Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Kısır döngü
23.06.2012
2337

 Türkiye’de PKK’nın toplumun her kesimince lanetlenen Dağlıca saldırısı tartışılırken, İspanya’da Anayasa Mahkemesi, süper temyiz mahkemesi olarak, Yüksek Mahkeme’nin 22 Mayıs 2011 yerel seçimleri öncesi Bask yurtsever (abertzale) solunun yeni partisi Sortu’yu yasadışı ilân eden kararını bozdu. Anayasa Mahkemesi’nin bir süredir beklenen bu kararını, başta iktidar partisi olmak üzere sağ kesimden tepki görmüş olsa da, demokratik hukuk devletinin ETA’nın silahlı faaliyetine son verdiğine ilişkin 20 Ekim 2011 tarihli açıklamasına yanıtı olarak değerlendirmek gerekir. Zira yasa dışılığa gerekçe oluşturan “silahlı örgütle organik bağ”, örgütün kesin silah bırakmasıyla ortadan kalkmış oluyor. O bakımdan mahkeme kararı, ana muhalefet Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve Bask milliyetçi partilerinin altını çizdiği gibi Bask Ülkesi’nin normalleşmesine katkıda bulunuyor.

Bu konuya son noktayı koyamamış olsa da Avrupa’da terörü alt eden son ülke olan İspanya’daki süreci güncel olarak izlemek, terörle mücadelede nerede olduğumuzu görebilmek açısından önem taşıyor. İspanya ve daha önce sorunu çözüme kavuşturmuş olan İngiltere’yi yeri geldikçe referans almak, Türkiye’nin koşullarının bu iki Avrupa ülkesiyle birebir örtüştüğü anlamına gelmiyor. Yanı başımızda iç savaşa giden ve PKK sicili pek parlak olmayan bir Suriye’nin ve bölgede Türkiye’nin artan etkisinden haz etmeyen ülke veya grupların örgütle flört etmesi terör sorununun çözümünde ilâve güçlükler yaratıyor olabilir. Ama koşullardaki bu farklılıklar, 90’lı yıllar boyunca yapıldığı ve dönüp dolaşıp yine geçerli kılınmak istendiği gibi, demokratik normları ve temel hak ve özgürlükleri hiçe sayan salt güvenlik politikalarıyla çözüm aranmasına gerekçe oluşturmuyor.

Dağlıca saldırısının, Kürt sorununun terör boyutu dâhil demokratik çerçevede çözümleneceğine ilişkin olumlu bir havanın toplumda giderek güçlendiği bir sırada ve Neşe Düzel’in Karayılan’ın barışla ilgili görüşlerini aktaran Avni Özgürel ile yaptığı söyleşinin yayımlandığı günün ertesinde gerçekleşmesi haklı olarak birçok senaryonun gündeme gelmesine yol açtı. Kimileri PKK içinde, ETA’da olduğu gibi, şahin ve güvercin kanatları olduğunu, kimileri terör örgütünün iyi polis/ kötü polis rolü oynayan (birbirleriyle çatışmayan) liderleri bulunduğunu vurguladı. Kimileri bu saldırıda yabancı parmağını ön plana çıkardı. Bu görüşlerin hepsinde doğruluk payı olabilir ama üzerinde asıl durulması gereken nokta, saldırıyla en azından bugüne kadar ortaya çıkmış olan aktörlerin önderliğinde bir çözümün engellenmek istenmesi olsa gerek.

Son haftalara ve günlere damgasını vuran başlıca aktörlerin, PKK’nın silah bırakması için çaba harcayan Barzani, hatta Talabani, Kürt sorununa Başbakan Erdoğan’ın çözüm bulabileceğini dile getiren Leyla Zana ve yöntem olarak partilerarası işbirliği öneren CHP olduğu görülüyor. Öneriye sıcak bakan ve anadilin seçmeli ders olarak okutulmasının yolunu açan AK Parti’yi ve PKK’nın silah bırakması halinde Öcalan’a ev hapsinin düşünülebileceğini söyleyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı da bu aktörlere eklemek gerekiyor. Bunlar arasında yer almayan tek aktör PKK. Terör örgütünün çözümün aktörlerinden biri olduğunu, muhatap alınması gerektiğini vurgulamak için insan hayatını hiçe sayan böyle bir saldırı gerçekleştirmiş olabileceği akla geliyor ki korkunç bir şey elbette.

Türkiye’nin yeri geldikçe vurguladığım bir demokrasi sorunu var. İngiltere ve İspanya’dan dikkate alınması gereken asıl farklılığımızı “Kürt sorunu” etiketiyle vurguladığımız bu demokrasi sorunu oluşturuyor. Kimilerinin yok dediği bu sorunun olmaması için, dünyanın en eski demokrasilerinden biri olan İngiltere bir yana bırakılırsa, öncelikle İspanya gibi demokratik bir anayasa yapmamız ve temel hak ve özgürlükleri anayasal güvenceye kavuşturmamız gerekirdi. Türkiye, bunu zamanında yapmak bir yana, 80 darbesiyle tam tersine 30’lu, 40’lı yılların otoriter rejimine kayınca, özellikle Kürtçenin yasak olduğu yıllar itibariyle PKK’ya Franco dönemindeki ETA gibi temel hak ve özgürlüklerin savunuculuğu rolünü bıraktı.

PKK’nın elinden bu kozu almak için öncelikle bireylerin doğumla kazandığı temel insan hak ve özgürlüklerine yeni anayasada sınırlama getirmeden yer vermek gerekiyor. Bunlar arasında Kürtlerin büyük destek verdiği anadilde eğitim gibi topluca kullanılan bireysel haklar da var. Uzlaşma Komisyonu’nda yer alan siyasi partilerin yersiz tartışmaları bir tarafa bırakarak çözümde taraf olmak istediği anlaşılan PKK’yı siyasi konuların dışında tutmaları şart görünüyor.

Buna karşılık PKK’nın, silah bırakma ve yönetici ve militanlarının topluma yeniden kazandırılması sürecinde muhatap alınması önem taşıyor. Barzani ya da Talabani ikna sürecinde rol alabilirler belki ama bu konuların karşılıklı müzakere edilmesi gerekiyor. O bakımdan silah bırakma karşılığı yasal siyaset seçeneğini ilke olarak benimseyen ve tercihan AK Parti- CHP işbirliğiyle bir çerçeve yasası çıkarılmasında yarar var.

Yeri geldikçe yinelediğim bu öneriler yerine, bir siyasi partimizin yaptığı gibi, hem temel hakları sınırlamaya, hem de güvenlik ağırlıklı politikalar önermeye kalkarsak, sonu çözümsüzlüğe giden bu kısır döngüden çıkmak mümkün olmaz. Hem sonra otuz yıla yakın bir süredir sonuç vermediği görülen politikaları temcit pilavı gibi öne sürersek, insanların aklının bir köşesine bazı kuşkular takılıp kalmaz mı acaba?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar