Halil BERKTAY
[15 Nisan 2015] Dünkü yazımda sözünü ettiğim, sisler içinde sendeleme ve yolunu bulamama hali, azalacağına arttı gibi. Öyle yerler vardır ki, ancak zarif bir şekilde susulabilir. Bazı devlet ve hükümet yetkilileri bir türlü bunu yapmasını bilmiyor. BBC ve New York Times “Türkiye’nin öfkesi” varyasyonlu manşetler atmış. O öfkenin gümbürdemesi kimilerinin ruhunu okşayabilir ama iyi olmuyor aslında. Gümbürdedikçe gaflar çoğalıyor; zekice yapıldığı sanılan lâf çarpmalar, herkese şimdi ne alâkası var dedirtecek hantal, eğreti yakışıksızlıklara dönüşüyor. Yazık oldu, bilgili ve serinkanlı bürokratların köprüler inşa etmek için harcadığı emeklere. Bence bu yeni Türkiye değil; eski ve hem de çok eski, çok iyi tanıdığım bir Türkiye. Dünyaya hitap etmek ve derdini ağırbaşlılıkla anlatmak yerine, kendi tribünlerine dönüp bağırmayı tercih ediyor. Bu ise fazla düşünmeksizin ağzına geleni söylemeyi beraberinde getiriyor. Vakur duruş mu dediniz? İşte böyle yitirilir. Bu çok üsttenci tavırla memleket dost kaybeder, bol bol düşman edinir.
Papa’nın ardında
hayalet aramak
Volkan Bozkır’ın 13 Nisan Pazartesi günü söyledikleri gözümden kaçmış; ancak dün gece okudum -- ve birisini yapmaması gereken bir şey yaparken görüp onun adına sıkılma duygusu yüzünden uykum kaçtı sabahın 3’üne kadar. Bozkır AB Bakanı; Avrupa ve bütün dış dünyayı en iyi bilmesi gereken bir konumda. Oysa kendine mikrofon tutan muhabirlere ve ekranlardan bütün dinleyicilerine, önce Papa I. Fransiskus’un Jorge Maria Bergoglio adıyla 1936’da Arjantin’de doğduğunu; ikinci olarak, 1945 sonrasında Arjantin’in Yahudi soykırımından sorumlu Nazi işkencecilerine “dört elle sarıldığı, kucak açtığı”nı hatırlatmış. Şimdi olacak şey mi yani? Bu ne inanılmaz bir özcülük ve indirgemeciliktir ki kendi koyu etnik milliyetçiliğini; dünyayı başka kategoriler üzerinden göremediğini ele verir? Arjantin koskoca bir ülke; nüfusu 1950’de 17,5 ve bugün yaklaşık 43 milyon. Bazı Naziler Arjantin’e sığındı diye bundan bütün Arjantinliler mi sorumlu olur? Ya da Arjantin’in ruhu, özü ve ulusal karakteri mi sorumlu olur? Sonra da bu sorumluluk “damarlarında akan kan”la bir şekilde Papa’ya ve Papalık makamına mı sirayet eder? Ve ne çıkar bundan? Tencere dibin kara, seninki benden kara. Kimi kazanır, kimi ikna eder? Mesele gerçeğin ne olduğu mu; Amerikan mahkeme taktiklerinde olduğu gibi tanığın karakterini karalayarak sözünün güvenilirliğini şüpheye düşürmek mi? Mengele ve Eichmann’lara yataklık ayıbını“bütün Arjantin” veya bizatihî “Arjantinlilik on kere, yüz kere, bin kere paylaşmış olsa, bu 1915’i silmeye ve Papa’yı çürütmeye yeter mi?
Heyhat! İki cümlede bu kadar mantık hatâsı Volkan Bozkır’a yetmemiş olmalı ki, bir de üçüncüsü, 1915’te Ermenilerin kasten kesildiği fikrini Arjantinlilerin “nereden çıkardığını” soruvermiş. Herhalde yeryüzünde ancak dünya bilgilerinden hayli kopuk bir Türk politikacısı, bunda çözülmesi gereken bir esrar, özel bir açıklama yakıştırılacak bir muamma vehmedebilir. Sorulsa birkaç Arjantin gazetecisi ve aydınına, “okuduğumuz tonla kitap ve incelemeden; dünya çapında mevcut bütün bir ciddî akademik literatürden; araştırıp öğrendiklerimizden” diyebilirdi pekâlâ. Fakat hayır, Bozkır derhal vermiş kendi imâlı sorusunun cevabını: “Arjantin’de medya ve iş hayatı Ermeni diasporasının elinde”ymiş! Volkan Bozkır hiç kanıt göstermeden dilediğini söylüyor da, keşke beş on dakika yüz yüze tartışabilseydik. Birincisi, Arjantin’in (43 milyonun içinde) 100,000 kadar da Ermeni vatandaşı olduğu doğru, ama medyada -- bırakın kontrol etmeyi -- önemli bir varlıkları olduğu pek doğru değil sanırım. Forbes dergisine bakılırsa, böyle tek Ermeni zengini olan Eduardo Eurnekian (Örnekyan), eski medya hisselerini satıp bundan yirmi yıl önce çekilmiş piyasadan. Ama tabii, olsa ne olur, olmasa ne olur? Bir kere daha, 1915’te Ermeni konvoylarının bir noktadan itibaren maruz bırakıldığı saldırı ve katliamların nasıl ve kimin tarafından gerçekleştiği hiç bilinmiyor ve dünya çapında kaynakları, malzemesi mevcut değil de, bir avuç zengin ve güçlü diaspora Ermenisi bütün bir Arjantin halkının beynini yıkamış, öyle mi? On beş yıllık yumuşama ve özgürleşme boyunca, gide gide bunları mı öğrendiniz Onur Öymen’lerden, Şükrü Elekdağ’lardan, Yusuf Halaçoğlu’lardan?
“Sakın bir daha yapma” mı,
“farklı görüşteyiz” mi demeli?
Geçelim; gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’a. 14 Nisan Salı günü bir grup işadamıyla yaptığı toplantıda, tarihî bazı olayların gerçek bağlamından çıkarılıp ülkemize karşı düşmanca kampanyalar yürütmek için kullanılmamasını istemiş. Daha doğrusu, keşke sadece “istemiş” diyebilseydim, çünkü oraya kadarki (hemen aynen geçen yılki Taziye’den alınma) ifadesinde doğruluk payı büyük; geçmişte ve daha dün tekrar anlatmaya çalıştığım gibi, “soykırımı kabul ettirme siyasası” gerçekten böyle sıkıştırıcı ve ezici bir boyut taşımakta. Ama Erdoğan cümlesini “istiyoruz” değil de “izin vermeyeceğiz” diye bitirince, zaten mesaj hafiften değişmeye başlıyor; öfke ve azarlama kipine giriliyor ve nitekim ardından “Papayı kınıyor ve bir daha benzer hatâlar yapmaması konusunda uyarıyorum” sözleri geliyor. Şimdi internette nereye baksanız Sayın Erdoğan’ın önceki azarlama ve parmak sallama vak’alarından seçme resimler, montajlar, portreler; Papa’yı azarlama, kınama, uyarma ve tehdit etmenin pratik anlamına ilişkin türlü çeşitli espriler. Peki, Türkiye ne kazanmış oluyor bu sayede? Mefhumun muhalifinden gidelim; şöyle deseydi Cumhurbaşkanı: “Bu görüşe katılmıyoruz; Papa Hazretlerinin belki eksik bilgilendirildiğini, ya da bir şekilde o dönemin karmaşık tarihine yeterince hakim olmadığını, dolayısıyla yanlış bir değerlendirmeye kapıldığını düşünüyoruz. Her halükârda kendi görüşümüzü değiştirmiş değiliz; ama bu yüzden işi büyütüp kimseyle kavga etmeye de gerek görmüyoruz.”
Bitti, o kadar. Orada bıraktınız. Ne olurdu sanki, ne kaybederdi/niz? Ben ve benim gibi düşünenler gene de içeriğine katılmayabilirdik ama olay zaten bilinen zıt pozisyonların teyidiyle sona ererdi; en azından cümle âleme kutuplaşmacı bir düşmanlık ve katılık mesajı vermez; “galiba Türkiye’nin bu konuda düzeleceği yok” dedirtmez; Avrupa Parlamentosunu ayağa kaldırmaz ve bugünkü oylamayı tetiklemezdiniz. Bu sonuç sizin eseriniz! Çünkü anlamıyorsunuz; insanlar 1915’te ne olduğundan çok, Türk resmiyetinin ikide bir tutan bu katılığı, bu nâdanlığı, bu vurdumduymazlığına sinirleniyorlar. Bu satırları yazarken Vatikan Sözcüsünü de okuyordum; “Biz Türklerin tepkilerini dikkate alıyoruz, ama hiçbir polemiğe girmek niyetinde değiliz” demiş. Bu tavır ve üslûbun “büyük devlet” iddiasıyla bağdaşmadığını mı düşündüğünüz için illâ aşırılıklara kaçıyor ve sonra kaldırdığınız taşı kendi ayağınıza düşürüyorsunuz?
Taziye’nin özgürlüğü
“sözcük sınırlı” mı?
Son bir nokta var, değinmek istediğim. Bir kere daha, 23 Nisan 2014 Taziye’siyle ilgili. Orada başından itibaren çok önemli bir özgürlük ve serbest tartışma vurgusu mevcuttu. Daha ilk satırda, 24 Nisan “tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat” sayılıyor;“Türkiye’de 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir” deniyordu. Devamında, suistimal olasılığı da kabul ediliyor fakat ona karşı dahi olgun bir hoşgörü benimseniyordu: “Türkiye’deki buözgür ortamı, suçlayıcı, incitici, hattâ bazen kışkırtıcı söylem ve iddiaları seslendirmek için vesile olarak görenler de bulunabilir. Ne var ki, tarihi meseleleri hukuki boyutlarıyla birlikte daha iyi anlamamız, kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir.” Bu konuda son olarak, “Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir” sözü veriliyordu (bütün siyah vurgular benim – HB). Evet, hemen bir sonraki paragrafta Erdoğan’ın tekrarladığı o kalıp yer alıyor; “Fakat 1915 olaylarının Türkiye karşıtlığı için bir bahane olarak kullanılması ve siyasi çatışma konusu haline getirilmesi de kabul edilemez” deniyordu. Ama birincisi, zaten belirttiğim gibi bu da normaldi ve dış dünyaya (mealen) ‘bakın ben bu kadar açılıyorum, artık beni gagalayıp durmayın ve daha fazla tepeme binmeye kalkmayın’ demeye getiriyordu. İkincisi, benim anladığım ve gene de inandığım kadarıyla bu ifade, hiçbir şekilde aslî özgürlük vaadinin bir koşulu değildi. Öyle ki, tartışma koşullarındaki bu ferahlama ve genişlemeyi ben de sevinçle karşılamış ve en az üç defa açıkça belirtmiştim bunu: (1) Hemen 23-24 Nisan 2014’te Serbestiyet’te çıkan Büyük bir adım, tarihi bir dönüm noktası yazımda; (2) 24 Nisan’da CNN Türk’te Şirin Payzın’ın programında; (3) orada söylediğim her şeyin transkripsiyonu ve genişletilmiş hali demek olan, gene Serbestiyet’teki bir diğer yazımda: Bu özgürlük beratının peşinatını Hrant hayatıyla ödedi.
Eh, peki, son fırtınadan sonra neresindeyiz bu özgürlüğün? Herkes biliyor ki Papa “soykırımı kabul ettirme siyaseti” gütmüyor; çok daha yumuşak, minimal ve olabildiğince soyut ölçülerde, bir tarihsel olayı karakterize edip yerli yerine oturtmaya çalışıyordu. Türkiye’yi suçlamadı; kim yaptı demedi; sadece “20. yüzyılın ilk soykırımı” diye bir ibareye yer verdi -- ve bu kadarı, tsunami’nin Arjantin kıyılarına vurmasına yetti. Hani, nerede özgürlük? Nerede demokrasinin ve çağdaşlığın gereği olan çoğulcu bakış açısı? Nerede olgunluk, empati, hoşgörü? Tuhaf şeyler geliyor insanın aklına. Taziye’nin özgürlüğü bizleri kapsıyor da Papa’yı kapsamıyor mu acaba? Bir adım sonra Arjantin’i? İcabında Fransa’yı? ABD’yi?
Ya da (diğer olasılık), özgürlük koşullara mı bağlı? “Hukukun evrensel değerleriyle uyumlu”luk bir koşul mu örneğin? Ya da “Türkiye karşıtlığı”? Ya da [Türkiye ile] “siyasî çatışma” amacı gütmek? Birileri oturup karar mı verecek, filanca görüş uyumlu, falanca değil diye? Ya da filancanın yazdığı çatışmacı ve Türkiye karşıtı, ama falancanınki değil diye? Daha kestirmesi, özgürlük soykırım sözcüğünün asla kullanılmamasıyla mı kaim? Liste mi verilecek, herhangi bir görüş ve söylemin özgür olabilmesi için kullanabileceğimiz sözcüklere dair?
Bir hatırlatma, on yıl
öncesine dair
2005 yılındaki büyük “Osmanlı Ermenileri” konferansından önce, belki anımsarsınız, böyle tezler dolaşıyordu ortada. Hepsi hepsi beş yıllık geçmişi vardı, duvarın delinmeye başlamasının. Elekdağ, Halaçoğlu, ‘elbette görüşlerini dile getirebilirler, ama doğru ve bilimsel olmak kaydıyla’ veya ‘bütün görüşlerin temsil edilmesi [yani kendilerinin de illâ dâvet edilmesi] kaydıyla’ gibi şeyler söylüyorlardı. Onlara göre, önce birilerinin (= kendilerinin) ‘doğru ve bilimsel’ olanı saptaması, sonra bilimsel faaliyete izin verilmesi gerekirdi.
Basının konformizme, ruhen ve zihnen itaate alışmış bir bölümü de bayağı yutuyor, benimsiyordu bu saçmaları. Sonra kabuk nasıl çatladı! Nasıl gelişti ve serpildi Türkiye! Ne kadar geride kaldı bu gibi patriyarkal vesayet ilkellikleri! Yukarıdakileri yazdım; gerçekten böyle bir geri dönüş olacağından çekindiğim için değil. Toz duman arasında, Hükümet ve Dışişleri yetkilileri bu karşılaştırma ve hipotetik sorular sayesinde durumun absürditesini anlar; farazi olarak hangi uçuruma yanaşılabileceğini sezer diye.
Yazarlar
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024