Halil BERKTAY
[31 Aralık 2020] Metin Karabaşoğlu’nun Bir şehzadenin romanı (25 Aralık) yazısının çağrıştırdıklarına ancak şimdi, yılın son günü dönebiliyorum. Söylemiştim, Karabaşoğlu’nun arayışına ikisi roman ikisi hikâye, toplam dört eserle karşılık vereceğimi. Aslında Nâzım da beşincisi oluverdi (Bir altın leğende kardeş kanıyla apdest alarak, 28 Aralık). Şimdi zaten çok kederli geçen 2020’nin solup tükenişine, Osmanlı tarihinin en romantik şehzadesinin kederi karışıyor.
Daha doğrusu, en azından ilk başta yakalanmayıp 13 yıl daha hayatta kalabildiği için, romantize edebildiğimiz… mi demek lâzım acaba? II. Mehmet (Fatih) 3 Mayıs 1481’de öldüğünde, kendisi 51, hayattaki iki oğlundan Bayezid (1447-1512) 33 küsur, küçüğü Cem (1459-1495) 22 yaşında, Bayezid Amasya’da sancak beyi, Cem ise Karaman’da. Mülkün (devletin) bölünmemesi kuralı var Osmanlının, ama 17. yüzyıla kadar bir “ekber evlât” (primogeniture) usulü de yok, “en yaşlı/kıdemli erkek akraba” (seniority) usulü de. Bunun yerine, “kazanan hepsini alır” anlayışı hâkim (winner takes all). Tahttaki padişah bu dünyadan göçtüğünde, birden fazla yetişkin aday varsa (ki kalmamış da olabilir), İstanbul’a kim varacak yarışı başlıyor. Payitahta ulaşıp da rical, ulema ve hassa ordusu (yeniçeriler) tarafından benimsenen, sarayın ve imparatorluğun hâkimi oluyor.
Bunun klasik örneği Fatih öldüğünde patlak veren şehzade kavgası. Topkapı’dan iki mektup gidiyor, biri Amasya’ya, diğeri (gizlice) Karaman’a. İlki zamanında yerine ulaşıyor, diğeri hiç ulaşamıyor. Bayezid gelip tahta oturuyor; Cem ise bir yıldan fazla direnip Mısır ve Anadolu’da çeşitli ittifaklar peşinde koştuysa da başarılı olamıyor ve ölümün önünden kaçıp 1482’de, babasının 1480’de kuşatıp da alamadığı Rodos’taki Hastane Şövalyeleri’ne sığınmak zorunda kalıyor. Hospitaliye Şövalyeleri, St. Jean Şövalyeleri, Aziz Yuhanna Şövalyeleri, Rodos Şövalyeleri, sonra Malta Şövalyeleri olarak da biliniyorlar. Küçük bir korsan-devlet. Bir diplomatik yazışma birimleri var; bir baş kâtip (veya birinci şansölye) ve yardımcısı yönetiyor. 1462-1501 arasında ikinci kâtip ya da şansölye yardımcısı, hep Guillaume Caoursin diye biri. Önemli diplomatik görevlerde bulunuyor. Birkaç defa Papa’ya elçi gönderiliyor. 1484’deki gidişinde, Latince yazdığı resimli tarihçeyi de takdim ediyor (Obsidionis Rhodiae Urbis Descriptio). Gerek çok yakından tanık olduğu 1480 kuşatmasının, gerekse iki yıl sonra Cem’in gelişinin (yukarıdaki) öyküsü, bu eserde yer alıyor.
Cem Rodos’ta kalmayacak, kalamayacak. Oradan Roma’ya ve sonra Fransa’ya gidecek; sığınmacı, misafir, mahpus ve rehin kimliğiyle oradan oraya taşınacak; ağabeyi II. Bayezid “geçim masrafları” niyetine, ya da serbest bırakılıp yeni bir haçlı seferinin başına geçirilmemesinin rüşveti olarak, her yıl büyük paralar ödeyecek; dillere destan aşklar yaşayacak; Avrupa’da Turcomania’yı, Oryantalizmin habercisi sayılabilecek bir “Türk modası”nı tetikleyecek — ve 13 yıllık bu sürgün serüveni 1495’te ölümüyle noktalanacak. Vera Mutafçiyeva’nın Cem Sultan romanının büyük kısmını bu “olamamışlıklar” yılları kaplıyor. Mutafçiyeva (Mutafchieva) ciddî, profesyonel bir Osmanlı tarihçisi (1929-2009). Bulgaristan Bilimler Akademisi’nin Tarih, Balkan Araştırmaları, Nüfus Araştırmaları ve Edebiyat Enstitülerinde çalışmış. Komünizmin çöküşünden sonra Akademi’nin başkan yardımcılığına kadar yükselmiş. Ama bu arada tarihsel romanlar ve film senaryoları da yazmış. Cem Sultan’ın Türkçesi 2002’de yayınlanmış (Örgün Yayınevi; çevirenler S. Mollov, S. Velikov, Nurer Uğurlu). Kapağında, Caoursin albümünden yukarıdaki resim görülüyor.
