Oya BAYDAR
Neden kimse hatırlamadı, hatırlatmadı bilmiyorum: 28 Şubat günlerinin bir Fadime’si vardı. Sadece Fadime de değil, örtülü üç genç kadın daha. Bunlar gün boyu ekranlarda boy gösterirler, çeşitli programlara katılırlar; bazen feryad edip ağlayarak bazen bugün Zehra Hanım’ın yaptığı gibi yüzlerini gizleyerek tekkelerde, camilerde başlarına neler geldiğini; şeyhlerin, imamların, din hocalarının kendilerine neler ettiklerini, nasıl tacize, tecavüze uğradıklarını, nasıl kandırılıp dolandırıldıklarını anlatırlardı. Hepsi etkileyiciydi, başarılıydı, ama Fadime gerçek bir yıldızdı. Hele de önceden davet edilmiş televizyoncuların, gazetecilerin şahitliğinde, don paça Aczimendî şeyhiyle iş tutarken basılma sahnesi, nasıl kandırılıp tecavüze uğradığını dakikalarca anlatması, 28 Şubat derin devlet propaganda aygıtının başyapıtlarından biridir.
Söylemeye gerek yok: Bütün bunlar, 28 Şubatçıların Müslümanları, İslamî kesimleri, dindarları suçlama, itibarsızlaştırma, karalama kampanyasının parçalarıydı. Askerî vesayet altındaki devlet ve siyasetin darbeyi/ müdahaleyi kitlelerin gözünde haklı göstermeyi hedefleyen psikolojik harekâtıydı.
Örtülü Fadime televizyonlarda ilk görüldüğünde, çevremdeki eşe dosta Fadime’nin bir algı saptırma operasyonunun baş artisti; çok daha büyük bir siyasal oyunun da figüranı olduğunu söylemiştim de, Müslüman dindar kesimlerin her melaneti yapabileceklerine inandırılmış olanlardan tepki görmüş, aşırı kuşkuculukla ve “melanet kaynağı” dindarlara arka çıkmakla eleştirilmiştim. Aradan zaman geçti, köprülerin altından çok sular aktı. Bir süre sonra Fadime’nin izine önce İstanbul’da, daha sonra da bir Karadeniz ilinde rastlandı. Tabii ki adı Fadime değildi, kimliği değişmişti. Kimseyle görüşmek istemiyordu, örtülü falan değildi, görevini yerine getirmiş normal yaşamına dönmüştü anlaşılan.
Gezi döneminin Zehra’sının hikâyesi
28 Şubat’ın Fadime’sinin ve diğer benzerlerinin (Birini hiç unutmuyorum; bir tekstilcinin İngilizce iktisat okumuş kızı olarak tanıtılıyordu. Üzerinde şık bir Burberry trençkot ve kafasında Burberry’nin ekose desenli başörtüsü vardı.) dönemin propaganda araçları olduklarını nereden mi çıkartmıştım? Ne özel istihbarat kaynağım ne de biliciliğim vardır; sadece biraz dikkat ve akıl yürütme bağımsızlığı, yani hiçbir tarafın ipine tutunmamış olmak... Fadime’nin, başına gelenleri televizyon ekranlarında anlatırkenki irkiltici pervasızlığı, mahremi teşhiri, gözlerinin felfecri okuması, serbest beden dili sadece ona inanmak isteyenleri kandırabilirdi. Ne var ki, 28 Şubat ortamında ona inanmaya hazır geniş kesimler vardı.
Gezi olayları sırasında Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen Zehra’nın hikâyesine de, anlatıldığı şekliyle, hele de Başbakan tarafından algı operasyonunun aracı yapıldığı andan itibaren inanmadım, inanamadım. Kimi fanatik laikçi kesimlerin başörtülü bir kadın gördüler mi kırmızı görmüş boğaya döndüklerini, İslamî kesim kadınlarına tepkilerini bilmez değilim. Olaylar sırasında bazı örtülü arkadaşlarımın, -özellikle Kadıköy’deki gösterilerde- laf atmalara, arabayla geçerlerken caddeye yayılmış göstericilerin sözlü tacizine maruz kaldıklarını biliyorum. Onlara sonuna kadar inanıyorum, bu yapılanlardan utanç duyuyorum. Ama Zehra hanımın anlattıklarının ve ağzından köpükler saçan Başbakan’ın miting meydanlarında ballandırarak aktardığı hikâyenin en küçük bir inandırıcılığı yoktu. 60 kadar (sonra sayı 80’e, 100’e kadar çıktı) belden yukarıları çıplak, elleri deri eldivenli, başları siyah bantlı adam, bebek arabası süren örtülü bir kadına saldırıyor, onu yere yıkıyor, hem kendisinin hem bebeciğinin üzerine işiyor, kadını perişan ediyor ve (sonradan eklendi) cinsel tacizde bulunuyor... Bu bir Tarantino filminin dehşet sahnesidir. Benzerlerini, bu türün meraklılarının defalarca seyrettikleri bir sahne.
Türkiye’de özellikle kadınlara yönelik vahşetin, şiddetin dört bir yanda kol gezdiğini bilmeyen yok. Ama, belden yukarıları çıplak, siyah bantlı, deri eldivenli saldırgan çeteleri bugüne kadar gören, bilen de yok. Dört bir yanda kameralar olan Kabataş’ta, onca insanın ve özel korumaların gözleri önünde böyle bir güruh hiç kimseye saldırmadan, yolda yürüse bile seyirlik olarak dikkat, güvenlik açısından şüphe çeker. Soruşturma sırasında o çevrede oldukları tesbit edilen, hatta o bölgeden telefon sinyalleri gelen pek çok kişinin tanıklığına başvurulduğu halde, nedense olayı gören kimse yok. Bu ülke insanlarının tümünün; böyle bir güruhun darp ettiği, yere düşürdüğü, bebeğinin ve kendisinin üzerine işediği, cinsel tacizde bulunduğu bir kadını görmezden gelebilecek kadar vahşileştiğine, vicdansızlaştığına inanan, bizi de inandırmak isteyenlerin kendi halklarına hakaret ettiklerini de geçerken not edelim.
Roman yazarken insanın başına gelir, hikâyeyi ne kadar abartırsanız gerçeklik duygusundan o kadar uzaklaşırsınız. Zehra hanımın hikâyesini daha baştan inanılmaz kılan, aktardığı veya ona aktartılan Tarantino filmi sahnesiydi. Örtülü genç kadına laf atılmış olabilirdi; kendisi veya videoda görülen yanındaki eşi laf atanlarla tartışmaya girmiş, itiş kakış çıkmış da olabilirdi; ama anlatılan sahnelere inanmamızı istemek, moda tabirle aklımıza hakarettir. Başbakan’ın hâlâ dilinden düşürmediği, daha bugün İçişleri Bakanı’nın “Olay doğru, Adli Tıp raporları var, hem beyan esastır” diye devreye girdiği bu hikâyede, olaydan beş gün sonra alınmış raporlarda vahim darpdan değil tehlikeli olmayan morluklardan söz edildiğini belirtmeden geçmeyelim. Öte yandan Fadime’nin beyanlarına da indırılmaya çalışılmıştı bu toplum, unutmayalım. Ve de meselâ ben “Başbakan beni itip kaktı, Bakan Alâ tacizde bulundu, vb." şikayetiyle savcılığa başvurursam benim beyanımın da esas alınıp alınmayacağı sorusuna cevap arayalım.
Neden sustunuz?
Bu hikâyeye, daha doğrusu olayın böyle cereyan ettiğine baştan beri inanmadığım halde, o zaman bu konuya değinmedim, yazabilecekken yazmadım. Nedeni, örtülü kadınların bunca yıllık mağduriyetlerine karşı hassasiyetimdi. Ayrıca, elimde olay anına ait ne bir görüntü ne bir kanıt vardı. Tarantino filmi sahnesi gibi olmasa da, o günlerin karışık karmaşık havasında bir itiş kakış, bir saldırı da olabilirdi. Genç kadın yaşadığı korku ve travma yüzünden, biraz da muhayyilesini çalıştırarak ve çevresinin teşvikiyle olayı abartarak nakletmiş olabilirdi. Yetkili ağızlar, özellikle de Tayyip Erdoğan tarafından sürekli kullanılan ve belgeleneceği söylenen olayla ilgili görüntüler (zamanlaması manidar şekilde) ekranlara yansıdığında, bazı medya mensuplarının, tanınmış gazetecilerin bunları daha o zaman gördüklerini ve bu görüntüler üzerinden, anlatılan dehşet hikâyesine inandıklarını söylemelerine gerçekten hayret ettim. O zaman olayın üstüne neden gitmediklerini sorguladım kendi kendime. Benimle aynı nedenlerle, yani örtülü kadını sakınmak için mi? Başbakan’ın hışmını çekmemek için mi? O sıralarda kendi medya grupları Penguen yayımcılığının parçası olduğu için mi? Yoksa şu günlerde bize seyrettirilen görüntülerden daha fazlasının bilgisine sahip oldukları için mi? Bu sorulara onların cevap vermesi gerektiğini düşünüyorum. “Olayı çok önemli bulmadım” açıklamalarını ise anlamakta güçlük çekiyorum. Çünkü olay, Başbakan’ın da anlattığı biçimiyle, Gezi’yi itibarsızlaştırmanın, çarpıtmanın, kitleleri kışkırtmanın iki büyük yalanından biriydi (diğeri müezzin tarafından da çürütülen camide içki içildiği tevatürü). Yani çok önemliydi.
Bu ülkede artık her şey olur. Bu saatten sonra, 60-80-100 üstü çıplak, elleri meşin eldivenli kişinin Zehra hanımı nasıl darp ettiklerinin, yerde yatarken üstüne nasıl ne yaptıklarının video görüntüleri bile çıkar piyasaya! Olay anında hepsi bozuk olan Mobesa kameralarından hokus pokusla görüntüler saçılır. Adli Tıp raporları değiştirilir, bugüne kadar kayıplara karışmış şahitler tek tek çıkıverirler ortaya. İş üstünde Mobesa kameralarına yakalanan hırsızın bile “görüntüler montaj” dediği bir ortamda, bunca zamandır ortaya çıkmayan kayıtların piyasaya dökülmesine Tayyip Bey ve şürekâsından başka inanan olur mu bilemem. Ama ellerinde anlattıklarıyla ilgili en küçük bir delil olsaydı bugüne kadar beklemeyeceklerini, meydanlarda, ekranlarda sergileyeceklerini, tepe tepe kullanacaklarını bilmemek için budala olmak gerek.
Kadın istismarında yok birbirinizden farkınız
28 Şubatçılar algı operasyonlarını örtülü kadınlar üzerinden yürüttüler. Fadime’yi ve diğer kadınları kendi siyasal amaçları için konu mankeni olarak en âdi biçimde kullandılar. Bugün Erdoğan da yine kadını, özellikle örtülü kadını kendi siyasal amaçlarına meze yapıyor. Gezi’yi itibarsızlaştırmak, Gezicileri şeytanlaştırmak için, kendi kitlesini en fazla etkileyeceğini bildiği örtülü Müslüman kadın imajını kullanıyor. Kadının aşağılanması ve araçsallaştırılmasında; kadın, özellikle de örtülü kadın üzerinden psikolojik harekât planlanması ve siyaset yapılmasında 28 Şubatçılarla AKP iktidarının ve onun başbakanının hiçbir farkı yok. Biri aynı filmin darbeci vesayetçi versiyonuydu, diğeri Müslüman muhafazakâr versiyonu.
Her kesimden örtülü ve örtüsüz kadınlar bu gerçeği kavrayıp kendileri üzerinden siyaset yapılmasına, kendileri üzerinden üretilmiş yalanlarla toplumun cepheleştirilmesine, erkek egemen iktidarların kendilerini araçsallaştırmasına birlikte karşı çıkabilene kadar, Fadimeler, Zehralar, bizler hepimiz çirkin siyaset oyunlarının kurbanı olmaya devam edeceğiz.
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024