Markar ESAYAN
Batı’nın yoğun bilgi, dönüştürücü etkisi ve şiddet tacizi altında Doğu için hem onurunu korumak, hem sürekliliğe katılmak kolay değildi. Öte yandan, modernite her yere işlemişti ve “Modern olmayan bir şey, bir yer bulmak” için hep geriye, geleneğe dönme zorunluluğu hissediliyordu. Bu kontra-özcü eğilim ise, Batı’nın Doğu hakkındaki tanımlamalarını teyit eder malzemelere dönüşmeye meyyaldi. Batı bu tanımları ontolojik olarak yapıyordu. Mısır deneyiminde bir kez daha teyit edildiği üzere, kolonyal gezginlerin Doğu’yu tarif etme biçim ve mantıklarında –post modernizm ve modernin içinden konuşan post-kolonyalizm dışında- 400 yıldır kaideyi değiştiren bir değişiklik olmamıştı. Doğu hâlâ tekinsiz, şiddet dolu, vahşi ve tembel “insansıların” toplaştığı yerlerdi. Zengin doğal kaynaklar bu kabilelerin tasarrufunda atıl kalıp boşa harcanacağına, Batı’nın yüksek ülküleri için transfer edilmeliydi. Bu yaklaşımda da esas olarak bir değişiklik olmadı.
Batı’nın üstünlüğünün Doğu’da bu kadar içselleştirilmesi ise, Doğu’da her sorununun Batı’dan kaynaklandığına yönelik köklü bir “imana” dönüşmüştü. Batı’nın “Şeytan”la özdeşleştirilmesi, sadece kötücüllüğe vurgu yapmıyordu; dinî olduğu kadar, psikolojik –bilinçdışı- kaynaklıydı. Çünkü şeytan, sıradan bir varlık değildi. Allah’a başkaldıracak kadar donanımlı, güçlü, gözü kara ve zekiydi… Üstelik dünyaya şöyle bir bakıldığında, şeytanın epey muvaffak olduğunu görmek mümkündü. Müminler için şeytan benzetmesi çok işlevseldi. Kötücüllüğü ve donanımı bütünleştiren Batı’yı -Batı’nın Doğu’yu kategorikleştirdiği ölçüde- Doğu da bir sabite indirgedi.
Ağır şiddete yönelik isyan ve total Batı tasviri Doğu-İslam coğrafyasında bir tutulma yaratmıştı. Modernitenin –algılar, zaman ve mekan tahayyülleri dahil- her yeri ele geçirmiş olması ve adeta içinde yaşadığımız atmosfer haline gelmesi, onun ötesini tahayyül etmeyi imkansız kıldığı ölçüde, nefes almak için değişime direnmeyi tetikliyordu. Bu çelişkiden radikal akımlar –El Kaide gibi- oldukça faydalandılar ve şiddeti meşrulaştıran geniş bir alanda hareket ettiler. Batı’nın korkunç şiddet, işgal uygulamaları, çifte standardı, ikiyüzlülüğü itiraz edilemeyecek bir şiddet meşruiyeti yaratıyordu. Oysa bu mayınlı alanı asıl açan; modern ötesi yeni bir paradigmanın Doğu’da henüz kurulamamış olmasıydı. (Doğu, Batı karşısında hâlâ cevapsızdı.)
Doğu’yu Ortadoğu ile kısıtlı tutmazsak, mesela Gandi’nin başarısının altında yatan –ve bugünlerde Mısır’da Müslüman Kardeşlerin 100 yıllık acılı deneyim sonucu tatbike çalıştığı- modern aklı boşa düşüren bir zihniyet ayrışmasıyla Batı’nın yöntemlerine karşı gelmesi oldu. Gandi’nin sivil itaatsizliğinin, tıpkı demokrasi gibi, yeni bir kavram olmadığını biliyoruz. Bu konuda İsa Mesih’in “Sağ yanağınıza vurduklarında, sol yanağınızı çevirin” önermesine, hatta çok daha gerilere gitmek mümkün. Gandi, “mutlak olanın dışında” düşünmeyi başarabilmiş olmakla, modernitenin kendine zimmetlediği gerçekliği paramparça etti. Modern taktikler çaresiz kaldı.
İstisnaları ihmal edersek, Doğu’da yenilgi aslında kabul edilmişti ve ortada değişime –veya örneğin Filistin’in işgali gibi haksızlıklara- şiddet kullanarak direnme dışında bir öneri yok gibiydi. Edward Said, kolonyalların taktiklerini yapı söküme uğratırken, istemeden de olsa, Batı’nın üstünlüğünü bir kez daha vurgulamış-üretmiş oldu. Said sayesinde Doğu, Batı’nın aslında onların bildiğinden çok daha karmaşık, güçlü ve yetenekli olduğunu gördü ve evet, yenilecekse böyle bir düşmanla vuruşa vuruşa yenilmek itibarlıydı. Tabii ki, Allah’ın masumlara ve İslam ümmetine nihai zaferi sunacağına iman çok güçlüydü. Kuran’ın seçmeli olarak yorumlanışından neşet eden bu güven -teslimiyet- de paradoksal olarak müminlere düşen düşünme-problem çözme (paradigma kurma) eyleminde kısa devre yarattı. Çaresizliğin çözümünü Allah’a devretmek veya mücadele yöntemi olarak –meşru müdafaa da olsa- sadece şiddeti seçmek, fiziki müdahaleleri meşruiyet yaratarak ve çok daha güçlü uygulayan Batı karşısında edilgenliği sabitledi. Batı’nın bu ağır tacizi, Doğu’nun ve onun önemli parçası İslam dünyasının dengesini, kimyasını bozmuştu.
Mesela mesele şöyle düşünülemez miydi?
Neden Modernite Doğu’dan ve İslam’dan tamamen bağımsız ortaya çıkmış olsundu ki? Hani değişim süreksizdi ve dünyada olan her şeye dairdi? İnsanlık tarihinde ortaya çıkmış ne varsa (uygarlık), birbirini etkileyen, bir çığ gibi, her çağın, her milletin, her dönemin içinden geçerek bu güne gelip yarına akmıyor muydu? Ama modernitenin sadece kendine içkin olduğu havsalalarda öyle kabul görmüştü ki! Modernite dünyayı istila eden uzaylılar gibi, dışarılıklı ve yeniydi.
Bugünkü fiziğin optik sahasında, temel olarak ne görülüyorsa ilk kez ortaya koyan İbnü'l-Heysem, izafiyet teorisini ilk olarak fizikî anlamda ele alan Kindî, birçok maden ve minerallerin yoğunluklarının değerlerini doğru ölçen Birûnî, sarkacı ve bununla ilgili olan temel fizik kanunlarını (Galileo’dan önce) bulan İbn Yunus, ilk kez cerrahi aletlerin çizimlerini yaparak Batı tıp bilimine esin kaynağı olan İbn Sina, dağlama ve amputasyon yöntemlerini uygulamış olan Zehravi, sosyolojinin öncüsü İbn Haldun gibi birçok İslam âlimini genel insanlık aydınlanmasından olduğu kadar, Batı aydınlanmasından ayrı tutabilir miydik? Endülüs veya Sicilya İslam uygarlığını nasıl Batı aydınlanmasından koparıp ayrı bir yere koyabilirdiniz? Süreklilik algılarda neden bozulmuştu?
Bu hatırlatmalarda bulunmak, Doğu’nun Batı kompleksini duyulmak istenen güzel sözlerle yatıştırmak amacını taşımıyor. Bir işlevi var… Çünkü Doğu, dışarıdan gelen modernite algısına teslim olmuşluğun çelişkisini, ancak onu doğru tanımladığı, tarihsel sürekliliği algı dünyasında tamir ettiği takdirde modernin ötesine bakabilirdi. Kamulaştırılan zihinlerdeki “sınırlara erişmişlik” kabulü yıkılmadan, o sınırın ileriye doğru zorlanması mümkün değildi.
Batı’nın sadece Doğu’yu yağmalamak isteyen teknolojik vandallar olarak kategorize etmek de başka bir total bakışa davetiye çıkarıyordu. Oysa aydınlanmanın fakirliğe, kıtlığa, hastalıklara, hurafelere, kısaca yaşamsal tüm darlıklara çare üretmeye dönük hümanist enerjisi takdire şayandı. Avrupa Birliği ise, demokrasi müktesebatı ile, dünya tarihinde barış adına kurulmuş en ileri birlik olarak oldukça değerliydi. Bazen, bir bütünün parçaları olduğumuzu unutmaya ne kadar meyilli oluyorduk. Batı ve Doğu, birbirinde görmek istediği parçaları, tarihsel bağlamlarından kopararak seçiyordu. Batı’nın modern evreden evvel Doğu’yu hayranlıkla izlediğini, “Osmanlı asabiyeti” denen ciddi bir üstünlüğün neredeyse 17. yüzyıla kadar Batı tarafından kabul edildiğini unutabiliyorduk böylece. Nasıl ki, Osmanlı asabiyeti, kendi üzerine düşünme konusunda tembelliğe neden olmuşsa, modernite de total bir paradigmaya dönüşerek kendi üzerine düşünmekten vaz geçmişti.
Bunun nedeni paradigmanın kendisini “tamamlanmış”, yani mükemmel hissetmesidir. Mutlak gerçeği bulduğunu düşünen bir konfor halidir bu. Bu konforu tüm etki alanlarına –Doğu dahil- yayar. Öyle bir yayılmadır ki bu, paradigmanın mükemmel olduğuna herkesi ikna eder. Böylelikle kendi üzerine düşünme süreçleri zayıflar, paradigma bu koflaşmayla birlikte her engelde kendini şiddetle ispat etmeye, yani totaliterleşmeye doğru savrulur. Kendi mutlak gerçekliğinin ötesine bakamamakla, sınır ötesinde olan şeyleri anlamakta, sürekliliğe katılmakta geç kalır. Çünkü bir kurguya samimiyetle inanmak onu gerçek yapmaz.
Belki de, kabul edilenin aksine, sınırlarına erişen Batı’nın Doğu’nun silkinmesine, yeni bin yılın yeni soluğunu Doğu’dan almaya ihtiyacı vardır. Ve belki de yanı başına geldiğimiz yeni evre, dünyanın ekseninin Doğu’ya hareketlenmesi ve tekrar oraya yerleşmesi değil, iki dünyaya köprü olacak bir orta noktada sabitlenmesidir.
Yani birbirini sürekli olarak fethetmek değil, dünyayı beraberce paylaşmak… En iyi denge hali de barış değil mi zaten?
Yazarlar
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.05.2019
2.05.2019
24.04.2019
21.04.2019
18.04.2019
16.04.2019
13.04.2019
10.04.2019
3.02.2019
28.03.2019