Metin Karabaşoğlu’nun gündeme getirdiği sorunlar açısından, Cem Sultan’ın ilk 23 sayfası kritik. Bunun bir roman olduğunu, kurmaca olduğunu, tarihsel bir kaynak sayılamayacağını unutmayalım. Bunu hatırlatmak zorundayım, çünkü bazen edebiyat realiteyi aşıp bizi gerçeklikten daha gerçek bir dünyaya taşıyor. Kişiler ve olaylar belgelerden fışkırıyor, ete kemiğe bürünüyor, hayatiyet kazanıyor. Nitekim bu ilk 23 sayfa, bırakın Osmanlı devletinin dış savaşlarını, içsel kan ve şiddet dünyasına ilişkin bazı eşsiz anlatımları içeriyor. Karabaşoğlu’nun üzerinde durduğu çelişkinin kurumlaşması ve insanların hayatını kuşatmasına ilişkin ipuçları sunuyor.
(1) Sadrazam Nişancı (Karamanî) Mehmet Paşa’nın 3-5 Mayıs (1481) olayları ile ilgili anlatımı. Mutafçiyeva ilginç bir teknik kullanmış romanında. Karakterlerini bugünle konuşturuyor. 15. yüzyıldan bizlere, çağdaş okuyucularına uzanan bir mahkeme salonunda gibi tasavvur ediyor. Sanki ifade veriyorlar. Biraz, Kurosawa’yı Kurosawa yapan eşsiz Raşomon filmini andırıyor. Bildikleri kadar anlatıyor ve sonra susuyorlar.
Fatih’in son sadrazamının üç günlük öyküsü 3 Mayıs sabahı başlıyor. Ordu sefere çıkmak üzere (bugün Gebze ilçesindeki) Hünkâr Çayırı’nda toplanmıştır. Nereye gidileceğini sadece sultan biliyor; henüz kimseyle paylaşmamış. Derken beklenmedik haber sadrazama ulaştırılıyor. Sonrasında, iktidarın gizli yöntemlerini, sıradan vahşetini ve yörüngesine çektiği herkesin bu vahşeti nasıl kabullendiğini bize Mehmet Paşa açıklıyor:
Gün doğarken belli belirsiz bir sesle uyandım. Korkuyla başımı yastıktan kaldırdım. Çünkü sadrazam olur olmaz şeyden dolayı uyandırılmazdı.
Artık yatağımda oturmuştum. Soluk soluğa seslenenin kim olduğunu seçmeye çalışıyordum.. Alaca karanlıkta güçlükle tanıyabildim. Sultanın kapıkullarından biriydi.
(…) “Paşam!” dedi kapıkulu.” Mehmet Han sizlere ömür…” Az kalsın kendimi kaybedecektim. (…) “Sus! Mezar gibi susacaksın! Kaç kişi biliyor bu başımıza geleni?” Kapıkulu yarı ölü bir durumda mırıldandı: “Ben… ve sultanın peşkirdarı…” Bu sözlerin her ikisini de ölüme götürdüğünü biliyordu.
Ona, “Burda kal!” dedim. Peşkirdar için de hemen önlem almak gerekiyordu. Yunus’a, benim dilsiz Sudanlıya buyruk verdim. Arap hemen koştu. Ben giyinene kadar ötekisiyle döndü. Yakasından tutmuştu.
“Derhal burada, çadırın içinde, ikisini de temizle! Halıyı bir yana çek yalnız, kan sıçramasın! Sonra benim minderin altına sokuver ikisini, akşama gömersin!”
Sarığımı dolayıp silahlık kemerimi kuşanıncaya kadar Yunus ikisinin de işini gördü ve söylediğim gibi minderin altına tıktı. (s. 39-40)
Bu iş bitince sadrazam ve dilsizi çıkıp sultanın otağına gidiyorlar. İki yüz bin kişinin uyuduğu çadırların arasından geçerken, Mutafçiyeva bize sadrazamın ağzından II. Mehmet’e ilişkin düşüncelerini sunuyor; daha çok sipahi tımar verebilmek için, ulemayı kızdırmak pahasına vakıf araziye dahi el koymaktan çekinmemesine atıfta bulunuyor:
“Fatih’in devri başka hiçbir döneme benzemiyordu. (…) bizim zamanımızda iki peygambere inanılıyordu: Muhammed ve İsa! Mehmet Hanın ise kendi peygamberi vardı: Zafer! Zafer adına yapmayacağı yoktu. (…) benzeri görülmemiş bir orduya sahip olmak için toprağı sipahi tımarına çevirdi. İstediği orduya kavuştu ama din adamlarının korkunç kinini de kazandı. Fakat Mehmet Han o kadar güçlüydü ki, böyle bir kine sırt çevirebilirdi. (…) Fatih için inançlı ve inançsız yoktu. Ona hizmet eden ve bu yetenekte olan herkes İstanbul’a ve Topkapı Sarayı’na kabul edilirdi. (…) Fatih, zaferin her şeyin üstünde olduğuna ve kendini yasaklarla, korku veya acımayla sınırladığın zaman zafere ulaşamayacağına bizleri inandırmayı başarmıştı.” (s. 41-42)
Otağa varıyorlar. Sadrazam sultanın yükçülerini çağırtıyor. Ceset soğumaya başlamış. İki kat daha ağır. Tahtırevanına oturur vaziyette yerleştirip üzerine sırmalı kaftanını örtüyorlar. Perdeleri çekiyor ama tamamen kapatmıyorlar. Kısmen yüzü ve bir eli gözüküyor. Yürümenin sarsıntısıyla azıcık sallanıp askerini selâmlıyormuş gibi oluyor. Ordugâhın içinden geçişleri bitmek bilmez geliyor sadrazama. Uzakta Üsküdar’ın minareleri ve sabah sisleri içinde İstanbul gözüküyor. Mehmet Paşa kendisini nelerin beklediğini düşünüyor:
“Bizde ordu her sultanın ölümünden sonra bir kural olarak ayaklanır; vezir kaftanı giymek amacındaki her kişi, varını yoğunu dağıtarak yeniçerileri ve din adamlarını kazanmak üzere bu saltanat değişimi gününden yararlanmak ister. Böyle bir günden sonra sağ kalan sadrazamımız parmakla sayılacak kadar azdır.” (45)
Aklından, taht kavgasına girecek iki şehzadeyi geçiriyor. Düşünceleri sevmediği Bayezid’e kayıyor:
“O zaman çok genç olan bu adamın büyük bir niteliği, duygularını gizleme gibi bir özelliği vardı. Kızgınlığını veya çocuksu sevincini hiçbir zaman yabancı gözler önüne sermezdi; oysa babası bunu severek yapardı. Bayezid neleri yeğ tuttuğunu ve nelere sinirlendiğini hiç sezdirmezdi. (…) Din adamları, kutsal bilimleri benimseyen ve başı secdede, inançlı bir kişinin, kendilerini Fatih’in düşürdüğü aşağılık durumdan ve yoksulluktan sıyırıp çıkaracağını umuyorlardı. İşte onların bu umutları, bana, sofuluğun da – Bayezid’de her şeyin olduğu gibi – nedensiz olmadığını düşündürüyordu.” (46)
Boğaza, Üsküdar’a varmışlardır. Yükçüler ve baltacılar bu işler için kullanılan sala (ağır şat veya mavnaya) biniyor. Koruyucu yeniçeriler birkaç büyük kayıkla arkadan geliyor. Henüz 1453 nüfusunun o kadar artmadığını öğrendiğimiz İstanbul’un sokaklarından geçerken, Fatih’in ağır eli sallanmaya devam ediyor. Topkapı Sarayına giriyor; sadece Yunus, yükçüler ve baltacılarla birlikte Üçüncü Avlu’ya geçiyorlar. Cesedi indirip sultanın döşeğine yatırıyorlar. Kapatıp çıkıyor. “Haşmetli efendimizin yatak odasının anahtarını iki kere çevirince, omuzlarımdan dağ gibi bir yük inmişçesine hafifledim.” (48) Yükçülere ve baltacılara bir baş işaretiyle hazine mahzenine girmelerini emrediyor. Onları da oraya kilitliyor ve anahtarını kemerindeki diğer anahtarın yanına sokuyor. Eli ayağı titremektedir. Sıra kime haber verip vermeyeceğine geliyor.
“Mektupları tek başıma divanhanede yazdım. Hiç de o kadar uzun şey yazdığım yoktu. Bu işleri gören özel kâtiplerimiz vardı.” (48) Birinci mektup Amasya’daki Şehzade Bayezid’e gidecek. Bunu yazmaması mümkün değil. İkincisine “kendi ölüm kararım” diyor. Yazmakta tereddüt ediyor, bütün gücünü toplamaya çalışıyor. Zira “Sultanın iki oğlundan hangisi tahta çıkarsa çıksın, iki mektup birden yazdığımı, çifte oyun oynadığımı bağışlamayacaktı.” (49) Ama sonra kendi kendini Bayezid beni nasıl olsa öldürtecek diye ikna ediyor. Fatih’in dine ve ulemaya karşı önlemlerine katılmış. Devşirme değil sipahi soyundan. Yani vakıfların müsaderesinden o da yararlanmış. Kurtuluş yok velhasıl. Buradaki çaresizlik ve boyun eğiş tüyler ürpertici. Muazzam bir çark var ve kimse dışına çıkamıyor.
Cesaretini toplayıp yazıyor ikinci mektubu da. Kısacık birkaç söz. Üzerine saklıyor. Dışarıya elinde görünmeyen gözlerin görebileceği tek bir kağıtla çıkıyor. Güvendiği bir posta tatarına veriyor. Derhal Amasya’ya yolluyor. Her menzilde at değiştirmesini emrediyor. On günde varacağını tahmin ediyor. İkincisini ise, hazine mahzeninden çıkardığı kendi dilsizi Yunus’a emanet ediyor:
… koynunu açtım ve siyah derisine mektubu yapıştırdım. Diri veya ölü! diye Yunus’un kulağına fısıldıyor, ama aynı zamanda bağırdığımı, bütün İstanbul’un beni duyduğunu sanıyordum. En iyisi Konya’ya diri ulaş! Yalnız menzillerde değil, her üç saatte bir at değiştir! İnsanlarla karşılaşmaktan kaçın, gizlenmek için sıçan deliğinden bile yararlan! Bir hafta sonra Konya’da olmalısın. İşte sana bol bol para, kime gerekirse dağıtırsın. Seni kimin gönderdiğini sakın bildirmeyesin, duydun mu? Beni tanımıyorsun ve sen kimsenin adamı değilsin! Konya’da Cem’i arayacaksın. (50)
Amasya’ya tahminen 10, Karaman’a belki 7 gün. Ve ardından dua ediyor: “Allahım, şu Arap dilsizi koru!” (50) Fakat olamayacak; olamadığını göreceğiz. Derken uzaktan bir velvele duyuluyor. Ordu uyanmış, öğrenmiş, geliyor. Her nasılsa karşıya da geçmişler. Geleneksel başıbozukluk ve yağma başlıyor. Sadrazam sonunu hep aynı tevekkülle karşılıyor:
Oysa daha bir gün önce, bir tek geminin bile Boğazı geçmemesini emretmiştim… Yahudi ve Rum mahallelerinden yükselen çığlıkları bütün gece işittim. Boğazda yangınların göğe vuran parıltısını bütün gece seyrettim. Kaçmak aklımdan bile geçmedi. Konağım yeniçerilerle çevriliydi. Onlar olmasaydı bile, inanın, kaçmayacaktım. Niçin kaçacaktım? Bir hafta sonra yeni sultanın emriyle öldürülmek için mi? (s. 50-51)
Hassa veya muhafız ordusu, yani yeniçeriler kilit aktör. Şüpheleniyorlar sadrazamdan. Sözlerime son veriyorum. 5 Mayıs 1481’den sonra olup bitenlere tanıklık edemem. 5 Mayıs akşamı beni öldürdüler. (51)
(2) İsmet oğlu Ethem’in, 8-22 Mayıs 1481 olayları ile ilgili anlatımı. Bundan sonra devreye, Anadolu beylerbeyi Sinan Paşa’nın baltacıbaşısı Ethem giriyor. Arap dilsizi ele geçirmişler; 8 Mayıs öğleye doğru baltacı Ahmet yanına getiriyor komutanının. Neden yakaladığını açıklıyor; baltacıbaşı da hak veriyor:
Madem ki dilsiz, madem ki delicesine at sürüyor ve tam şehir ağzında ormana doğru saptı, sen ne düşünürsün benim yerimde olsan? (…) Doğru, dedim. Yalnız vezirlerin dilsizleri vardır. (52) Sorguya çekiyorlar: Seni sultan mı gönderdi buraya? Sadrazam mı? Yunus sadece ağzını açıp kapatabiliyor. Gömleğini çıkarıp ser! Kimin dilsizi olduğunu hemen hatırlayacak! Fakat işkenceye gerek kalmıyor. Falakacıları getirmek için çıkıyordum ki, Ahmet arkamdan bağırdı: Baltacıbaşı, bir kağıt düştü! Gömleğinin altından… Ethem büsbütün uyanıyor: Ooo, kağıt! Neden dilsizle gönderiliyor, bu işi tatarlar görürken? Demek, bu işi yapan mektup gönderdiğinin bilinmemesini istiyor. (53)
Beylerbeyinin evine koşturuyor. (Rum) Sinan Paşa, Bayezid’in ana bir kızkardeşiyle evli.
Mektubu kâhyasına okutuyor (bütün bu kâhya deyimleri herhalde kethüda diye çevrilmeliydi): Yüce hükümdarım! Bugün, 886 senesi 4 rebiyülevvelinde, nur-u âlem Sultan Mehmet Han Gazi vefat etti. Vefatı ordudan gizli tutulmuştur, ordu ise Hünkâr Çayırı’ndadır. Yüce hükümdarımın emirlerine âmâdeyim. (54)
Sinan Paşa köpürüyor: Kim bu hükümdar? Kime bildiriyorlar, böyle gizlice? Bayezid’e bildiriyor olsalardı bu gizliliğe ne gerek vardı? Başkasına, ama kime? Adım adım çözüyorlar. Baltacıbaşı Ethem izliyor. Aslında Cem’e taraftar. Ancak o da devlet çarkında küçük bir dişli ve kıpırdaması imkânsız. … ben içimden “Bu mektup Cem’edir!” dedim. Ama susuyordum (…) Ama paşanın aklı çok değilse de, dalkavukları çoktu. Kâhya: “O İstanbul miskinleri herhalde Cem’i çağırıyorlar” dedi. (…) “Eh” dedim içimden, “Cem’in kısmeti buymuş. Mektubu gelsin gelsin de, Anadolu paşaları içinde Şehzade Bayezid’den yana olan biricik paşa olan bizimkinin eline düşsün!” (55) Beylerbeyi kararını veriyor. … efendimiz bir ara bana dönerek “Ethem” dedi. “Dilsizi hemen temizle! Boş yere hiçbir şey sorma [sorgulamaya devam etme], her şey aydınlandı. Öğleden sonra kâhya ile yanınıza on beş yirmi kişi alıp Amasya’ya yollanacaksınız…”
Amasya’ya varıyorlar. Gerçi sadrazamın İstanbul’dan yazdığı ilk ve resmî mektup onlardan önce varmıştır. Ama tabii, bu grubun getirdiği bilgi, Cem tehlikesi açısından anlamlı oluyor. Orada kâhyaya yeni bir görev veriliyor. Baltacıbaşı Ethem’e anlatıyor:
Önemli bir işim var. Mektup götürüyorum. Mektupta ne yazılı biliyor musun? Dört kelime. Bayezid Han beni okuma bilmez sandığından önümde yazdı: “Cem’i boğmakta acele et!” Kötü çeviri; Osmanlı üslûbu “biti sana ulaşanda tez boğdurasın” gibi bir şey olmalı. Neyse. Devamı, bütün bu görevlilerin birbirini her an nasıl gözlediğine dair bir fikir veriyor: Kâhya gözlerini kısmış bana bakıyordu. Askerdim ve asker oğluydum ya, belki çok heyecanlanacağımı ve Cem için yüreğimin sızlayacağını sanmıştı. Fakat Ethem açık vermiyor: “Git işine bak, be!” dedim. Öyle ya, bana ne? Bayezid Han işini bilir. “Elbette. Ben de öyle diyorum” diyerek uzaklaştı. (58)
Amasya’dan İstanbul’a, her an çarpışmaya hazır vaziyette, devlet yeniden fethedilmeye gidiliyor: Şehzade Bayezid ise İstanbul’a doğru yola çıkmak için akşamı bekledi.. Birliklerini savaşa gider gibi hazırladı, bu kez askerinin çok olduğunu gördüm. Dokuz gün dokuz gece, hep at sırtında, eyer üzerinde uyuyarak yol alıyorlar. Şehzade de öyle. Çok dayanıklı çıkıyor. Bu dokuz gün boyunca, Bayezid bir kere bile yüzünün belirtisini değiştirmedi, içini kimsenin okumasına olanak vermedi. (59)
Ve ancak Üsküdar’dan İstanbul tarafına geçerken, karşılamaya gelenlerden bir selâmlama uğultusu yükseldiğinde, ne olacak gerilimi sona eriyor. (59-60)
Yazarlar
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024