Taha Akyol
Eski Diyanet İşleri Başkanı ve KURAMER (Kuran Araştırmaları Merkezi) Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu yeni çıkan ‘İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz?’ kitabı üzerine Taha Akyol’un sorularını cevapladı.
Taliban dahil her cemaat ve grup kendi İslam anlayışını doğru sayıyor. Siz de “Kitapları yakılan İbn Hazm, tekfir edilen İbn Rüşd ve Arabi mi… Teymiye mi?..” diye örneklerle bu sorunu ortaya koyuyorsunuz. Bu sorunuzun cevabı nedir?
İslam dininin kaynağı Kur’an ve Sünnettir. Allah son dinini insanlığa vahyi olan Kur’an’la bildirmiş, Peygamberimiz Kur’an’ı açıklamış ve onun ilkelerinin hayata nasıl yansıtılabileceğini o günün koşulları içinde örneklendirmiştir. Ancak bugün Müslümanların önünde, inmeye devam eden bir vahiy ve yaşayan bir peygamber yok. “Mushaf” olarak bildiğimiz Kur’an metni ile Peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik süresinde ortaya çıkan “hadisler” var. Artık Müslümanlara düşen ellerindeki bu iki kaynağı okumak ve anlamaktır; tikel örnek ve açıklamalardan ilkeler çıkarmak, Kur’an ve sünnetin vermek istediği mesajı kavramaktır. İşte tam burada devreye akıl ve yorum, anlama ve tefekkür girer. Bu olunca da farklı görüş ve yorumların, her bir bölge ve toplumda farklı anlayışların olması kaçınılmaz olur. Bu çok seslilik dinde risk ve bozulma değil, doğal bir durumdur, hatta zenginliktir. Din içi çoğulculuktan da korkmamak gerekir.
DİN-İÇİ ÇOĞULCULUK
Din-içi çoğulculuk diyorsunuz, bu ‘nifak’ olmaz mı?
Tarih boyunca Müslümanlar bunu zaten yaşadı. Önemli olan din içi çoğulculuğu nifak değil, zenginlik, rahmet olarak görebilmektir. Müslümanlar dinin uluhiyet, ahiret, nübüvvet, temel ibadetler ve haramlar gibi ana esaslarında zaten müttefiktir. Ama bunun dışında kalan ve form olarak dinin unsurları arasında bulunmayan sosyal hayat ve ilişkiler, ekonomik ve siyasal yapı, aile, kamusal hayat, eğitim gibi birçok alanda Müslümanlar kendi çağlarının gerçekliklerini, dinin ana ilkelerine bağlılık içinde yürüteceklerdir. Bunlarda farklı anlayışları doğal karşılamak gerekir. Yani, evrensel bir dine mensup olan Müslümanlar için bu çoğulculuk doğal bir durumdur. “Madem aynı kitaba ve peygambere inanıyoruz, öyleyse her Müslüman hayatı tek tip yaşamalıdır, dini aynı şekilde anlamalıdır” demek ya geleneğimizi hiç bilmemek ve körlüktür ya da bağnaz bir ideolojik tutumdur.
Bizim tarihimiz aynı ayeti veya hadisi farklı farklı anlayan, aynı olaydan farklı ilkeler üreten ilim insanlarıyla doludur. Biz içe kapanmadığımız ve özgüven sahibi olduğumuz dönemde dinin akide ve şeriat alanındaki birçok ana konusunu özgürce tartışabildik. Bu ilim ve tartışmalardan sonra din yok olmadı, aksine dini bilgi daha güçlenerek çıktı.
Bugün kendimizi merkeze alarak ve hakikat tekelciliği yapıyor, görüşüne katılmadığımız kişileri yok saymaya, İslam dairesinin dışına atmaya böylece Allah’ın dinini korumaya çalışıyoruz. Birisi İbn Arabi’yi, birisi İbn Teymiye’yi, birisi İbn Rüşd’ü dışlıyor. Bu hastalıklı bir tutumdur. Kendi görüşümüzü dinle özdeşleştiren bir kibirdir. Özgüven yoksunluğunun ve söylediklerimizin toplumda karşılığının olmamasının iç dünyamızda yarattığı hıncın adeta dışavurumudur.
KUR’AN, SÜNNET VE...
Bütün Müslümanlar Kur’an ve Sünnet diyor ama anlayışlar çok fraklı hatta zıt. Doğruları araştırırken çok önem verdiğiniz ‘yöntem’ nedir?
Burada belki de ilk yapılması gereken Müslümanlar arasındaki farklı din anlayışlarının ve bunların hayat tarzına dönüşmesinin hak-batıl, hidayet-dalalet, iman-küfür gibi akide/inanç ekseninde değil, isabetli-isabetsiz, doğru-yanlış gibi tanımlamalar üstüne kurulmuş eleştirel ve analitik bir yaklaşımla ele alınmasıdır. Allah’ın dediği ile kişisel görüşlerin birbirinden ayrı tutulması gerekir. Vardığımız bir görüşün de neticede subjektif ve zannî karakterde olacağını akıldan çıkarmamalıyız. Dinle ilgili konuları, kutsalı temsil eden din sahipliği edası içinde değil, ilmi müzakere usulüyle tartışmalı, her konuyu bir din-iman tartışmasına dönüştürmekten kaçınmalıyız.
İslam’da tek dinî otorite, ilahî vahyi alması cihetiyle Hz. Peygamberdir. Onun dışında din alimlerinin, hocaların, şeyhlerin ve devlet adamlarının dinî nitelikte bir otoriteye sahip olmadığını, İslam’ı anlamanın hiçbir zümre ve sınıfa tahsis edilemeyeceğini daima göz önünde tutmak zorundayız. Bu aynı dine inanan, aynı kıbleye yönelen ama bizden çok farklı düşünen kesimleri -kendi düşünce ve tercihimizin en doğrusu olduğuna inanma hakkımız baki kalarak- dinlemek ve ciddiye almak demektir. Daha doğrusu, geleneksel hoşgörü sınırlarımızı genişletmemiz ve hakikat tekelciliğinden vazgeçmemiz gerekiyor.
Allah dinini kıyamete kadar koruyacaktır. İslam hakkında konuşanlar, yazıp çizenler din muhafızlığına soyunmak ve insanların imanını, dindarlık derecesini ölçmek yerine Allah’ın son dinini daha iyi anlamak, önce kendi dindarlığını gözden geçirme ve koruma, sonra da diğerlerine iyi örnek olma yolunu seçseler ne iyi ederler.
TARİH VE TOPLUMSAL METOT
Tarih ve toplum şartlarını dikkate alma yöntemi eskiden de var mıydı?
Kur’an veya sünnette yer alan bir açıklamayı anlarken zaman ve toplum faktörünü göz önüne almak, yeni değil ta dört halifeden itibaren önem verilen bir husustur. Hz. Ebu Bekir Medine’de yeni oluşan devlete vergi (zekât) vermeyerek siyasi birliğe katılmak istemeyen Müslümanlarla savaş kararı almıştır. Çünkü Arap yarımadasının siyasi birliği önem taşıyordu. İslam’a karşı mesafeli duran kesimlerin gönlünü kazanmak için onlara devlet gelirlerinden pay verilmesi ayette geçtiği halde buna gerek görmemiştir. Hz. Ömer, artık ticari değer taşıdığı için -sünnette aksine uygulama olsa da- atlardan vergi (zekât) alınmasına, fethedilen Irak topraklarının yeni bir statüde olmasına karar vermiştir. Sahabe ve sonraki dönemde alimler zaman ve toplum şartları değiştikçe buna uygun yeni hükümler vermişlerdir. Ancak bu, dinin ana gövdesini teşkil eden inanç, ibadet ve temel haramlarda değil muamelat denilen alanda olmuştur. Yani sosyal ve ekonomik yapı, yönetim ve kamusal alan, diğer toplumlarla ilişkiler, belli ölçüde aile ve günlük hayatla ilgili konularda zaman ve toplumsal şartlar etkili olmuştur. Biz, ancak dini bildirimle bilinebilecek alanlardaki bilgilere “semiyyât” deriz. Uluhiyet ve tevhid, vahiy ve peygamberlik, ahiret gibi inanç esasları böyledir. Namaz, oruç gibi ibadetler böyledir. Domuz eti, içki, kumar, zina, adam öldürme gibi haramlar böyledir. Bunlarda zaman ve mekân faktörü olmaz. “Akliyyât” denilen, hayatın tabii akışı ve insanların içinde bulundukları şart ve imkanlar içinde şekillenen davranış kalıpları ve kuralları ise daha çok üst ahlakî değerler ve insanî erdemleri gerçekleştirmeleri yönüyle dinle ilişkilidir. Müslümanlar da onları bu yönüyle sürekli gözden geçirmek ve hayatla din arasında bağı sürdürmek zorundadır. Bu da ancak zaman ve toplum bilincini korumakla olur.
Bu konuda birkaç örnek verir misiniz?
Dini anlamada zaman ve toplum bilincinin önemsendiğinin belki de en çarpıcı örneğini İslam’ın Arap yarımadası dışına taşmasının akabinde “mevâlî” dediğimiz diğer kavim ve kültürlere mensup yani Arap kökenli olmayan Müslüman alimler arasında görürüz. Ebû Hanife başta olmak üzere Irak rey ekolü, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Endülüs’te gelişen dini düşünce zaman ve toplumsal şartlara göre dini metinlere yeni bakış açıları getirmişlerdir. Zaten bu çabalar olmasaydı dinin evrensel davetini anlamak ve anlatmak mümkün olmazdı; din dar bir kültürel çevrenin anlayış ve şartlarına hapsolmuş olurdu.
Bugün İslam uleması arasında zamanın ve toplumsal şartların değişimini görmezden gelmekte direnen, yok sayan, aradan geçen on küsur yüzyıla rağmen hala insanları eski dönemlerin şart ve kültürleri içinde yaşamaya zorlayan ve bunun dinin gereği olduğunu düşünenler hayli ağırlıktadır. Buna biraz da sürekli o dönemde yazılan kitaplarla haşir neşir olup yaşanan hayattan kopmamız ve böylece zihinleri tarihe kilitlememiz yol açıyor. Böyle yaparsak Müslümanlar açısından tarihin sonu gelmiş ve İslam’ın bugüne ve yarına dair bütün öngörü ve mesajını yok saymış oluruz.
Günümüzde İslâm’ı anlamaktan ve İslam dininin günümüze hitap etmesinden söz edeceksek, İslam’ı tarih ve toplum bilincini koruyarak anlamak zorundayız. Kur’an ve sünnet boşluğa hitap şeklinde gelmedi. İslam’ın insanlığa yaptığı hitabın tarihin ve toplumun akışı içerisinde neye tekabül ettiğini fark etmeliyiz. Konuya böyle baktığımızda da dinî hayatın sahabe dönemindeki biçimini sabit kalıplara sahip teorik ve ideolojik öğretilere dönüştürmek yerine, insanlık ve vahiy tarihinin akışı içerisinde, vahyin toplumla diyalektik ilişkisini göz önünde bulundurarak anlamak daha önemli hale gelmektedir. Toplumların sürekli bir değişim içinde olduğu gerçeğini kabullenmek ve bu değişime verilecek cevapları nasların anlam çerçevesi içinde aramak, bu çabanın hareket noktası olacaktır. Yorum tarihimizde rey ekolünün yapmaya çalıştığı da bu olmuştur.
CAN YAKICI SORUNLAR
Kitabınızda “Din alanında can yakan olumsuzluklar gözümüzün önünde cereyan ediyor ve hepimizi mahcup eden bir hal alıyor…” diyorsunuz. Neler bunlar?
Son ve mükemmel İslam dinine mensubuz. Derin ve zengin bir medeniyet geçmişimiz var. İslam ülkelerinin insan kaynağı da doğal zenginliği de azımsanmayacak ölçüde. Ne var ki bugün altmışa yakın İslam ülkesi huzur ve güven, adalet ve hukuk, insan hakları ve özgürlükler, insan onuru ve insana saygı, eğitim, bilim ve teknoloji, sosyal refah, çevre gibi birçok temel konuda ciddi sorunlarla boğuşuyor. Üstelik yüce dinimizi anlayış tarzımız, dini eğitim ve öğretimimiz bu sorunların üstesinden gelmede bize ciddi bir destek üretmiyor. Sağlıklı bir din-dünya dengesi kuramadık. Allah dünyada geçerli belli bir düzen ve sebep-sonuç ilişkisi içinde yürüyen kurallar yaratmıştır. Buna “sünnetullah” denir.
Allah bizden dünyayı kendi kuralları içinde, sebep-sonuç ilişkisini keşfederek yaşamamızı, dünyayı yaşarken de dinin gösterdiği rotada kalmamızı, dinin koyduğu sınırları aşmamamızı, ahiret hayatının da dünyada yapıp ettiklerimize bağlı olduğunu bildirdi. Kur’an, “Allah, içinizden iman edip salih amel yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde iktidar verecek, rızasına vesile kıldığının dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, korkularını bundan böyle güvenliğe çevirecektir.” buyurarak dünya egemenliğinin inanma ve yararlı iş (salih amel) işleme temeline dayandığını bildirir. Bir başka ayette Allah’ın “Yeryüzü salih amel yapan kullarıma kalacaktır” buyurduğu bildirilir. Salih amel, Allah’ın yeryüzü kurallarıyla ve diniyle uyumlu, insanlığın ortak hayrına işler demektir.
Din, dünya, akıl, düşünce, bilim, bunların hepsi Allah’ın yaratması ve lütfunun eseridir. Buna göre insan, dünyanın işleyişinde sebep-sonuç ilişkisinin cari olduğunu görüp bir davranışının sonuçlarını öngörebilecektir; insanın akıllı, iradeli, özgür ve davranışlarından sorumlu bir varlık olması bu demektir.
Yani, kendi yapmamız gereken işleri Allah’a havale edip fiillerimizin sonucunu ona yüklememiz ve bu suretle olup bitende bizim payımızın olmadığını ileri sürmemiz doğru olmaz. Kader, tevekkül, dua, irade ve özgürlük anlayışının da bu zemine oturması gerekir. Sebep-sonuç ilişkisini ve Sünnetullah’ı kavrayamamış bir İslam dünyasında bilim de dinî düşünce de gelişemez.
MÜSLÜMAN ÖRNEK OLMALI
Yani ‘tabiat kanunu’ gibi bir kavram mı?
Tabiatın da insan gibi fıtratı vardır. Kur’an, bu kainat kitabının özeti ve ilahî hikmet açısından tanımlanmasıdır. Dinin insana yönelik bildirimi de yine insan fıtratına metafizik bir aydınlatma getirmedir.
Müslüman elinden ve dilinden herkesin güvende olduğu kimse olmalıdır. Kendisi için istediğini kardeşi için de samimiyetle isteyebilmelidir. Müslüman, dünyada örnek ve gıbta edilen bir kişilik profili sergilemelidir. İnanarak ve yararlı iş yaparak dünyada “Allah’ın halifesi” olduğunu insanlığa göstermeli, etrafına barış ve esenlik saçmalıdır. Öyleyse, niye Allah’ın cennetini birbirimizden kıskanarak, birbirimizi sırat köprüsünden aşağıya atmaya çalışarak hayatımızı birbirimize zehir ediyoruz. Bu öfke niye ve kime? Yüce Yaratanı tanıyıp O’nun huzurunda hesap vereceğimize inanmamız, yani Allah ve ahiret inancımız izim bu dünyada daha ahlaklı, daha adaletli, daha merhametli olmamıza, özü-sözü bir dosdoğru insanlar olmamıza yol açmalı değil mi?
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
29.05.2025
26.05.2025
23.05.2025
22.05.2025
18.05.2025
15.05.2025