Alper GÖRMÜŞ
Bir gazete “fiil”e değil “özne”ye odaklı bir yayıncılık yapıyorsa... Yani tavrını fiillere göre değil de öznelere göre oluşturuyorsa... Yani, diyelim “A” öznesinin her yaptığına doğru, buna karşılık “B” öznesinin her yaptığına yanlış diyorsa, o gazete gazete olmaktan önemli ölçüde çıkmış demektir.
Çünkü böyle bir durum ancak, gazete siyasi amigoluk ya da siyasi düşmanlık pozisyonlarından birini tercih etmişse ortaya çıkabilir; eh, bu durumda da -biraz abartıyla- karşımızda bir “gazete”den çok bir siyasi mücadele bülteninin olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Siyasi kutuplaşmanın şiddetlenmesine paralel olarak Türkiye’deki gazeteler her gün biraz daha fazla “gazete” olmaktan çıkıp “mücadele bülteni” görünümüne bürünüyorlar.
Kutupların çekim gücü o kadar şiddetli ki, “düşmanlık” ya da “amigoluk” pozisyonlarını reddederek; olması gerektiği gibi “eleştirel” bir pozisyonda kalarak gazetecilik yapmak, hiç talebin olmadığı bir piyasaya ürün arz etmek kadar saçma bir tercih gibi görünüyor.
Gezi: Kutuplaşma geri dönüşsüz olarak keskinleşiyor
Yukarıda okuduğunuz satırları, Türkiye’de zaten var olan toplumsal kutuplaşmanın geri dönüşsüz bir biçimde keskinleştiği izlenimi veren Gezi olaylarından birkaç ay sonra kaleme almıştım. (“Ne amigoluk, ne düşmanlık... İhtiyacımız eleştirel gazetecilik...”, T24, 23 Ekim 2013).
Gerçekten de öyleymiş, Gezi ile birlikte keskinleşen kutuplaşma ve gerilim gerçekten de geri dönüşsüzmüş.
Gezi’de ve sonrasında ortaya çıkan toplumsal gerilim o kadar yoğundu ki, gerçeklikten bütünüyle kopmuş bir iyimserliğin sihirli dokunuşu olmaksızın, o gerilimin pâyidar kalmayacağına inanmak mümkün görünmüyordu.
O zamanlar ben de “kötümserler” arasında yer alıyordum ve zaman içinde, Gezi’den itibaren peydahladığım kötümserliğimin yoğunluğunu azaltacak hiçbir gelişme olmadı. Tek istisna olan 15 Temmuz darbesini izleyen “Yenikapı ruhu”nun olumlu etkisinin de kısa süreli olacağını, kutupların yine eski pozisyonlarına çekileceğini o günlerde ifade etmiştim.
Geldiğimiz noktada, toplumsal kutuplaşmanın “tarihî zirvesine” ulaştığını sanırım söyleyebiliriz. Fakat bundan daha vahim bir tespit yaparsak, o da yanlış olmayacak: Toplumsal kutuplaşmamız, tıpkı Dolar gibi her yeni zaman diliminde yeni “tarihî zirveler” yaşayacak ve maalesef bu böyle gidecek.
Medya, bu kutuplaşmanın hem yansıtıcısı hem de derinleştiricisi olmak üzere son derece olumsuz bir rol oynuyor.
Bence toplumsal kutuplaşmanın yoğunluğunu tespit etmenin en iyi ölçülerinden biri, bir kutup adına konuşanların, karşı kutbun taraftarlarının (da) “duyabileceği”, onlara (da) “değebilecek” bir dil tutturup tutturmadıklarıdır. Bu özenin tümüyle ortadan kalktığı, her iki kesim adına konuşanların kendilerini sadece kendi kampındakilerin izlediğini bildiği ve bunda hiçbir sorun görmediği koşullarda, kutuplaşmanın da zirvesindeyiz demektir. Besbelli ki şimdi öyle günlerdeyiz...
Gezi’den sonraki karamsarlığımın kişisel boyutu
Bu kadar yoğun bir kutuplaşmanın zemininde, kaçınılmaz olarak hakikati ortaya çıkarma çabasının yerini, hakikati kendi dar siyasi yararları doğrultusunda gizleyen ya da manipüle eden bir iletişim çabası alıyor.
Bu koşullarda ortaya çıkan gazetecilikle ilgili söyleyeceğim başka şeyler de var, fakat onları bir sonraki yazıya bırakacağım. Bugün, Gezi’den itibaren içine girdiğim karamsarlığımda rolü olan kişisel bir tecrübemi sizlerle paylaşmak istiyorum. Rolü vardı, çünkü hakikati dar siyasi yararlar lehine gizlemenin ya da eğip bükmenin mükemmel bir örneğiydi bu ve konuyu gündeme getirdiğim için başıma gelmeyen kalmamıştı.
Aslında o günlerde peşine düştüğüm bir meselenin fikri takibini yapmak için de istiyordum bu kişisel hikâyeye dönmeyi; böylece bir taşla iki kuş vurmuş olacağım.
Ortalığı sakinleştirecek mahkeme kararı gizleniyor
2013 Mayıs’ının sonunda başlayıp haziran boyunca süren Gezi olayları, Taksim Yayalaştırma Projesi ile eski Topçu Kışlası'nın yeniden inşa edilmesi projesini protesto amacıyla başlamıştı...
Bu iki proje, aynı zamanda iki ayrı davaya tekabül ediyordu...
Temmuz 2013’ün ilk günlerinde ortaya çıktı ki, 1. İdare Mahkemesi 6 Haziran 2013'te, yani olaylar devam ederken Taksim Yayalaştırma Projesi'ni iptal etmişti. İptal, Gezi Parkı'na Topçu Kışlası inşasını da yasaklıyordu.
Kararı kamuoyuna ilk olarak Taksim Dayanışması 3 Temmuz 2013'te duyurdu ve bu da, Dayanışma'nın 6 Haziran'daki iptal kararını 3 Temmuz'dan önce bilip bilmediği hususunda bir istifhama yol açtı.
Bu sorunun cevabını bilmek önemliydi... Kararın 6 Haziran'da ya da sonraki günlerde kamuoyu bilgisi haline gelmesi durumunda, ortamdaki hararet önemli ölçüde düşebilirdi; çünkü Başbakan Erdoğan, ilk günlerdeki pozisyonundan net bir geri adım atmıştı ve Gezi Parkı ve Topçu Kışlası'yla ilgili olarak mahkemenin iptal kararı vermesi durumunda bu karara uyacaklarını açıklamıştı.
Taksim Dayanışması: Etik kaygılarla açıklamadık...
Kafalara takılan soru şuydu: Taksim Dayanışması nasıl olmuştu da, çok yakından izlediği davada bir ay önce her iki projenin iptal edildiğine dair kararı öğrenememişti?
Dayanışma'nın sözcülerinden ve davanın avukatlarından Can Atalay, o günlerde bir gazetecinin sorularını cevaplarken kararı önceden bildiklerini doğruladı. Atalay, söyleşinin bir yerinde, mahkemenin iptal kararını “yirmi gündür” (yani 13-14 Haziran’dan beri), bir başka yerinde de karar tarihi olan 6 Haziran’dan “birkaç gün sonra”sından itibaren bildiklerini belirtiyordu.
Atalay, kararı bildikleri halde neden açıklamadıklarını da "gerekçeli kararın henüz yazılmadığı"na bağlıyor, "etik kaygılar" öne sürüyordu:
"Yirmi gündür biliyoruz ama yargıya olan hürmetimiz nedeniyle bir şey söylemedik... Kararın gerekçesini bilmediğimiz bir durumda, mahkeme şöyle bir karar vermiştir demek oradaki hâkimlere ayıp olur. Ben bunu hiç yapmadım şu ana kadar..."
İdare ve yargı da töhmet altında...
