsayacakmış. Avcıoğlu gayet net: “Amaç, hükûmetin tutamadığı her türlü örgütlenmiş politik faaliyeti dağıtmakla yetinmeyip, her türlü yıkıcı ve bölücü eylemi kanun dışı kılmak”mış. Yasalar “vatandaşların ödev ve haklarını sınırla”malıymış. “Hükûmete yeteri kadar geniş takdir hakkı” tanınmalıymış. Mevzuat ise şunları önlemeli ve bastırmalıymış: “Hükûmeti devirmeye kalkışmak, hükûmeti devirmekten söz etmek, yanlış söylentiler yaymak, telâş ve ümitsizlik yaymak, şiddeti teşvik, resmî sırları açıklamak, casusluk, sabotaj…” Bütün toplu yürüyüşler izne bağlanacak; “tehlikeli büyüklükteki sokak gösterileri de yasaklanacakmış. Mahkemeler “devrimci hükûmetin kontrolü”nde kalacak; polise “politik bilinç” verilecek; polis “devrimci bir hükûmetin partizan bir paramiliter silâhı” olacakmış. İstihbarat “devrimin sinir merkezi” sayılacak; “bir muhbir şebekesi” kurulacak; “devrimci aşama”da “sağlam hükûmet propagandası, baskı ve şiddet gücünün kullanılmasına sıkı sıkıya” bağlı kılınacakmış. “Propaganda, baskı ve şiddetin devamlı kullanılmasını ‘haklı göstermeye’ hizmet etmeli”ymiş. Bu amaçla tabii basın da “kontrol altında tutulmalı”ymış.
Buyrun size, “cici demokrasi” veya “Filipinler demokrasisi”nin karşılığı olacak, eksiksiz bir “devrimci demokrasi” programı. Tabii bunu, komparatif boyutta, meselâ Rusya’da 1917-29 arasında Sovyet iktidar tekeli ve aygıtının nasıl kurulduğunun özeti ve reçetesi olarak okumak da mümkün. Hattâ daha genel olarak denebilir ki, her şiddete dayalı devrim/devirme işlemi, burada öngörülen totaliter adımları atmaya mecburdur, yoksa gerçekten iktidarda kalamaz. İhtilâl ile, evet, (demokrasi değil) diktatörlük elele gider; bunu içimize sindirelim artık. Buradan 1971 Mart’ına dönersek, Avcıoğlu’nun ütopyasının gerçekleşmiş olması halinde, Türkiye’nin o beğenilmeyen, güdük ve sınırlı diye burun kıvrılan parlamenter demokrasisini, bütün kurumsal fren ve dengeleriyle birlikte yitirip tam bir sınırsız tek-parti devletine dönüşeceği son derece açık. Muhtemelen, uzun vâdeli olarak teorize edilmişliğiyle, 12 Mart ve hattâ 12 Eylül’den daha kalıcı olacak. Öte yandan, Doğu Avrupa “halk demokrasileri”ne (Kadar, Husak, Honecker, Çavuşesku, Jivkov veya Gierek’lere) de rahmet okutacak; çünkü daha çok, onlardan da hayli geri — ve geriliği ölçüsünde alabildiğine hoyrat — Nâsır veya Baas, Saddam, Hafız Esad veya Kaddafi, ya da Hafızullah Amin, Nur Muhammed Taraki, Babrak Karmal ve Muhammed Necibullah türü topyekûn diktatörlük rejimine benzeyecek. Herhalde hepimizi Arap tipi bir polis devleti altında inim inim inletecek; bu arada kendi “Kimyasal Ali”lerini peydahlayacak ve herhalde Kürtlere de Uludere/Roboski’ye taş çıkartacak nice Türkiye Halepçeleri yaşatacak.
Bu noktada, bir adım daha atıp Cemil Koçak’ın sormadığı, kişisel planda daha can yakıcı bir soruyu da sormak istiyorum: Eğer 9 Mart gerçekleşseydi, bizler gibi genç solcu aydınlara ne olacaktı? Kuşkusuz bir ihtimal, özerk bir Marksizm-Leninizme ve Doğan Avcıoğlu’nun o kadar kızdığı “proletaryanın bağımsızlığı” fikrine sahip çıkıp, kendimizi eski MİT’in yerini alacak yeni Türk Muhaberat’ının işkencehane ve zindanlarında bulmamız, belki faili meçhul infazlara kurban gitmemiz olurdu. Ama diğer uçta, yeni neo-Kemalist rejimle uzlaşmamız, onu zaten mevcut Kemalizm-sosyalizm kırması alışkanlık ve reflekslerimiz doğrultusunda “eh, ne yapalım, her şeye rağmen solcu, devletçi ve anti-emperyalisttir” diye hoş karşılamamız, dolayısıyla belirli bir uyum ve intibak ilişkisine girmemiz, hattâ bir adım ötede bu “devrimci” rejimin şu veya bu kademesinde görev almayı kabullenmemiz de pekâlâ mümkündü. Söylem ve retorikleri ne olursa olsun, ben böyle bir iktidar teklifinin iğvasına kapılıp derhal evet diyecek tonla insan tanıdım, hemen bütün sol akımların saflarında. Fakat böyle bir işbirlikçiliğin tarihsel sonuçları ne olurdu bugün? Kuşağımın genç aydın, “çiçeği burnunda asistan” kesiminden kendimi örnek vereyim. Proleter Devrimci Aydınlık yazı kurulu üyelerinin bir kısmı gibi, benim de kişisel tanışıklığım ve dostluğum vardı Doğan Avcıoğlu (ve bütün çevresi) ile. Zaman zaman birlikte briç oynar, içki içer, sohbet ederdik. Babama imzaladığı bütün kitaplar kütüphanemde duruyor. Ayrıca, 12 Mart muhtırasıyla kurulan Nihat Erim hükümeti içindeki “11’ler” grubundan pek çoğu da aile dostumuzdu zaten. Bir şekilde 12 Mart’a koopte edilmişlerdi ama 9 Mart gerçekleşseydi asıl o kabinede yer alabilecek uzmanlardandı. Ya olsaydı — ve o bakanlardan biri (artık 12 Mart olmadığına göre ve bizlerin de radikal karşı-tavır almadığımız, kısa bir süre sonra da aranmaya başlamayacağımız varsayımıyla), faraza babama “Erdoğan Bey, lütfen Halil’e söyleyin, Ekonomi Bakanlığı’nda ona ihtiyacımız var” deseydi bir gün? Belki böyle bir çağrı, “çocukluk etmesin” türü uyarılarla karışık, Avcıoğlu’nun kendisinden gelseydi? Ya da, reel olarak çok daha büyük olasılık, o zamanki emekli albay kayınpederim (nur içinde yatsın) vasıtasıyla, bizzat — Kore’de emrinde savaştığı, gene benim de şahsen tanıdığım — Cemal Madanoğlu’dan?
