Markar ESAYAN

Aydının makus talihi, makul tarihi
9.03.2015
1715

 Entelektüeller ve köşe yazarlarının işi gerçekten zor. Yüzüklerin Efendisi’ndeki gibi zor bir denenmeye maruz kaldıkları doğrudur. Bu denenme, “söz kullanma” gücüne ulaşan bu kişileri Gollum gibi bir ucubeye de, Frodo gibi iyiliğe yol açan saygın kişiye de dönüştürebilir; ama ortası yoktur.

Bu türden bir sınavı aslında herkes hayatında mutlaka yaşamakta... Hatta çoğunluk, bu dünyaya bu tür denenmelerden geçmek üzere atıldığımızı düşünür. Askerde koluna tek pırpır takılan teneke onbaşı da, emrinde on binlerce kişi çalışan holding patronu da, bir aile reisi de, hasılı, kendisi üzerinde belirli bir güç birikmiş herkes ağır bir denenmeye uğrar.

Mesela Voltaire, keskin söz gücü ve üzerinde biriken üne güvenerek birçok rakibinin hayatını karartmıştı. Tam bir kibir kumkumasıydı. Ama kişisel tarihini kendi yazdığı için Voltaire’i Voltaire’in gözünden okuduk. Durduğu yer, o dönem yükselişte ve zaferi kesin olan bir noktaydı. Ona da rakiplerinin boynuna Zeitgeist’ın keskin kılıcını indirmek kalıyordu.

“Entelektüellerin söze müdahale hakkının modern miladı, Dreyfus Davası’ndaki Zola savunmasıdır” der Tony Judt. O tarihlerden itibaren entelektüel aydın sınıfının iktidar üreten bir aygıt olarak kurumsallaştığı doğrudur. Aydınlar, sanatçılar her zaman iktidarlarla, krallarla ilişkili olmuşlardır. Ama pre-modern döneme, aydının modern zamandaki rolüne benzer bir durum atfedilemez, bambaşkadır.

Tony Judt şöyle tanımlar bu ruh durumunu: [Zola'nın Dreyfus'u savunduğu] “O günlerden beri entelektüeller hassas konulara ‘müdahale’ edip akademik ya da artistik pozisyonlarının kendilerine kazandırdığı söz hakkını sürekli hatırlatırlar.”

Modern entelektüel, bilgiyi yayan kişi olarak faydalı bakterilere benzetilebilir ve çok önemli bir işlev yüklenir. Ama fark etmeden hastalık üreten virüs kaynağına dönüşebilirler.

Köşe yazarı/aydın, söyledikleri ve yazdıklarının ülkeyi etkilediğini, siyaseti menfi/müsbet dönüştürdüğünü, kamuoyunu yönlendirebildiğini anladığı andan itibaren denenme başlar. Bu güç, popülerlik, iktidara yakın olma (o iktidar pekala muhalif bir pozisyon da olabilir ve böylesi çok daha korunaklıdır) saygı, ilgi görme, maddi kazanç şeklinde sürekli dönüşür. Bu şeyler tek başına kötü değildir elbet. İyi/kötüden ziyade artık bir olgudur.

Ben Goethe’den ziyade Christopher Marlowe’un Dr. Faustus’unu daha çok severim. Mefistofeles (şeytan) huzur, iktidar ve aşk vermek için ruhu karşılığında Dr. Faustus’la ahidleşir. Marlowe’un versiyonunda Faustus Mefistofeles’e karşı koyamaz ve mahvolurken, Goethe’ninkinde oyun sanki ortada biter. Yani modern Faust’u ömrü boyunca kurgulayan Goethe yine de onu tam yere sermeyi göze alamamıştır. Oysa Marlowe’un hikayesi insanın değişmeyen trajedisini daha iyi anlatmıştır.

Entelektüelin iktidarla ilişkisi modern zamanda kurumsallaşmıştır dedik. “İktidardan” anlaşılan sadece “hükümetler” ise işimiz çok kolaydır. Çünkü onlar güçle açık biçimde ilişkilenerek “görünür” olmuşlardır ve takipçileri ne kadar kendilerine bağlı olsalar bunu akıllarında fark etmeden de olsa tutarlar.

Ama iktidar biçimleri, güç merkezleri oldukça çeşitli ve genellikle kamuflajlıdır. En güçlü iktidar biçimi üzerinde hiç konuşulmayandır. Muhalifler ve insan hakları çevreleri varsayıldığından çok daha anormal iktidar alanları yaratırlar. Bunların sadece insani amaçlar için güçlerini kullandıklarını söyleyemeyiz. Soros’tan bir Rahibe Teresa çıkarmak olur bu. Yıllar önce faili meçhuller üzerine bir belgesel çekmek isteyen bir grubu dinlemiştim. O alandaki sivil toplum örgütünün ağına takılmışlardı. O kurum tüm faili meçhul aileleri adeta zimmetine geçirmişti.

Entelektüelin durumu sadece bu hazin kişisel zaafla açıklanamaz. Batılı yaşam biçimi, ideoloji, bilim felsefesi, sanat ve tüm bunları yaymayı misyon edinen “ruhbanların” aldığı eğitim başka türlüsüne müsaade etmez. Entelektüellik kurumu modern bir tasarımdır ve kendisine/neşet ettiği sisteme karşı çalışmaz. Bu son nokta, muhalif olamayacağı anlamına gelir.

Ayrıcalıklı okulların amacı, toplumları, siyaseti ve bürokrasiyi kültürel olarak dönüştürmektir. Bizim ülkemizde bu proje halkın yüzde 25'inde tam, yüzde 75'inde kısmen başarılı olmuştur. Yüzde 75, bir aptallık sonucu (ve ne iyi ki) çeperde tutulduğu için, bugün Türkiye’deki değişimin bu kitleler sayesinde gerçekleşiyor olması tesadüf değildir. Çünkü o kesimler çeperde kalmak ve ayrımcılığa uğramakla endoktrinasyondan daha az etkilenmiş, ehlileştirilememişlerdir.

Daha önemli bir olay olmazsa bu konuya devam edelim.

.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar