Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Zirve’nin gölgesindeki sorun ve Türkiye’nin şansı
8.09.2014
2016

 Cardiff’teki son NATO Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Birleşik Krallık (BK) tarihinin en büyük sorunlarından biriyle karşı karşıya. İskoçya’nın BK’dan bağımsızlığı konusunda 18 Eylül’de yapılacak halkoylamasından “evet” oylarının çıkma olasılığı giderek artıyor. Konuyla ilgili olarak yapılan son iki anketten birinde bağımsızlık yanlıları yüzde 47’ye, diğerinde ise yüzde 10 oranındaki kararsızlar hariç yüzde 42’ye ulaşıyor. Hatta bir söylentiye göre gelecek ankette evetçiler birlikten yana olanların oranını geçecek.

YouGov Enstitüsü patronu Peter Kellner, bağımsızlık yanlılarının referandumu kazanmasının artık hesaba katılması gereken bir olasılık olduğunu söylüyor. Kellner’e göre, birlikten yana olanlar kazanacak olsalar bile aradaki fark o kadar az olacak ki birkaç yıl sonra yeni bir halk oylaması gündeme gelebilecek.

Başbakan David Cameron bağımsızlık yanlılarının kazanma olasılığını ciddiye alıyor. NATO Zirvesi’nin başladığı gün (4 Eylül) yaptığı İskoç seçmenine yönelik açıklamada, terörist tehditlerin arttığı günümüz dünyasında en büyük savunma bütçelerinden birine sahip olan BK içinde kalmanın tercih nedeni olduğunu söyledi.

İskoçya’nın bağımsızlığı muhafazakârlar (Torries) kadar bölgede daha güçlü olan İşçi Partilileri de kaygılandırıyor elbette. Labour birlikten yana kampanyasını “Better Together” gibi Türkiye’de pek alışık olmadığımız kadar rafine bir sloganla yürütüyor. Ancak bu konuda başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Sloganın mucidi Alistair Darling’in 25 Ağustos günü televizyondaki tartışmada İskoç Ulusal Partisi SNP’nin lideri Alex Salmond karşısında bozguna uğramasından sonra evet oyu kullanacak Labour seçmeninin yüzde 18’den yüzde 30 oranına yükseldiği biliniyor.

Salmond’un Labour seçmenini referandumun aslında muhafazakârlara karşı bir oylama olduğu konusunda ikna ettiği söyleniyor. Kampanyasında İskoçya’nın petrolü olan zengin bir ülke olduğu temasını işleyen bağımsızlıkçı lider, özellikle sosyal güvenliğin özelleştirilmesini engellemenin tek yolunun bağımsızlık olduğu konusunda sol seçmeni etkilemiş durumda.

İşçi Partisi, seçmenindeki kan kaybını durdurmak amacıyla İskoç asıllı eski Başbakan Gordon Brown’ı bu hafta birkaç kentte miting düzenlemek üzere bölgeye yolluyor. Bağımsız İskoçya bölgede (1’e karşı) 40 milletvekili çıkaran Labour’ı ayrıca iç siyaset arenasında da olumsuz yönde etkileyecek. Bu durumda 2015 genel seçimlerini kazanma olasılığı da azalacak.

Kabul etmek gerekir ki bu konu ikincil derecede önem taşıyor. Asıl önemli olan, AB üyesi bir ülkenin bir bölgesinin barışçıl yollardan bağımsızlığını kazanmasıyla ortaya çıkacak durum. “Bağımsız İskoçya’ya giden çıkmaz sokak” başlıklı yazımda altını çizmiş olduğum gibi, böyle bir olasılıkta üye devletten ayrılan bir bölgenin AB içinde kalması mümkün değil. Nitekim AB Komisyonu’ndan gelen açıklama da bu yönde. Bağımsız İskoçya’nın yeniden üyelik aşamalarından geçmesi ve üyeliğinin son aşamada 28 ya da daha fazla üyeden birinden veto yememesi gerekiyor.

Atıfta bulunduğum yazımda belirttiğim gibi, İskoçya’nın bağımsız olarak AB üyesi olmasına sadece BK değil aynı zamanda İspanya da karşı. Nitekim Başbakan Mariano Rajoy daha aylar öncesinden İskoçya’nın olası bağımsızlığına cephe almış ve bağımsızlık halinde AB dışında kalacağının altını çizmişti.

İspanya Başbakanı Rajoy, İngiliz mevkidaşı gibi,  Cardiff Zirvesi’nde bu konuda açıklamalar yaptı ve 9 Kasım’da anayasaya aykırı olduğu halde Katalunya’da referandum düzenlemek isteyen Katalan Özerk Yönetimi Başkanı Artur Mas’a mesaj gönderdi. Mas son olarak hukuki bir sonuç doğurmayan bir referandum için Rajoy’dan izin istemişti.

Düzenlediği basın toplantısında konuşan Rajoy, referandum yapılması halinde konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmek zorunda olduğunu, bunu yapmamasının hiçbir koşulda kendisinden istenemeyeceğini belirtti. Mariano Rajoy, kendisine yöneltilen bir soru üzerine de İskoçya referandumu ile Katalunya’da düzenlenmek istenen halk oylamasının hukuki bakımdan birbirinden farklı olduğunu vurguladı. İskoçya ile Katalunya arasındaki tek ortak noktanın, bu iki bölgenin bağımsız olmaları halinde otomatik olarak AB dışında kalacakları olduğunun altını bir kez daha çizdi.

Yakın geçmişte IRA ve ETA terör örgütleriyle demokratik mücadelelerinde başarıya ulaşan İngiltere ile İspanya’nın ülkelerindeki ayrılıkçı siyasi partilerin şiddete başvurmadan yürüttükleri politikalarla mücadelelerinde geldikleri son noktayı kısaca böyle özetlemek mümkün.

Türkiye neden şanslı?

Kabul etmek gerekir ki ayrılıkçı söylem ve örgütlenme –şiddetten arınmış olmak kaydıyla-demokrasilerin belkemiğini oluşturan ifade özgürlüğünün ayrılmaz parçası. İspanya’da bugün Katalan referandumu öncelikli ama ETA’nın bağımsızlık için verdiği silahlı mücadeleyi yasal siyaset hakkı karşılığı bıraktığı Bask Ülkesi de daha önce benzer girişimlerde bulunmuştu. İskoçya’da yapılacak 18 Eylül referandumu oradan da merakla izleniyor.

Türkiye’nin bu bağlamda en büyük şansı, Çözüm Süreci’ni ve siyaset karşılığı silah bırakmayı kabul eden PKK’nin ve siyasi tabanının, ETA ve Yurtsever (abertzale) Sol’dan farklı olarak, ayrılıkçılıktan yana olmaması. PKK’nin hapisteki lideri Öcalan’ın sürecin aktörlerinden biri olması ve bu doğrultuda yaptığı çağrılar bunu açıkça ortaya koyuyor elbette.

Son olarak NATO Zirvesi ile aşağı yukarı aynı tarihlere denk düşen Demokratik Toplum Kongresi’nde eş Başkan Aysel Tuğluk da Kürt sorununun çözümünde demokratik ulus çözümünü esas aldıklarını vurguladı. “Devlet değil demokrasi talep ettiklerini” ifade eden Tuğluk esas itibariyle şu hususu vurguladı: “Türk halkının kaygısı olmasın tek çatı altında. Çözümle barışı yapacağız. Türk’ü Kürt’le ve Kürt’ü Türk’le vurma oyununa hep birlikte son vereceğiz.

Bu yaklaşımın, demokrasinin gereği olarak, şiddetten arındırılmış ayrılıkçı düşüncenin ifadesine, siyasi parti olarak örgütlenmesine imkân sağlayan bir anayasal düzen oluşturmakla yükümlü olan Türkiye’nin İngiltere ve İspanya’dan farklı olarak ayrılıkçılık sorununu ortadan kaldırdığına kuşku yok.

Ayrıca MHP lideri Bahçeli’nin hükümet programı hakkında önceki gün yaptığı açıklamalara vücut veren yaklaşımın iktidar olmaması da Türkiye için önemli bir şanstır. Çözüm Süreci’ne hâlâ “bölücülük”  diyen, yeni anayasaya, mimarı ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilmiş 82 anayasasının kırmızıçizgilerini taşımak için adeta çırpınan bir partinin siyaset arenasında gücünü kaybetmesi demokratikleşmenin olumlu sonuçlarından birini oluşturuyor kuşkusuz.

Benzer eleştiriler Kurultay’da gövde gösterisi yapan CHP’nin ulusalcı kesimi için de geçerli. Ama ana muhalefet partisinde Bahçeli gibi düşünenlerle Çerçeve Yasası’na destek verenleri bir arada tutarak iktidara gelineceğini düşünen Kılıçdaroğlu yönetimine başarısızlığın fatura edilmesi söz konusu. Ayrı bir yazı dizisine konu olabilecek CHP hakkında belki şu görüşü vurgulamak gerekir: Siyasi partileri bütünlük içindeki fikirler büyütür, birbirine taban tabana zıt kişileri bir arada tutmak değil.

Türkiye’nin Çözüm Süreci’nde bugün bu noktaya gelmesinde en büyük pay hamasi beyanlara ve içi boş hakaret dolu sözlerle politika yapanlara inanmayan, değişime prim veren ve artık belirli bir çoğunluğa ulaşmış bulunan rasyonel seçmenin kuşkusuz. Türkiye’nin asıl şansı da bu olsa gerek.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • süleyman koçak

    süleyman koçak

    11.03.2013 13:49

    Daha iyisini öneren varsa çıksın söylesin; deniyor da mevcut çözüm yöntemi neyi içeriyor kimse bilmiyor ki daha iyisi önerilsin. Bunun için son derece sınırlı kişi tarafından bilinen çözüm önerilerinin kamuoyu ile paylaşılması gerekmez mi? Bilgi yok, paylaşma yok, farklı söylemlere tahammül yok. O zaman neyi önerelim?

Yazarlar