Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Dönüşü olmayan yol
14.02.2012
2686

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, eski ve yeni müsteşarları dâhil MİT’in üst düzey görevlilerini PKK temsilcileriyle yaptıkları görüşmeler nedeniyle “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağıran özel yetkili savcıyı, soruşturmanın gizliliğini ihlâl ve amirinden bilgi gizleme gerekçesiyle görevden alarak, Ankara’yı sarsan yargı krizine şimdilik noktayı koydu. Konunun dışarıdan ayrıntıları iyi görülemeyen KCK yapılanmasındaki MİT görevlileriyle ilgili tarafı bir kenara bırakılırsa, terörle mücadelenin temel unsurlarından biri olan diyalog sürecini siyasi otoritenin görevlendirdiği kişiler üzerinden yargılamaya kalkışmak, siyaset alanına doğrudan müdahale anlamı taşıyan “sivil bir darbe girişimiydi”. Böylece bir taşla iki kuş vurulacak; hem seçilmiş hükümetin bir dönem silah bırakmaya ikna etmek için PKK ile başlattığı diyalog sürecinden ötürü zor duruma düşmesi, hem de terörle mücadelede örgütle diyalog kapısının ileriye dönük olarak kapanması sağlanacaktı. Peki, neden? Bu yolla terör örgütlerine silah bıraktırmak mümkün olmadığı, devletler siyasi ödün vermek zorunda kaldığı için mi?

İşin tuhaf tarafı, bunun hiç de öyle olmaması. Aksine demokratik ülkeler ailesinden İspanya ve İngiltere’nin, Avrupa’nın iki terör örgütü IRA ve ETA’ya diyalog süreçlerini kullanarak silah bıraktırdığı biliniyor. O zaman akla şu iki seçenek geliyor: terörle mücadelenin diyalog boyutunu yasaklatmak isteyen kimlerse, ya Avrupa’daki bu gelişmeleri izlemekten acizler veya daha vahimi terörün sona ermesini istemiyorlar. Ama bu tutumlarının nedenini, ORC’nin (Objective Research Center) hafta sonu yayınlanan kamuoyu yoklamasına göre silah bırakması için devletin PKK ile görüşmesine destek veren yaklaşık yüzde 64 oranındaki çoğunluğa izah etmeleri gerekmiyor mu?

Aslında bu kamuoyu yoklamasından çıkan bir başka ilginç sonuç var: katılımcıların yüzde 57,8’i bu krizin Ergenekon ve KCK soruşturmalarının intikamı olarak çıkarıldığı kanısını taşıyorKonunun 90’lı yılların terörle mücadele politikalarını ve Ergenekon sürecinde yargılanan bazı sorumlularını siyaseten aklaması dışında şu veçhesi de var: seçilmiş siyasi otoriteye karşı eylemlerin yargılandığı Ergenekon sürecini ters yüz edip, MİT’in üst düzey görevlileri üstünden siyasi otoriteyi yargılamak. Cengiz Çandar’ın altını çizdiği gibi, bu girişimin Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararından da, AK Parti hakkında açılan kapatma davasından da özü itibariyle hiçbir farkı yok.


Kamuoyu yoklamasında yüzde 64, 7 oranındaki çoğunluk ayrıca bu krizi çıkaranın da derin devlet olduğu görüşünde.
 Başka bir ifadeyle Ergenekon sürecinde yargılanan veya onlara siyasi destek sağlayan kesim, siyasete yine siyasi olmayan bir müdahalede bulunmuş. Sedat Ergin “CHP krizin neresinde duruyor?” başlıklı yazısında, arşivleri biraz karıştırınca karşısına, Oslo sürecinde PKK ile yapılan görüşmelere katılan bürokratlar hakkında CHP içinden yapılan suç duyurularının çıktığını söylüyor. Ergin, geçen eylülde CHP’li yedi milletvekilinin bu konuda bir basın toplantısı düzenlediğini, sözcülerinin bu olayın ihanet olduğunu ve bunu ne Başbakan’ın, ne de “Hakan Fidan denilen MİT Müsteşarı’nın yanına bırakmayacaklarını” söylediğini ve suç duyurusunun içeriğiyle ilgili bir metin dağıtmış olduğunu hatırlatıyor.

Geçen yazımda vurguladığım gibi, MHP ile birlikte Habur’a da karşı çıkmış olan CHP’nin terörle mücadelede derin devletinkinden farklı kendisine özgü politikası yok ve bu çıkışı Silivri’ye verdiği genel destekle de uyumlu görünüyor. Ne var ki ne bu destek, ne yargı üzerinden seçilmiş siyasi iktidarı köşeye sıkıştırma çabası, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partiye yakışıyor. Söz konusu kamuoyu yoklaması da, bu tür politikalara seçmen desteği bulunmadığını ortaya koyuyor.


Demokratikleşme, yeni anayasa süreci ne kadar engellenirse engellensin dönüşü olmayan bir yol.
 Evet, bu yolda gecikmeler oluyor, Helsinki sürecinin başlamasından bu yana geçen on iki yıllık uzun süre içinde kat edilen mesafe hâlâ yeterli değil. AK Parti’nin büyük bölümünde iktidar olduğu bu süre içinde demokratikleşmeyi yavaştan aldığı belli ama bu yolda ilerlerken nasıl çelmeler yediği de görülüyor. Ergenekon sürecindeki davalara baktığımızda, karşımıza darbe girişimleri ve eylem planları çıkıyor. Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararını görüyor, o karar alınsın diye bir yerlerden tehdit telefonu geldiğini işitiyoruz; 27 Nisan muhtırasını ve kapatma davasını hatırlıyoruz. Yeni bir anayasa yapılmasın diye 2007’den beri öyle bir direniş var ki AK Parti’nin yaptığı birçok hatanın üstünü örtüyor. Zira kimse artık askerin üzerine vazife olmayan konularda “tarafım” deyip ortaya çıkarak siyaset yaptığı, AB reformlarının ülkeyi böleceği gibi abuk sabuk sözlerin ciddiye alınıp uzun uzun tartışıldığı o çağdışı Türkiye’ye geri dönmek istemiyor.


AK Parti’yi iki kişiden birinin oyuna sahip olduğu halde özellikle Kürt sorununu çözme yolunda gerekli demokratikleşme adımlarını atmadığı, yeni anayasa çalışmalarına destek olacak şekilde reform sürecini hızlandırmadığı ve terörle mücadelede derin devlete özgü güvenlik politikalarına ağırlık verdiği için eleştiriyoruz. CHP ise, AK Parti’yi eleştirdiğimiz tüm bu noktalarda demokrasi cephesinde değil, derin devlete yakın anti-demokratik bir çizgide duruyor. Eksiksiz demokrasiye doğru dönüşü olmayan bir yolda olduğumuzu bir türlü kabul edemiyor.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar