Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Eleştiri ve muhalefet
24.01.2012
3166

 Başbakan Erdoğan’ın deyimiyle “kapsayıcı, kucaklayıcı, bütünleştirici, özgürleştirici, çeşitliliğe imkân veren” yeni bir anayasa vaadiyle 12 haziranda iki seçmenden birinin oyunu alan AK Parti’ye bir süredir reformcu niteliğini yitirdiği, terörle mücadele başta olmak üzere birçok konuda eski devlet politikalarını andıran otoriter refleksler içine girdiği yönünde eleştiriler yöneltiliyor. Hükümetin özellikle Uludere’de takındığı tutum, reformcu bir iktidardan, yukarıdaki özelliklere sahip yeni bir anayasa yapmayı vaat etmiş bir siyasi partiden beklenene uymuyor. Kamuoyu hata dahi olsa 34 yurttaşın ölümüyle sonuçlanan böylesine vahim bir olayın sorumlularının kulaklarından tutulduğu gibi açığa alınmasını beklerken, alışılagelen köhnemiş devletçi bir yaklaşımla karşılaşıyor. Hükümetlerin devlete değil, devletin hükümetlere istediğini yaptırdığı döneme özgü bu yaklaşımın sürüp gidiyor olması hayal kırıklığı yaratıyor ve eleştirilerin dozunun artmasına yol açıyor elbette.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kamu vicdanını rahatsız eden Dink kararı için de benzer şeyler söylenebilir. Aslında mahkeme kararının bu şekilde tecelli etmesini doğrudan hükümete fatura etmek mümkün değil belki ama kamuoyu hükümeti en azından cinayetin devlet içindeki sorumlularının ortaya çıkarılması yönünde kararlılık göster(e)mediği için eleştiriyor. Başbakan Erdoğan’ın daha sonra sarf ettiği “Kimse endişe etmesin, Uludere ve Dink cinayeti Ankara dehlizlerinde kaybolmaz” sözü biraz umut veriyor gerçi ama önemli olan yönetenin bürokrasi değil hükümet olması. Zira bürokraside bunun tersini düşünen, kendisini evsahibi, hükümetleri kiracı gören bir damar var ve vesayet rejimi de böylesine çarpık bir zihniyete dayalı olarak işliyor aslında.

Ustalık dönemine girdiğini ilân eden bir iktidarın bunu pratik olarak herkesten iyi bilmesi gerekiyor ama birbiri ardına gündeme gelen bu iki konuda olumsuzluklar soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Aslında atanmışların bağlı olmaları gereken hükümeti devirmek veya kamuoyu önünde yıpratmak için yaptıklarının mahkemelerde yargılandığı bir dönemdeyiz. Ama buna karşın, devlet içinden birilerinin yaptıkları bir “hata” sivil kayıplara yol açıyor; tam da Kafes Eylem Planı’na uygun şekilde işlenmiş bir cinayeti iki aşırı milliyetçi katilin üstüne yıkan bir mahkeme kararı verilebiliyor. Bundan belki atanmışlardan oluşan devlet içindeki devletin hâlâ güçlü ve hükümete siyasi bedel ödetmeye kararlı olduğu sonucunu çıkarmak mümkün.

Konuya muhalefet cephesinden bakan ve askerî vesayetin artık iyice geriletildiği ve yerini sivil bir vesayetin aldığı görüşünü dile getirenler var. Ergenekon sürecinde generallerin yargılanıyor, aralarında artık eski bir Genelkurmay Başkanı’nın bulunuyor olmasını askerî vesayetin geriletilmesi veya sandıkta salt çoğunluğu alan bir partinin yasama ve yürütmeye hâkim olmasını sivil vesayet olarak nitelemek doğru değil. Kaldı ki bu görüşleri savunanlar ayrıca Silivri’ye verdikleri destekle gerçek niyetleri hususunda kuşku yaratıyor. Bu nedenle AK Parti’yi demokrasi taleplerini istenen ölçüde karşılamadığı veya biraz acımasızca belki ama kendisi devletleştiği görüşüyle eleştirenleri, Ergenekon sanıklarını insan zekâsıyla alay edercesine demokrasi kurbanı göstererek aklayanlarla aynı kefeye koymamak gerekiyor.

Birleşme yolunda ilerleyen Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) ile Yeşillerin hafta sonu Kadir Has Üniversitesi’nde birlikte düzenlediği konferansın sabah oturumu “Adım, adım otoriterleşme” başlığını taşıyordu. AP Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Hélène Flautre’un da konuşmacı olarak katıldığı oturumda, hükümetin son dönemde demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek bir yana kısıtlamaya yönelik son uygulamaları örneklerle dile getirildi ve kıyasıya da eleştirildi. Ancak konferansta AK Parti’yi eleştirenleri –BDP milletvekilleri dışında– muhalefetin sözcüleri olarak nitelemek doğru olmaz elbette.

Aslında katılımcıların çoğunluğunun yeni anayasa talebinde birleştiği ve mevcut siyasi atmosferin eski düzeni ortadan kaldıracak demokratik bir anayasayı zora sokmasından kaygı duyduğu söylenebilir. Topluma kazandırma boyutundan hâlâ yoksun salt askerî önlemlere dayalı bir terörle mücadele politikasıyla, Türk Ceza ve Terörle Mücadele gibi ifade özgürlüğüne aykırı hükümler içeren yasalarla Kürt sorununun çözümlenmesinin mümkün olmadığını kabul etmek gerekir. Vicdani ret gibi bir temel hakkın, asker-sivil ilişkilerinde demokratikleşmenin hâlâ ağza bile alınmadığı, Uludere dramının yarattığı bu puslu siyasi ortamda –gökten zembille inmeyecekse– çağdaş değerlere dayalı demokratik bir anayasanın nasıl yapılacağı gerçekten bir soru işareti oluşturuyor.

Kabul etmek gerekir ki Başbakan Erdoğan’ın “demokratik ülkelerin temel siyasi değer ve ilkelerini benimseyen bir anayasa” vaadinde bulunduğu 8 temmuza oranla daha karamsar bir siyasi tablo var önümüzde. Geriye dönüp baktığımızda, seçimlerden bu yana akıp geçen yaklaşık yedi aylık dönemde demokratikleşme adına yapılanın, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in son olarak bir toplantıda dile getirdiği gibi, yeni anayasa konusunda sarf edilen güzel sözlerden ibaret olduğu görülüyor. Sanki birileri yeni anayasayı engellemeye yönelik gizli bir eylem planını –neden olmasın– devreye sokmuş gibi, asıl konumuz gündem dışında kalıp duruyor. Kaygılanmamak elde değil.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar