Yıldıray OĞUR
Aslında hikâyenin açılışı bir türküyle başlıyor: Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar…
Hikâyenin baş kahramanı da babasının derlediği o türküdeki tavsiyeye uyup Mecidiyeköy’de oturduğu yüksek yüksek apartmandan bir gün çıkıp, (ikinci dizedeki tavsiyeye uymayıp) aşrı aşrı memleketlerde bir çiftliğe yerleşen bir kadın.
Bu kez hikâyenin başında bir elma düşüyor gökten. Sonunda ise yüzlerce elma herkesin başına düşecek.
11 Nisan 1980. Darbeye aylar var. Türkiye İşçi Partisi kurucularından, halk kültürü araştırmacısı, Tüfekliler kitabında anlattığı Ahmet Türk’ün de aralarında olduğu Rize’den Mardin’e yüzlerce öğrencinin hocası, yazar, Cumhuriyet yazarı, pek çok ünlü türkünün derlemecisi, Ruhi Su ile albümler yapmış Ümit Kaftancıoğlu yapımcı olarak çalıştığı TRTİstanbul Radyosu‘na gitmek üzere evden çıkmıştır yine. Her zaman ki gibi arabasıyla okula bıraktığı kızı Pınar’la.
13 yaşındaki Pınar evden çıkarken annesi beslenme çantasına elmayı koyup koymadığını sorduğu sırada olur her şey. Arabasının camlarını silen babasının yanına iki adam yaklaşır: “Sen Ümit Kaftancıoğlu musun” diye sorar ve ateş etmeye başlarlar. Her şey küçük kızın gözleri önünde olur. Kolları arasında can veren babasının son sözleri de onun ismi.
Tetikçi olduğu söylenenler darbeden sonra yakalanır, sonra bir şekilde tahliye olurlar, esas katiller ise bir türlü bulunamaz.
Cenazedeki büyük kalabalıklar dağılınca aile yalnız kalır. Ekonomik zorluklar başlar. 13 yaşında yaşadığı büyük travmayla büyüyen Pınar, 14.5 yaşında üniversiteye girer. Üniversitedeyken anne olur evlenir, boşanır.
Beraber büyüdüğü oğlu Can’la başbaşa kalır. Yazları Güney’deki otel resepsyonlarında, kat temizliğinde çalışır. Sonra yirmili yaşlarda çok sevdiği ticarete girer. Okunmuş Teksas Tommiks, pazarda şile bezi elbiseler, halı satar. Sonra iyi maaşla İstanbul’da büyük bir holdingde işe başlar. Ama bu hayat hiç ona göre değildir.
Yüksek yüksek tepelere benzeyen binalara sığmaz. Ve 30 yaşında istifa eder, eşyalarını bir kamyona yükletip, oğlunu alıp Ege’ye gider. Önce her Beyaz Türk’ün rüyası eski bir Rum evinde cafe açar. Sonra Kuşadası. Bu sırada her şeye adını verecek İpek’in doğumu, yine başarısız bir evlilik.
Aydın Nazilli’de işlettiği Billur Su çok iyi iş yapar. 2003’te 38 yaşında su fabrikasını sattığında kendi ifadesiyle çocuklarının çocuklarına yetecek kadar iyi bir para alır.
Bu erken emekliliği geçirmek için annesinden kalan, miras paylaşımlarında adı bile geçmemiş arsalarının olduğu Nazilli’nin Ocaklı Köyü’ne yerleşmeye karar verir. Kayseri’den iyi taş ustası getirip, kendine bir çiftlik eşi yaptırır. Bu sırada boş tarlalarını ıslah için kolları sıvar, sürdürür, inek dışkılarıyla gübreleme yapar, köylerden meyve sebze fidanlarını getirtip diker.
Her şey pek sevmediği organik değil, doğaldır. Yüzyıllardır bu köylerde bu iş nasıl yapıldıysa öyle yapılır. Aslında önce amacı kızı İpek’i hazır mama kutularından kurtarmak, onu tarlasındaki ürünlerle beslemek, ineklerinin sütlerini, peynirlerini, tavuklarının yumurtalarını yedirmektir. Kesinlikle kendilerini değil ama. “Bir tavuğun yaşlılıktan ölmesi bir benim çiftliğimde oldu herhalde” diyen iyi bir vejeteryandır çünkü.
Çiftlikten İpek’in, komşuların ihtiyacından daha fazlası çıkmaya başlar. Önce koliler yapıp İstanbul’daki tanıdıklara hediye paketleri gönderir. Herkes gelen kolilerden çıkanlara bayılmaktadır. Bunun bir karşılığı olsun ısrarlarıyla yavaş yavaş büyüyen bir kitleye çiftliğin ürünleri kolilenip satılmaya başlanır. İşler büyüdükçe, köydeki kadınlar istihdam edilir, sonra diğer köylerdeki kadınlar. Domatesler toplanmakta, salçalar, turşular yapılıp kavanozlanmaktadır. Çalışanları sigortalı, hijyen kurallarına azami uyulan bir işletmeye döner çiftlik. Reklamsız, sadece referansla kulaktan kulağa şöhreti yayılır İpek Hanım’ın Çiftliği’nin. İstanbul sosyetesi, ünlüler, bebeğine doğal ürünler yedirmek isteyen anneler, Pınar hanımın her hafta çiftlikten alınabilecek ürünleri paylaştığı haberleşme grubuna üye olurlar. Çiftliğin ürünleri herkese yetecek kadar paketlenir. Üç kilo patates, iki kilo soğan, iki kilo elma, 10 yumurta, peynirler, çörekler…
Röportajlar, haberler birbirini izler. Pınar Hanım’ın organik gıdalara karşı uyarıları, yemek tarifleri, online paylaştığı çiftlikten görüntüler, babasından geçmiş hoş üslubuyla ürünlerini anlattığı mailler efsane olur…
Ve sonra bir gün….
30 Mart 2014 seçimlerinden hemen önce bir haber düşer. Pınar Kaftancıoğlu AK Parti’den Nazilli Belediye Meclisi’ne aday olmuştur. Üçüncü sıradan.
Haber dalga dalga yayılır. Büyük bir şoka neden olur. Nasıl olabilir bu? Hem de sağcıların öldürdüğü solcu bir yazarın kızı. Hem de bütün müşterileri Beyaz Türklerken.. Çiftliğe iptaller yağmaya başlar, tepki telefonları, beni haber listesinde çıkarın emailleri…
Gerisini sosyal medyaya yazılanlar, internet forumları, ve sözlüklerden okuyalım:
“Şimdi hükümete yakın olan firmaların bu kadar şaibesi varken, bu şaibeli hükümete yakın bir işletmeye niye güveneyim?”
“İlk siparişimi vermek üzereyken sahibinin akp meclis üyesi adayı olduğunu öğrendiğim çiftlik. gerçekten yazık. 1 kuruşumu bile helal etmeyeceğim bir insanın işletmesi.”
“Kendisine şu maille veda ettiğim güzel ürünler satan web sitesi:
“Merhaba. AKP’den aday olduğunuzu ogrendim. Tebrikler, seçimde başarılar, lütfen mail listenizden çıkarın beni”
“Bunca zamandır her hafta ahkam kestigin, sürekli kotülediğin politikaları ve işleri yapan partiden aday olmak nedir ya? İnsanları salak yerine koymanın gereği var mı?”
“100 kişinin çalıştığı yer. sahibine gelince, ne yalan söyliyim, kendisinden utanç duyuyorum. organik tarıma eyvallah, ama siyasi meselelere gelince, cidden utanç duyuyorum.”
“İnsanları aptal yerine koymanın bir manası yok. Bir insanın bir partide yer alabilmesi için ideolojik çelişki yaşamaması lazım. Aksi yaşanıyorsa buradaki ilişki çok farklı.”
“Beni çok şaşırtarak Nazilli’den AKP adayı olmuş Pınar Hanım’ın çiftliği… Daha önce bir çok kişiye çiftliğin ve bu hanımın savunuculuğunu yaptığım için şu an çok üzülüyorum…
“Siyasi durusundan öte yazdığı ve söylediği şeylerle yaptığı şeyler birbirini tutmadığı ve su durumda evime giren yiyeceklere artık güvenim kalmadığı için…”
“Bana GDO mu AKP mi diye sordurtmuş çiftlik. GDO ulan!”
“Şaka gibi bir insan. Bence şu zulme ve baskı ortamına destek olduğu için protesto edilmeli. Ben zaten hiçbir zaman samimi bulmadığımdan almadım ondan. Şimdi iyice tiksindim yeminle.”
“Solcu” olduğu için oldurulen ve her firsatta lafin arasinda adini geçirerek uzerinden prim yapmaya calistigi babasinin da ruhuna azap verdigini düşünüyorum”
“Bu kadın, çalıştırdığı yüzden fazla kişiyi ve bizim paralarımızla ticari destek verdiği 60 kadar köyü de sayarasak, bunların bir bölümünü bile etkilese, 100 kişiyi etkileyebilecek bir potansiyele sahip.
peki geçen seçimde aydın’da oy farkı neydi: 400 kişi!
bu kadar yakındı seçimde oy oranları!
bu kadının bu tavrı yüzünden aydın akp’şe geçebilir.
Aydın’ın akp’ye geçmesi demek; sandık kalabalığını elinde tuttuğu için
her şeyi yapabileceğine inanan iktidarın insanlar ve doğa zürenideki baskısının arttırarak devam etmesi için ellerine bir kozun daha geçmesi demektir.”
“ha, bu arada, çiftliğin hanımı “yetmez ama evet” güruhundan biriydi eskiden de, tanıyanlar şaşırmadı.”
“keşke hiç alışveriş yapmasaymışım buradan, insanları salak yerine koymayı iyi bildiklerine göre acaba daha sağlıklı sanarak aldıklarımla nasıl salak yerine koyuldum =/”
“pazarlama tarihine geçecek bir hata yapmış kurum.
ulan bu memlekette senin yaptığın mala değer verip alanların %99′u akp karşıtı,
kentli, laik, özgürlükçü, gezici kesim; doğal olarak senin hedef kitlen de öyle. hangi akla hizmet bu kadar kutuplaşmış bir ortamda böyle bir politik hamle yaparsın?”
“tek bir yerde hata yaptı, bunu duyulmayacağını sandı, işte şimdi yandı.”
“çok hızlı bir şekilde müşteri kaybediyor. bu kaybı önlemek için telefonla durumu izah etmeye çalışan ipek hanım’a ait çiftlik.”
Pınar Hanım hızla kendisini terk eden müşterilerini tek tek arar, emailler atar, durumu izah etmeye çalışır:
“anadolu’da bir şeyler yapabilmek, bir şeylere karşı durabilmek için bir titre ihtiyaç duyuyorsunuz maalesef. aydın bu seçimler ile ‘büyükşehir’ oluyor. bütün köyler merkeze bağlı birer mahalle haline getiriliyor. köylerin imara açılması demek, hayvancılığın bitirilmesi demek bu… karşı koyabilmek için bir masada oturmam mecburi hale geldi. kent meclisi üyeliği için bana teklif getiren tek parti akp olduğu için onların listelerinden girmeye karar verdim. seçimden sonra istifamı sunup bağımsız üye olarak devam edeceğim. bir ‘trick’ gibi gözükse de bağımsız aday olarak kent meclisine girebilmenin başka bir yolu yok maalesef. akp çizgisine en az sizin kadar uzağım. ona uzak olduğum kadar mhp’ye, ona uzak olduğum kadar chp’ye de uzağım. öyle de kalayım. alışveriş yapıp yapmamanızın hiçbir önemi yok. sadece anlamanızı ve anlayışınızı rica ediyorum.
sevgiler”
Tepkiler, iptaller karşısında yapabileceği fazla bir şey yoktur. Seçilir seçilmez AK Parti’den istifa eder.
Bu korkutucu öfke, kör nefret karşısında işe yaramış mıdır? İnşallah yaramıştır.
Ne olur ne olmaz. Yine de hikâyenin sonunda o çiftlikte yetişen o kütür kütür elmalar kutuplaşmadan şikâyetçi olanların başına…
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2025
8.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025