Hilâl KAPLAN

Nefret söylemi, Müslümanlar ve ifade özgürlüğü
5.10.2012
3565

 Uluslararası literatürdeki genel tanımına göre nefret söylemi, bir kişiyi ya da grubu,yazılı, sözlü veya başka bir ifade biçimiyle, ırk, etnik köken, cinsiyet, din veya benzeri öğeler üzerinden kötülemek, yermek, itibarsızlaştırmak veya hedef göstermeyi içeren suçtur.

Dünya üzerinde pek çok ülkede yasal yaptırıma bağlanmış olan bu suç tanımının kökeni Batı menşeili olsa da Ürdün'den Hindistan'a, Tayland'dan Güney Afrika'ya kadar pek çok ülkenin de ceza kanunları içerisinde yer almaktadır. Bugünlerde Türkiye'de de nefret söylemini suç haline getirmekten bahsediliyorken, naçizane kendi kanaatimi paylaşmak istedim.

Nefret söylemi bağlamında dünyada süregiden tartışmaların en önemlisi şüphesiz bu kısıtlamanın aynı zamanda ifade özgürlüğünü tahdit etmesinin önüne nasıl geçileceğidir. Çünkü nefret söylemini yasaklamak, kaçınılmaz olarak ifade özgürlüğünü de sınırlar. Önemli olan bu sınırın nerde çizileceğine karar vermektir. Her ülkenin buna dair kendi 'kamusal iyi'sini tesis etme çabasıyla hukuk içtihatından doğan farklı kararları vardır.

Öte yandan ifade özgürlüğünü koruduğu söylenen demokratik sistemler, İktidar merkezinin 'boş' olduğu ve toplum tarafından şekillendirildiği bir yapı olarak tanımlansa bile, her zaman için merkezî önemi haiz ve erdemi sorgulanamaz olan bir mefhum tarafından hegemonize edilegelmiştir. Ki bu kavram da malumunuz olduğu üzere sekülerizmdir. Sağduyunun gereği olduğu ileri sürülen demokrasi-sekülerizm bağının aynı zamanda kamusal alanda tarafsızlığı da inşa ettiği iddia edilir. Ancak dine hakaret etmenin de ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği bir vasatta, dini olan ile seküler olan arasındaki antagonizma reddedilemez şekilde aşikâr hale gelir. Ve 'tarafsız' olan seküler sistemlerde, nerdeyse hemen her zaman seküler görüşün dini aşağılama hakkı mübah görülür.

Aşağılamadan kastım, inanmayanların inanmadıkları bir yaratıcının 'var olmadığını', inanmadıkları bir kitabın 'yalan olduğunu' ya da inanmadıkları bir Peygamberin aslında 'peygamber olmadığı'nı açıklama hakkı değildir. Zira argümantasyonla aşağılamak arasındaki fark çok da ince bir çizgi üzere seyretmez.

Arap Baharı/ Uyanışı süreci, dünyanın farklı bir döneme girdiğinin işaretlerinden birisidir. Şimdiye kadar 'evrensel değer' diyerek pazarlanan fikirlerin aslında o kadar da evrensel olmadığıyla yüzleşme imkânını sağlayan bir süreçten geçiyoruz. Liberal demokrasinin sadece bir devlet rejimi değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin sembolik bir organizasyonunu ima ettiğini, iktidar ilişkileri ağı içerisinde toplumsal özneleri belli bir formasyon dahilinde yetişmeye zorladığını gören Müslümanlar ikna olmak bilmiyorlar. Ve bu da onları yeni bir demokrasi ve bir arada yaşama deneyimi oluşturmaya teşvik ediyor.

Müslümanların bu sınavdan alınlarının akıyla çıkması, liberal söylem ve kurumların birer kopyasını çıkarmaktan fazlasına cesaret etmelerine ve Tarık Ramazan'ın dediği gibi esen bahar rüzgârını fikrî alanda da tahkim etmelerine bağlı olacak. Bu bağlamda Müslüman temsiline sahip parti ve iktidarların duruşları, Müslümanların geleceğini birebir etkileyecek güce sahiptir ve dolayısıyla bugünü aşan bir sorumluluğu da beraberinde getirir.

Ak Parti'nin, ulusal basınla kurduğu ilişkilere ve en son kongresindeki akreditasyon uygulamasına bir de bu çerçeveden bakıp eleştiri getirmenin elzem olduğu kanaatindeyim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar