Ahmet KARDAM
Tarihsel TKP’nin son Genel Sekreteri Nabi Yağcı’nın 1 Aralık 2011 tarihli Taraf gazetesindeki köşesinde, Başbakan Erdoğan’ın Dersim Katliamı için devlet adına özür dilemesi üzerine, bu özrün “Herkesi de kendi geçmişiyle yüzleşmeye davet edici olduğunu” söyleyerek “Dersim katliamına TKP’nin yanlış bakışı nedeniyle açıkça özür diliyorum” demesi sol kamuoyunda çeşitli yorumlara neden oldu
Türkiye Marksistlerinin belki tümünün değil ama ezici çoğunluğunun ortak geçmişi olan, tarihsel TKP’nin 1920-1970 dönemiyle yüzleşme sorunun bu vesileyle gündeme gelmesi bence çok olumlu oldu. Umarım unutulup gitmez; daha geniş katılımlarla, Türkiye Marksist hareketinin tüm parçalarının bu ortak geçmişleriyle –sadece Kürt sorunuyla sınırlı kalmayacak şekilde– kolektif yüzleşmeleri halini alır.
Fakat sorun sadece 1970 öncesiyle sınırlı tutulamaz. Diğer parti ve akımları bilemem, ama tarihsel TKP’nin “1968 kuşağı”nın hayattaki lider ve yöneticilerinin partinin 1970’li ve 1980’li yıllarıyla da, sadece Kürt sorunuyla sınırlı kalmayacak şekilde yüzleşmeleri Türkiye’de, 21. yüzyıl dünyasının ve Türkiye’sinin gerçeklerine uygun, etkili bir sol muhalefetin oluşmasına yardımcı olabilir.
Nabi Yağcı’nın Dersim katliamı konusunda “bu duygularını paylaştığına inandığı yoldaşları, dostları adına” da dilediği özür üzerine yapılan yorumlardan haberdar olabildiklerimin iki ortak özelliği olduğunu gördüm. Bunlardan birincisi, bu özrün yeterli olmadığı, sadece Dersim katliamıyla sınırlı kalmayacak şekilde, başka boyutlarıyla birlikte daha da genişletilmesi gerektiğine yapılan göndermelerdir. Nabi Yağcı’nın Taraf gazetesindeki 3 Aralık 2011 tarihli yazısında, “solun yenilenme gereksinimi yeniden ama daha ciddi, daha sistematik biçimde masaya yatırılmalı” diyerek bu görüşe katıldığı görülüyor.
Yorumlarda gözlenen ikinci ortak özellik, TKP’nin son dönem yöneticilerinin partinin 1970’li ve 1980’li yıllara ilişkin, kendi geçmişleriyle yapmış oldukları çok yönlü yüzleşmelerin yeterince hatırlanmadığı ya da hiç bilinmediğidir.
TKP ile TİP’in 1988 yılında birleşerek kurdukları Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin (TBKP) Ocak 1991’de yapılan ilk ve son yasal kongresinde kabul edilen “Kongre Tezleri”nde sadece 1970 öncesine ilişkin değil, 1970-1990 dönemine ilişkin olarak da oldukça ayrıntılı yüzleşmeler (özeleştiri) vardı. Bu özeleştirileri, 1990’lı ve 2000’li yılların hepinize kazandırdığı aydınlanmanın ışığı altında, 21 yıl sonra bir kez daha okuyunca, onların da ne kadar yetersiz ve eksik olduklarını görmemek bence mümkün değil. Bir yandan, bu eksiklik ve yetersizliklerin görülebilmesi, öte yandan ise, 21 yıl önce yapılmış o özeleştirilerin hem o gün hem de günümüz için öneminin değerlendirilebilmesi bakımından, bunları kısaltarak, ana hatlarıyla ilgilenen herkesin dikkatine sunmakta yarar olabileceğini düşündüm.
Aşağıda, TBKP’nin Ocak 1991’de yapılan ilk ve son yasal kongresinin kabul ettiği “Kongre Tezleri”nden, sol kamuoyunun görece haberdar olduğu teorik yenilenme ve Marksizmin sorunlarıyla ilgili kısmı dışında kalan, “geçmişle yüzleşme” olarak adlandırılabilecek bölümleri yer alıyor.
* * *
TÜRKİYE BİRLEŞİK KOMÜNİST PARTİSİ (TBKP)
KONGRE TEZLERİ
Ocak 1991
GİRİŞ
Biz komünistler tarihsel bir yol ayrımındayız. Sosyalizmin de aktif biçimde rol oynadığı dünyamızdaki derin değişimler biz komünistleri (Marksistleri) varlık nedenini ve koşullarını yeniden gözden geçirmeye itiyor. Söz konusu gereksinim gerçekte yalnız komünistleri ilgilendirmiyor; klasik yada geleneksel politikalar bunalımdadır ve dünyamızın bu derin değişimini açıklamada yetersiz kalmakta, değişimin ortaya çıkarmış olduğu gereksinimlere yanıt verememektedir. (…)
Dünyamızda böylesine derin yeni koşullar oluşmuş olmasaydı bile, artık netlik kazanmış olan pratik sosyalizmde yapılan yanlışlar ve, kendimizde dahil, kapitalist ülke komünistlerinin yanlış ve başarısızlıkları nedeniyle kendimizle ciddi bir muhasebeye girişmek zorundaydık. (…)
Eğer kendi eleştirimizi, değişen dünya koşullarını kavrama ve bütün bir geçmişe eleştirel bakış çerçevesi içine yerleştiremezsek gerçek bir özeleştiri yapmış olamayız, bu bir günah çıkarma olur. (…)
[SOVYET DENEYİMİ ÜZERİNE]
Ekim Devrimi’nin büyük başarısı, tek parti iktidarında demokrasinin önemsenmemesi ve sosyalizmin otoriter bir kalkınma anlamına dönüşmesiyle büyük bir yenilgiye dönüştü.
Sosyalizmin, Doğu ülkelerinde, devlet iktidarının ele geçirilmesiyle yeni toplumun yukarıdan aşağı kurulması olarak algılanması, yeni toplumun ise “eski toplum”un her alanda tam tersinin yapılmasıyla kurulacağının sanılmasıyla, trajik sonuçlara yol açıldı.
Çok sınıflı, çok katmanlı toplumda, “proletarya diktatörlüğü” azınlık iktidarı oldu; sivil toplumun yokluğunda bu iktidar tek partinin, giderek onun genel sekreterinin ya da Merkez Komitesinin iktidarına dönüştü. Stalin döneminde yığınsal katliamlara varan insanlık suçları işlendi. Karşıtına yaşam hakkı tanımama anlayışı, sınıfa karşı sınıf anlayışı, hakikatin tekeline sahip olma anlayışı, toplumların önceden belirlenmiş kesin yasallıklara göre gelişeceği varsayımı bunlara temel oldu. Kapitalist özel mülkiyetin alternatifi olarak devlet mülkiyetinin benimsenmesi, iktidar tekelciliğine ekonomideki tekelciliğin, monolitikliğin, tekdüzeliğin eklenmesini getirdi; ideolojik tekelcilik bunları tamamladığında, doğal gelişme potansiyelleri tıkanan toplumlar oluştu. Parti, devlet, ekonomi aygıtlarının içice geçmesiyle son derece hantal ve toplum dışı bir yapı oluştu. Ekonomide gelişmeyi sağlayan piyasa, rekabet, kâr gibi kurumlar, politikada gelişmeyi sağlayan parlamento, oy hakkı, politik çoğulculuk, kuvvetler ayrımı gibi kurumlar, kültürel gelişmeyi sağlayan düşünce özgürlüğü, ideolojik, kültürel çoğulculuk gibi kurumlar “yeni toplumu” yukarıdan aşağıya kurma, toplumu merkezi planlayıp düzenleme anlayışı sonucu yok edildi. Varılacak hedeflerin masa başında saptandığı sonu kapalı toplum modeli, “düşman”ın etkisine karşı korunma gerekçesiyle çekilen “demir perde” ile dışa da kapandı. Sosyalizm, tek tek ülkelerin Sovyetler Birliği’nin, Çin’in ve ötekilerin çıkarlarıyla özdeşleştirildi.
Toplumu bir fabrika veya ordu gibi yukarıdan aşağı örgütleme ve geliri tepeden dağıtma anlayışı ile geleneksel Doğu despotizminin, Doğu devlet anlayışının ve hızlı, aşamaları atlayan kalkınmacı anlayışın özgül bir bileşimi olan Stalinizm, Stalin’in kişisel özelliklerinde en insanlık dışı boyutlara varmasıyla birlikte, Doğu’nun bütün sosyalist ve devrimci hareketlerinde tipik taşıyıcılar buldu.
Ekim Devrimi’nin bütün dünyayı sarsan ve şevklendiren ortamında dünya komünistlerinin gönüllü birliği olarak oluşan Komintern, daha sonra dünya çapındaki devrimci dalganın geri çekilmesiyle işlevsizleşti; Stalin döneminde Sovyet çıkarlarının bir aracına dönüştü. Stalinizm ve onun çeşitli varyantları, yalnız sosyalizmin değil komünizm hareketinin de tıkanmasına yol açtılar.
1956-1968 müdahaleleriyle, Doğu sosyalizmi, Ekim Devrimi’yle ve onu izleyen devrimlerle kazandığı politik-ahlâki meşruiyeti büyük ölçüde yitirdi; 1980’lerdeki büyük ekonomik tıkanıklık ve bunalımlarla, sağladığı hızlı kalkınma ve sosyal haklarla kazandığı ekonomik meşruiyeti de yitirdi. (…)
[TKP: 1920-1973]
Burada amacımız TKP tarihi yazmak olmadığı gibi bütünsel bir TKP tarihi üzerine bir çözümleme de değildir. Parti yönetimlerince hazırlanmış resmi parti tarihi yazımlarını doğru bulmuyoruz. Parti ancak, arşivleri açarak bu tarihin yazılmasına yardımcı olabilir. Amacımız, geçmişin bugün ve gelecek için bir muhasebesini yapmamıza olanak vermesi için geçmişe dönmektir. (…)
“Her türlü entelektüel yaratıcılığı bastıran komünist partiler” eleştirisi ne denli ağır ve can yakıcı görünse de, bunu bir gerçek olarak kabul etmek zorundayız. Gerçekte, diğer komünist partiler de içinde olmak üzere, TKP için paradokssal bir tablo vardır. Özellikle 1940-45‘lere kadar aydınların komünist partilerine olan ilgileri canlıydı ve bu partiler pek çok aydını bağrına çekiyordu. TKP açısından da bu bir gerçekti. Ülkenin yetiştirdiği pek çok düşünür, sanatçı ve hatta bilim adamı bu tarihlere kadar TKP saflarına gelmişler ya da çok yakın durmuşlardır. Ne var ki, genelinde diğer komünist partiler gibi TKP’de de bu entelektüel birikim partide kuramsal ve pratik alanlarda içselleştirilememiştir; parti bu entelektüel birikimden yararlanamamıştır. Bu durum sonraki tarihlerde düzelmemiş; tersine, bu hastalık koyulaşarak sürmüştür. (…)
Marksizmle aydınların organik kopuşu, Marksist düşünce ve kuramın dogmalaşmasının bir ürünü olduğu gibi, bu kopuş marksizmi canlı ve gelişen düşünceden (felsefi, bilimsel, siyasal) yoksun bırakarak dogmalaşmasını hızlandırmıştır. Böylece geride tek doğru resmi parti görüşleri ile onun dışında kalan her türden “revizyonizm” ve “oportünizm” kalmıştır; ikisinin arasında her tür sınır yok edilmiştir. Sovyet, Çin çatışmasının sonuçlarıyla da bağlı olarak bu çizgi giderek daha da kalınlaşmış ve polemikler bile entelektüel derinlikten yoksun acınacak bir sığlığa çekilmiştir. Sınır artık “militanca” çekilmektedir: sovyetizm yada anti-sovyetizm (maoizm yada sovyet revizyonizmi). Kabul etmek gerekir ki bu sığlık geri kalmış ülke komünistleri arasında çok daha yaygın olmuştur. (…)
Diğer komünist partilerde olduğu gibi TKP’de de, Stalin dönemine kadar ülkenin özgül koşullarının arayışı vardı. Mustafa Suphi ve Dr. Şeflk Hüsnü dönemlerinde bu çizgi apaçık görülmektedir. Sonraları bu arayış çabalarının önemli ölçüde ortadan kaktığını görmekteyiz. (Hatta Şefik Hüsnü’nün ilk yazılarıyla sonrakileri arasında da bu açıdan farklar vardır.)
Temelde bu sorun doğrudan Marksist kuramı ilgilendirmektedir. Marx son zamanlarında doğu toplumlarının batı toplumlardan farklı tarihsel özelliklerini görmüştü. Lenin soruna daha da yaklaşmış, içinde evrensel çizgiler olmakla birlikte Çarlık Rusya’sına özgü bir çizgi geliştirebilmiş ve doğu halklarına “Marksizmi kendi dilinize çevirin” vasiyetinde bulunmuştu. Ancak daha sonra Stalin bu tartışmayı kesti ve Marksizmin bu yönde geliştirilmesine ket vurdu. (…)
TKP bir yandan, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na destek vermek, komünistleri bu savaşa bizzat katmak, bu nedenle de ulusal kurtuluşu, Cumhuriyeti emperyalist saldırılar karşısında korumak; diğer yandan ulusal kurtuluşu demokratik devrime ilerletmek gibi ikili bir görevle karşı karşıya kalmıştır. (…) Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın dinamik güçleri halk değildi, Osmanlı’dan devralınmış asker-sivil bürokrasiydi. Yani Komünist Partisi, ulusal kurtuluşu demokratik devrime dönüştürücü müdahaleler için gerekli sosyal tabandan yoksundu. Bir başka deyişle, genç Cumhuriyet kurulurken gerçekte TKP de kuruluş sürecini yaşamaktaydı. Ve soldaki tek politik güç durumundaydı; bu durum, yani TKP’nin soldaki tek politik güç olması l960’lara kadar, TİP’in kuruluşuna kadar sürecekti. (…)
Atatürk Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği ile yakın komşuluk ve dostluk ilişkileri izlerken, içerde giderek, başlangıç dönemlerinin tersine, emekçi halkın siyasi katılımını güçleştiren, sola, komünistlere karşı bir politika geliştirdi. (…)
TKP, Cumhuriyet hükümetinin barışçı dış politikası ile baskıcı iç politikası arasında sıkıştı. Buna rağmen emekçi halkın çıkarlarını ve gerçek demokrasiyi savunan bir çizgi izledi Bu dönemde söz konusu çelişkinin yarattığı günümüze kadar gelen tartışmalı bir konu, TKP’nin, Şeyh Sait isyanı karşısındaki tutumudur. Bu konuda bir tarih araştırmasına gerek vardır. İngiliz emperyalizminin bu olayda Cumhuriyet’e karşı provokatif rolünün olup olmadığı ya da ne ölçüde olduğu aydınlatılmalıdır. Böyle bir rolün varlığı kanıtlanana dek TKP’nin Şeyh Salt olayındaki tutumunu yanlış kabul etmek doğru olur. Her durumda TKP’nin bu tarihte Kürt sorununda daha açık bir politika izlemesi beklenirdi.
1940-46 tarihleri arasında TKP ‘nin etkinliğinin artığına tanık oluyoruz. Bu tarihlerde “Tek parti, Tek şef” rejimine karşı demokrasi isteği toplumun her kesiminde büyük bir destek bulmuştu. TKP tek parti rejimine karşı etkili bir muhalefet yürüttü. Çok partili döneme geçişte Dr. Şefik Hüsnü’nün kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi hızla örgütlendi. TKP o tarihlerde kendini duyurmaya başlayan işçi sınıfından güç aldı. Sendikalaşma yasağına karşı sendikal mücadelenin başını çekmesi bunda önemli rol oynadı. Bu tarihten sonra Menderes hükümetinin komünistler üzerindeki baskıları, tutuklamalar ve bunların sonucu parti içindeki bölünmeler TKP’yi güçsüz düşürdü. Çok ağır olan 1951 tutuklamasının ardından TKP ülke içinde örgütlü varlığını koruyamadı ve 1973 Atılımı’na kadar bir “dış büro” olarak kaldı. Bu aradaki tarih gerçekte TİP’ın tarihidir. TKP, TİP’in kuruluşunu başından beri destekledi ve kolladı. 1973’ten sonra ise her iki partinin karşı karşıya gelme durumu ortaya çıktı. Tarihsel koşullar nedeniyle birbirinden ayrılmış olan marksist hareketin bu iki kolu, paralel değil karşı karşıya bir konuma düştüler. Sol hareketin bütününe de zarar veren bu kopuş TİP-TKP birliğini temsil eden TBKP’nin kuruluşu ile son buldu.
TKP tarihi, ülkemizde, bütün yanlışlarına, eksiklerine rağmen demokrasi, özgürlük ve insan hakları mücadelesinde devrimci, militan, özverili bir mücadele tarihidir. (…)
[TKP: 1973 SONRASI]
TKP’nin ‘73 öncesi özellikle ‘60- ‘73 arası dönemi çok tartışmalı olmakla birlikte bu tartışmalar çok az belgeye dayanmaktadır ve ağırlıkla da kişisel,sübjektif tartışmalardır. Bu nedenle bu tartışmaları aydınlatmaya çalışmak günümüz için fazlaca bir önem taşımamaktadır. Bu tarihle ilgili altı çizilmesi gereken, bu tarihlerde gerçekte örgütlü bir partinin var olmayışıdır. Buna rağmen TKP’nin bir parti olarak var olması Komintern gelenekleriyle açıklanabilir. Yukarda da belirttiğimiz gibi, Komintern artık var olmadığı halde bu gelenek sürmüştür. Uluslararası komünist hareketteki “tek ülke tek parti” prensibi bu geleneğin bir sonucudur. Böylece TKP ülkede bu tarihlerde örgütlü güce sahip olmadığı halde Türkiye’de işçi sınıfının öncü partisi olarak kalmıştır. Açıktır ki bu fiili bir öncülük değildir. Yani TKP ülkede işçi sınıfını örgütlemiş ve sürükleyebilmiş bir parti olamamıştır. (“Olabilir miydi”yi tartışmıyoruz) TKP’nin illegal oluşu bu durumu anlaşılabilir kılsa da, ülkede fiili örgütlü güce sahip olmaksızın öncülük savı daha sonra sert tartışmalara, ülke içinde sol çevrelerin TKP’ye soğuk davranmasına neden olmuştur. Gerçi 1973 tarihine kadar TKP öncülük savını mütevazı ölçülerde ifade ede gelmiştir, ancak ‘73ten sonra ülkede örgütlenme kararı ile birlikte öncülük savını diğer Marksist parti ve çevrelere karşı ileri sürmesi antipati ile karşılanmıştır.
Komintern geleneğine bağlı bir sonuç olarak “Dış Büro” olgusu üzerinde de durmak gerekir. TKP’de 1977 yılına kadar gerçek anlamda bir Politik Büro (PB) yoktu. 1974’e kadar yurt dışındaki yöneticiler (ki esas olarak Yakup Demir, İ. Bilen ve A. Saydan’dan oluşuyordu) Dış Büro olarak çalışıyorlardı. Dış Büro bu tarihte Politik Büro adını aldı. Ancak 1977’de toplanan Ulusal Konferans ile gerçek anlamda bir PB ve Merkez Komitesi (MK) oluştu. Yönetimin bir dış büro durumunda oluşu, yani zayıflığı, Türkiye’de kimi eski TKP üye ve yöneticilerinin bu yönetimi tanımamasını getirdi (Mihri Belli gibi). Bunda kuşkusuz 1951 tutuklamalarını yol açtığı çekişmelerin de payı vardı.
TKP 1973‘de “atılım”, bir başka deyişle, Türkiye’de örgütlenme kararı aldı. Bu kararda, hastalığı ve yönetim içinde kendisine karşı İ. Bilenin muhalefeti sonucu Yakup Demir (Zeki Baştımar) Genel Sekreterlik görevinden alınıp yerine İ. Bilen’in geçmesi önemli rol oynadı.
Bu karar partinin tarihinde bir dönüm noktası oluşturdu. Bu tarihten sonra, TİP’in bunalımı ve çözülmesi ve 12 Mart baskı koşullarının doğurduğu arayışların ve özellikle bu baskıların güçlendirdiği illegal çalışmaya ve Sovyetler Birliği’ne ve enternasyonalizme artan ilgi sonucu TKP ülkede örgütlülüğünü ve etkisini hızla artırdı. Fabrikalarda, işçi mahallelerinde, sendikalarda, meslek örgütlerinde, gençlik ve kadınlar içinde ses getirmeye, örgütlenmeye başladı.
TKP’nin yeniden organizasyonu ya da kuruluşu daha başında iki önemli zaafı taşıyordu: Birincisi “öncülük” iddiası nedeniyle dışındaki bütün diğer solun zararına bir güçlenme, yakınları kendi içinde eritme politikası ile yola çıkmıştı. Bu politika, diğerlerinin de ‘öncü biziz’ savları nedeniyle anlaşılabilir olsa da, daha sonra hem TKP hem de sol için zararlı oldu. İkinci zaaf ise yeniden örgütlemenin perspektiften yoksun oluşu idi. Hiç bir somut gelecek öngörüsüne dayanmıyordu. Böylesine hızlı örgütlenme illegal bir parti için kısa erimde yasala çıkma öngörüldüğü durumda doğru olabilirdi ancak. Ne var ki, eğer böyle bir öngörü varsa ona uygun somut politikaların da üretilmesi gerekirdi. Oysa böylesi politikalar olmadığı gibi partiye sol sekter bir çizgi egemendi. Her iki yanlışın sonuçları 12 Eylül sonrasında ağır biçimde yaşandı. Özellikle birinci zaaf, TIP-TKP birliğini geciktiren bir etmen olduğu gibi, birlik sonrasında da, belirleyici olmasa bile, etkisini gösterdi. TKP’ye karşı oluşan karşıtlık duygusu bütünüyle haklı olmasa da, sonuçta TKP’nin bu koınudaki sorumluluk payı çok daha yüksektir. TKP kendisine en azından hayırhah bakmayanları neredeyse isim isim hain ilan etti. Bu politika aynı zamanda parti tarihine bakış açısının da bir ürünüydü. İ.Bilen; Mihri Belli, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Reşat Fuat da içinde, pek çok eski TKP’liyi suçlamış, birçoğunu hain, provokatör ilan etmişti. Bu temelsiz ve inandırıcı olmayan suçlamalar TKP’ye çok zarar verdi, ciddi bir güven bunalımı yarattı. Diğer yandan Marksist sol içinde çatışmacı kültürü daha da kamçıladı ve dolayısıyla yalnızca kendisine değil sola da zarar verdi. Bu anlayış ancak TKP’nin 5. Kongresi (1983) ile düzeltilebildi.
1973 Atılımı’nda Batı Avrupa’daki işçi ve öğrenciler, TKP’nin yeniden örgütlemesinde köprübaşı görevi gördüler. TKP önce Ban Avrupa’ya dayanarak Türkiye’ye uzanabildi.
TKP, ‘73 sonrasında çok farklı çevrelerden, farklı örgütlerden gelen Marksist insanlardan oluştu. Bu farklı çevreler parti potasında erime fırsatı bulamadan 12 Eylül darbesi ile karşı karşıya geldiler. Fakat diğer yandan partiye gelen farklı çevreler partide bir zenginlik de oluşturamadılar. Zira onları birleştiren şey gerçekte partinin program ve tüzüğü değil, büyük ölçüde illegal parti cazibesi, Sovyetler Birliği hayranlığı idi. Bu çevrelerin parti bağlarını gerçekte “parti fetişizmi” kuruyordu. Parti her şeyin, her eleştirinin üzerindeydi. Bu askercil disiplin ve idealize edilmiş monolitik parti anlayışı partide canlı bir fikir ortamının doğmasına engel oluyor ve yaratıcılığı öldürüyordu. (…)
1977 konferansı’nda onaylanan program ciddi bir araştırma ve tartışma ürünü de değildi ve böyle olması partinin o günkü koşullarında beklenemezdi de. Program, klasik iki aşamalı Marksist stratejinin Türkiye koşullarına yüzeysel ve eklektik uyarlanmasından ibaretti. Programın dikkat çeken iki temel noktası üzerinde durmak yeterli olacaktır. Birincisi, “ileri demokratik hükümet ve ileri demokratik devrim” tezidir. Bu strateji tekelleri kuşatma politikasına dayanan gelişmiş kapitalist ülke koşullarından çıkarılmıştı. Gerçekte bizim koşullarımıza uymuyordu. İkincisi, cephe fikriydi. Bu da klasik programların bir ürünüydü. Gerçek yaşamda karşılığı olup olmadığına bakılmaksızın devrimin önkoşulu olarak mutlaka kurulmalıydı. UDC (Ulusal Demokratik Cephe) böyle çıktı ve karşılığı olmadığı ve dahası cephe politikalarının artık geçerliliği kalmadığı için yalnızca kağıt üzerinde kaldı.
Programın zayıflığı hem bir neden, hem de sonuçtu. Sonuçtu, çünkü partinin güncel mücadeleye yol gösterecek pratik bir politikası yoktu. Nedendi, çünkü böyle bir program güncel mücadele çizgisine imkan tanımıyordu. Partide egemen olan sol sekter bir çizgiydi. Partinin programında eylem birliği ve cephe politikaları yer alıyor olsa da, gerçekte her şeyi kendi gücüne dayanarak yapma, her işe parti damgasını basma genel ve baskın eğilimdi. (Bir eylem programı yapma düşüncesi ancak 12 Eylül sonrasında ortaya çıkabildi. “Ulusal Demokrasi” adını taşıyan bir program yapıldı. Bu programda ne denildiğinden çok, getirdiği güncel politika fikri önemliydi. Parti’de yavaş yavaş önceki dönemde yaşama yanıt vermeyen ve kâğıt üzerinde kalan politikaların, daha tam deyişle politikasızlığın, yanlışların başında geldiği görülmeye başlandı. Bu, daha sonra daha belirgin bir çizgi olarak ortaya çıkacak olan kendini yenileme çizgisinin bir başlangıcı sayılabilir.)
Ciddi bir politikanın orta yerde olmayışı, program sorunlarının dikkat dışı oluşu, örgütleme alanında yalnızca tek bir sloganın -”daha fazla üye daha fazla örgüt”- oluşu parti içi demokrasinin bir gereksinim olarak duyulmasını önlüyordu. Parti’de ciddi hemen hiç bir tartışma olmuyordu. Bu durum 1977’ye kadar normal sayılabilirdi, zira parti bu yıllarda örgütlenmesini tamamlama telaşı içindeydi. (…)
Partide kişiye tapma olayı çok açık biçimde vardı. İ. Bilen‘in kişiliği bir bakıma parti tarihi ile özdeşleşiyordu. Parti fetişizmi böylece İ. Bilen’in de putlaştırılmasını getiriyordu. Bu kişilik kültü parti içinde her tür tartışmayı da bastırıyordu, İ. Bilen’in eleştirilmesi partinin eleştirilmesi olarak görülüyordu. (…)
1977‘den sonra parti ülke çapında gerçekten olağanüstü bir hızla ve büyük bir çaba ile etkisini artırmaya başladı. Gerçekten büyük bir enerji ile çalışıldı ama partinin kısa zamanda büyük bir etki yaratmasında, kabul etmek gerekir ki, illegal oluşu ve bunun yarattığı “TKP efsanesi” de ciddi rol oynadı. TKP’nin gücü var olduğundan fazla görülüyor ve her duruma hazırlıklı bir örgütlülüğü var sanılıyordu. Parti, dışarıdan böyle görüldüğü gibi, parti üyeleri tarafından da böyle görülüyordu. Bu abartma giderek, partinin de kendisini bu abartılmış gücüne inanmasını getirdi. Bu durum daha sonra ortaya çıkacak vahim sorunların başlangıcıydı. Partinin kısa zamanda elde ettiği başarı bir zafer sarhoşluğuna dönüştü; öyle ki, parti içinde yönetim başarı dışında hiçbir şey duymak istemiyordu. Özellikle TKP’nin uzun yıllar ülke dışında ve etkisiz kalmış olmasının sıkıntılarını en yakından yaşamış biri olarak İ. Bilen bu psikoloji içindeydi, bir bakıma geçmişin acısını çıkarıyordu. Parti örgütleri de giderek bu havaya kendilerini kaptırdılar. Parti yönetimine giden raporların yüzde sekseni başarılmış olağanüstü işleri anlatıyordu. Kuşkusuz bunların çoğu abartmaydı ama parti yönetimi bunları araştırma gereğini dahi duymuyordu, getirilen az sayıda sorun ise bu hava içinde ciddi olarak ele alınamıyordu.
Başarının getirdiği sarhoşluk partiyi güncel politikalardan daha da uzaklaştırdı, sol sekter çizgiyi koyulaştırdı. Dışımızdaki sola karşı da giderek düşmanca politikalar üretilmesini getirdi. İllegalite fetişizmi yaratıldı. Özellikle TİP ve TSİP her şeyden önce yasal oldukları için eleştirildiler ve onlara “yasal Marksizm” yaftası yapıştırıldı. Oysa parti politik bir öngörüye sahip olabilseydi, bu başarıyı sağladıktan sonra önüne tırmanan faşist terörü ve bunun politik sonuçlarını dikkate alan gerçekçi bir eylem birliği programını koymak gerektiğini görürdü. Diğer yandan, eğer politik durumda yakın bir darbe tehlikesi görmüyorsa. o zaman da ”yasala çıkmayı” somut bir hedef olarak önüne koyması gerekiyordu. Bir ara, l977-78’lerde, yönetim içinde ele alındıysa da bu, ciddi düşünülmüş bir politikadan çok, gelip geçici bir düşünceydi ve parti içi atmosfere uygun düşmüyordu. Belirtmeye çalıştığımız gibi, parti içi atmosfer illegalitenin fetişleştirilmesi doğrultusunda idi.
İllegalitenin fetişleştirilmesi ve koyulaşan sol sekter çizgi, çatışmaların, sivil faşist terörün artmasına paralel olarak, parti içinde sorunların patlak vermesini de getirdi. İşçinin Sesi olayı ortaya çıktı. Bu grup gerçekte partinin genel ideolojik çizgisi dışında bir şey söylemiyor, bu çizgiyi teorileştirmeye çalışıyordu. Partiyi bir bakıma söylediklerini yapmaya davet ediyor, “barikatlara çıkacağız” belgisini yaşama geçirmesini partiden istiyordu. Bu tartışma partinin gerçek gücü üzerine düşünülmesini sağladığı için yararlı oldu. Sisler içinde de olsa yavaş yavaş sağduyu belirmeye, yalnızca partinin gücü ile sonuç alınamayacağı, gücümüzü abarttığımız görülmeye başlandı. Böyle de olsa asıl yanlışın sol sekter çizgide olduğu o tarihlerde görülemedi, bu gerçek 12 Eylül’den çok sonra ifade edilebildi. Sol sekterlik İşçinin Sesi grubuna yükleyerek, bu grup partiden atılarak, bir bakma, parti ruhunu huzura kavuşturdu. Buna rağmen, partide sol sekter çizgi hafiflemeden sürdü. Parti iyice politikasız, hatta tutumsuz kaldı. Bir yandan “devrimci durum” reddedilmekle birlikte, bir “devrimci kabarma” bekleniyor, diğer yandan faşist bir darbe tehlikesinden söz ediliyordu. Bu ikilem içine parti sıkışmıştı.
Bu politik koşullar ve parti içi ortam eşliğinde parti, hızla iç sorunların patlama noktasına doğru yaklaşıyordu. Ülkedeki kadrolar giderek yurtdışı yönetimle kopukluğu, politikasızlığı, kararsızlığı, sekter çizgiyi, gizlilikle ilgili bir dizi zaafı, bir kadro politikasının olmayışını görmeye başladılar. Eğer 12 Eylül gelmemiş olsaydı ya da daha sonra gelseydi, partide çok ciddi bir iç bunalım ortaya çıkacaktı ve belki de çok iyi olacaktı, bu partinin köklü biçimde kendini düzeltmesini getirecekti. Onun yerine darbe geldi.
Bilindiği gibi 12 Eylül ilk günlerde TKP’ye vurmadı. Böylece parti olağanüstü bir fırsat elde etmişti, hızla kendini koruma önlemleri alabilirdi. Ama böyle olmadı; parti açık bir atalet içine yuvarlanmıştı. Boş bir iyimserlik vardı; parti üyelerinin pek çoğu kendilerine vurmayacağını sanıyorlardı. Bu psikoloji, 12 Eylül partiye vurunca, panik psikolojisine dönüştü.
Yurt dışı parti yönetimi ülke içinden gelen ve henüz daha 12 Eylül öncesinden başlayan uyanları ciddiye almadı, geri çekilme taktiği izlemek gerektiği önerilerini göz ardı etti ve uzun süre karar veremedi. TKP operasyonuna üç ay kala ancak harekete geçebildi ve geriye çekilme kararı aldı ama artık çok geçti. Bu durumun sonuçları biliniyor.
12 Eylül öncesinin TKP’si aslında illegal bir parti sayılamaz. Parti öylesine genişlemişti ki, sendikalarda ve meslek örgütlerinde, özellikle DİSK, İGD, İKD içindeki konumlarıyla öylesine apaçık orta yerdeydi ki, kadrolarının neredeyse yüzde sekseni biliniyordu. Kısacası, parti yarı-yasal bir konumdaydı. Pek çok sorunun kaynağı ve 12 Eylül darbesi ile gelen ağır kayıplar bu konumun yarattığı çelişkinin bir sonucuydu. Bu konumdaki partide kayıplar kaçınılmazdı. Buna rağmen çok uzun sürmüş olsa da parti 12 Eylül’ün ağır koşullarında tutuklamalar sürerken toparlanma çalışmalarını başlatabildi. Bu çok sancılı bir toparlanma oldub Bağı kopan bir çok üyeye ulaşılamadı ya da çok geç ulaşıldı. Cezaevlerindeki durumla yeterince ilgilenilemedi. Bütün bunlara rağmen TKP ilk kez darbeye karşın kendi tarihinde ülkedeki örgütlü varlığını korumayı başarabildi.
Bunun ardından TKP, ellibir yıl sonra gerçekleşen ilk kongresini yani 5. Kongre’yi topladı (1983). Kongrenin toplanması partinin toparlanma sürecini hızlandırdı. Bu kongre pek çok karar aldı; ama en önemlileri TIP- TKP birliği ve tarih tezi üzerine olanlarıydı. (…)
[5. Kongre’nin tarih tezi olarak kabul ettiği] ikinci önemli kararı; parti tarihi ile ilgili olarak özellikle İ.Bilen tarafından kimi yaşayan ya da ölmüş eski partililere yönelik haksız ve gerekçesiz saldırıları ortadan kaldıran, “parti tarihi benimle başlıyor” biçimindeki eski, bir bakıma gelenekselleşmiş zihniyeti mahkûm eden, partiye emek vermiş herkese görüşleri ne olursa olsun sahip çıkan, sayılan isimlerin hain, provokatör olmadığını kabul eden, tarihe olumlu ve birleştirici yaklaşan tarih tezidir. Bu kararda da zayıflık vardı, örneğin Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli sayılmamıştı ve bu yanlıştı. Diğer yandan bu kucaklayıcı politika daha kapsamlı olmalıydı, özeleştiri kaçamaksız yapılmalıydı. Örneğin o tarihlerde Maocu denilen parti ve çevrelere karşı “Maocu bozkurtlar”, diğer radikal sol gruplara yönelik “göşist” suçlamaları geri alınmalıydı. Kimi aydınlara, örneğin Aziz Nesin’e yapılan haksız ve çirkin saldırıların özeleştirisi kaçamaksız yapılabilmeliydi, olmadı. (…)
[5. Kongre’de kabul edilmiş olan yeni programının iç çelişkileri partiyi] 12 Eylül’den çıkış konusuna daha realist düşünmeye yöneltti. Giderek “güncel politika” temel bir konsept oldu ve TKP’yi “sınıfa karşı sınıf “yanlışından çıkardı. Teorik bir açıklık yavaş da olsa doğmaya başladı, “dar sınıf’ bakışı ve indirgemeciliğin temel bir yanlış olduğu görüldü. Yok edilmesi gerekli “düşman” kavramı yerini “karşıtlarımız” kavramına bıraktı ve bunun sonucu daha sonra somut, güncel politika yapmanın kapısını aralayan “rejim karşıtı” güçler temel görüşüne varıldı. Bu ise duruma aktif müdahale konseptini ortaya çıkardı.
TKP’de bu yeni yaklaşımları somutlayan ve derleyip toplayan gelişme, esas olarak, “demokrasi” sorununun yeni baştan ele alınıp bu konudaki eski görüşlerin gözden geçirilmesine başlama girişimi oldu. MK 4. Plenumu bu konuyu başlı başına ele aldı. Böylece TKP’de demokrasiyi ”bir araç” olarak görme anlayışı kırılmaya ve demokrasiyi ille de devrim bağıntısı içinde görme, dar sınıf bakışı ile ele alma yanlışları görülmeye ve bu yanlışlardan uzaklaşılmaya başlandı. Paralel olarak, reel sosyalizm bizzat gözlemlere dayalı olarak kafalarda sorgulanmaya başlanıyordu. Ama bu çok utangaç bir sorgulama idi ve henüz bir başlangıç idi. Buna rağmen yavaş yavaş gelecek sosyalizmin o günkünden farkı olacağı düşünülmeye başlanmıştı. Bunda, demokrasi ile sosyalizmi araya devrim bağlacı koymadan düşünebilme önemli rol oynadı. Bu yaklaşım daha sonra sosyalizme demokratik yoldan gitme ve sosyalizmde daha fazla demokrasi düşüncelerine götürecekti. Bu noktaya yaklaşıldığında, bu süreç artık TİP-TKP birliği çalışmalarında birlikte yaşanan düşünce gelişimi ve kendini yenileme süreci halini aldı.
Parti anlayışı çerçevesinde ise, ilk görülen ve eleştirilen yan parti içi demokrasinin zayıflığı, ciddi bir tartışma kültürünün olmayışı idi. Farklı görüşlere hoşgörü partinin dayanması gereken temel bir ilke olarak parti gündemine girdi. Ancak bu kuşkusuz söylendiği gibi kolayca yaşama geçemedi. Partinin programında, politikasında ve parti anlayışındaki bu açılımlar bir açmazı öne koyuyordu. Böyle bir politika ve söylenenler ancak yasal bir partide gerçek karşılığını bulabilirdi.
Geçmişin muhasebesi çerçevesinde son olarak sorgulanması gereken konu TKP-Sovyetler Birliği ilişkileridir. (…) Burada söylenmesi gereken şudur: Kamuoyunda sanıldığının aksine TKP ile SBKP arasında bir direktif ilişkisi asla olmamıştır. Ne var ki, tarihsel nedenlerle ve değindiğimiz Komintern geleneklerine bağlılık sonucu TKP kendini [SBKP‘ye] gereğinden fazla bağlamıştır. Kendinden hiç kimse talep etmediği halde, Sovyetler Birliği’ni her halükarda savunma misyonunu üstlenmiştir. Diğer yandan ülkedeki politik gelişmelerle ilgili özgün politikalar üretemediği için de, politik analizlerinde Sovyetler Birliği’ni izlemiştir. Bu durum reel sosyalizmin yanlışlarını görememe, Marksizmi salt onun Sovyet yorumu ile sınırlı kavrama kısırlığına götürmüştür.
Ülke içindeki sekter politikalar nedeniyle de, her Sovyetler Birliği eleştirisi ”anti- Sovyetizm” olarak suçlanmış, böylece yaratıcı kuramsal çabaların ve düşüncelerin önüne geçilmiştir. Bu konuda kraldan fazla kralcılık yapılmış, örneğin euro-komünistler, özellikle İtalyan Komünist Partisi, Sovyetler Birliği’nin yapmadığı ölçüde neredeyse aforoz edilmiştir. Diğer yandan, devletçi sosyalizmin bir sonucu olarak, TKP-SBKP ilişkilerinde daha çok Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile ilgili devlet politikasının çıkarları etkili olmuştur. Sovyetler Birliği, Türkiye’deki rejim ne olursa olsun, onunla iyi komşuluk ilişkilerini koruma kaygısı ile hareket etmiştir. Kuşkusuz bu politika kendileri açısından anlaşılabilir bir politikadır; ancak, partiler arası ilişkilerde durumun farklılaşması gerekirdi. TKP geçmişten gelen nedenler ve bu ve benzeri yanlışları sonucu ulusal bir parti olma kimliğini kanıtlayamadı, resmi parti damgası yedi.
TKP‘nin geçmişi ile ilgili, bütün bunların yanı sıra, TKP’nin tarihinin aynı zamanda demokrasi, insan hakları ve özgürlük için militan ve özverili mücadeleler tarihi olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir. Diğer yandan bu tarih yaşanmış sayısız kişisel acıların, kişisel direniş ve dirençlerin tarihidir. (…)
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.09.2021
31.08.2021
2.02.2018
13.04.2014
6.12.2011
25.09.2011
18.08.2011