O kadar girift insan ilişkileri ve o kadar olası varsayımlar ki bunlar, tüylerimi diken diken ediyor kafa yordukça. Nâzım’ın “üniversiteli”si, “Tatar yüzlü adam”ın Çanakkale öyküsünü dinledikten sonra “Ben bir siperde ölümü bekleyecek kadar cesur muyum?” diye sorar kendi kendine (MİM, Adam Yayınları, s. 79). Bugün ben kendi kendime, “darbeyle gelen bir sol diktatörlüğün adamı olmayacak kadar cesur muydum?” diye soruyorum. Ve hele 23-24 yaşlarımın toyluğunu ve düşünce dünyasını gözümün önüne getirdiğimde, bugün “hayır, asla yapmazdım” diyebilmeyi ne kadar istesem de böyle bir kahramanlık taslayamıyorum doğrusu. Pekâlâ evet diyebilirdim, benim kuşağımdan pek çok, gerçekten pek çok insan gibi — ve bu da beni, bizi, acaba nasıl bir kirliliğe götürürdü? Yani meselâ hayır deyip Maoculukta israr ederek (Doğan Avcıoğlu veya İlhan Selçuk zerrece gözlerini kırpmak, kıllarını kıpırdatmaksızın) hapse girmek ve bu sefer ister kendi fraksiyonumdan, ister başka fraksiyonlardan evet demiş “güvenlik görevlileri”yle karşılaşmak da olabilirdi kaderde. Tersine, evet deyip o rejim taraftarları ve görevlileri arasında yer almak da.
“İktidar çürütür; mutlak iktidar mutlak surette çürütür” (Power corrupts; absolute power corrupts absolutely — Lord Acton). Gene Nâzım, “Haydarpaşa garında rakıyı bir tek dilim beyaz peynirle içen” Hasan Şevket’e, “Hitler’de benim affedemediğim şey: / satılabilmek imkânını verip Nuri Cemil gibilere, / müthiş arzular yüklemesidir yüreklerine onların” dedirtir (MİM, Adam Yayınları, s. 117). Ama bu sadece Nazizm için mi geçerli? Bir bakıma bütün iktidarlar, ama özellikle hem temel hak ve hürriyetleri, hem meşru rekabeti ortadan kaldıran ve iktidarı tek bir Büyük Lider’de yoğunlaştıran diktatörlük rejimleri yaratmıyor mu aynı affedilmezliği? Stalin de yaratmadı mı örneğin? Son haftalarda 20. Yüzyıl Tarihi derslerimi hazırlarken, Çeka sorgucularının ya da Vişinski engizitörlerinin ister bireysel, ister grup fotoğraflarını bakıp, hep aynı sözcükleri mırıldanıyorum: Ey 1917’nin genç Bolşevik isyancıları, sizlerin ruhlarınız nasıl satın alındı; nasıl ifsâd ve bu canavarlıklara âlet edildiniz? Bütün Arap diktatörlükleri ve bütün kalemşorları ve teorisyenleri (örneğin bir zamanların ünlü Hasaneyn Heykel’leri) ve irili ufaklı bütün aparatçikleri için de aynı şey geçerli değil mi?
İngilizcede There, but for the grace of God, go I diye bir deyim vardır – “Ben de onların arasında olabilirdim ama Tanrı korudu” anlamında. 16. yüzyıl İngiliz Evanjelist vaizlerinden John Bradford’un, asılmaya götürülen bir grup mahkûmu görüp There, but for the grace of God, goes John Bradford dediği ve ifadenin buradan genel kullanım kazandığı rivayet edilir.
Dolayısıyla kendim için de — There, but for the grace of God, goes Halil Berktaydiyebilirim pekâlâ. Bu diğer zillet senaryosuna kıyasla, fiilen yaşadıklarım ve çektiklerimi (tabii hayatta kalmak koşuluyla) her zaman tercih ederim. Ama kendimi bunun için Mahir Kaynak’a bir teşekkür borçlu saymıyorum.
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024