Ben o günlerde kaleme aldığım yazılarda Dayanışma'nın "etik kaygı" izahlarını tatmin edici bulmamış, "Hangi 'etik' kaygı, açıklanması durumunda birçok ölümü, birçok yaralanmayı önleyebilecek bir bilginin gizlenmesini haklı, anlamlı ve meşru kılar?" diye sormuştum.
Birinci İdare Mahkemesi'ndeki davanın üç tarafı vardı: Davacı (davayı açan üç oda üzerinden Taksim Dayanışması), davalı (idare, yani belediye ve hükümet) ve davayı gören (yargı).
O günlerde, iptal kararını önceden öğrendiğini bizzat kendisi açıkladığı için sorularımı esasen Taksim Dayanışma'ya yöneltmiştim... Fakat hiç kuşkusuz, 6 Haziran'daki kararı bilmiyor olabileceğini düşünemediğim idareye ve yargıya da sorulacak sorular vardı... Sormuştum da:
"Gerçekten, meseleyi hâkimler bakımından 'anlayabilmemiz' de imkânsız görünüyor. Onlara sorulması gereken soru da şöyle: 'Sayın hâkimler... 6 Haziran'da ülkedeki yangını söndürmede altın kıymetinde bir karar verdiniz... Ve fakat karara bir gerekçe yazıp imzalamak için tam bir ay beklediniz... Lütfen neden bu kadar beklediğinizi açıklar mısınız?... Taksim Dayanışması'nın açıklamasından, siz hâkimlerin, önünüze gelen uyuşmazlıklar ile ilgili kararınızı verdikten yaklaşık 1 ay sonra kararın gerekçelerini yazdığınızı öğrendik... Hatta Dayanışma temsilcileri bu nedenle sizi suçladı da... Hakikaten: Bu bir ay Allah'ın emri olmadığı halde neden bu kadar beklediniz?'
"Tabii bir de işin 'idare' tarafı var... Öyle ya, memleket yanarken, o esnada mahkemede neler olup bittiğini hükümetin, bakanlığın ve belediyenin de izliyor olması gerekmez miydi? Onlar da tıpkı Dayanışma gibi mahkemenin iptal kararını bildikleri halde 'yargıya hürmetlerinden' ötürü sustular mı, yoksa...
Gerçekten mahkemenin ve idarenin de cevap vermesi gereken çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü şu anda durum şöyle görünüyor: Meğer hükümetin de, yargının da, Dayanışma'nın da sokaktaki yangından bir şikâyeti yokmuş... Herkes ondan bir şeyler ummaktaymış ve o nedenle yangının başlarında bir lûtuf gibi ortaya çıkıveren yangın söndürme cihazını hep birlikte gizleyivermişler! Bu nasıl bir şey? Böyle bir şey olabilir mi?
"Eğer hükümetten ve yargıdan gelecek izahlar da ikna edicilikte Dayanışma'nınki kadar problemli olacaksa, evet bu yönde kuşku belirteceklere kimse 'sen deli misin kardeşim' diyemeyecektir!" (T24, 9 Temmuz 2013).
O esnada yargı...
Bu çerçevede yürüttüğüm gazetecilik soruşturması o günlerde başıma büyük işler açtı. Aralarında gazeteci meslektaşlarımın da bulunduğu bazı sosyal medya aktivistleri bana karşı büyük bir linç kampanyası açtı. O kadar çok küfür yedim ki, yazının yayımlandığı 9 Temmuz günü adım Twitter’da “trend topic” oldu.
Küfürlere rağmen o günlerde meslektaşlarıma sadece görevlerini hatırlatmakla yetindim:
"Bana saldırmaya devam edin, fakat lütfen enerjinizin bir bölümünü de hükümeti ve mahkemeyi bu tuhaf durumu açıklamaya zorlamak için kullanın.”
Ne yazık ki kimse girişmedi böyle bir zahmete ve ben küfür yemeye devam ettim.
17-25 Aralık’tan sonra, bilhassa da Gülen Cemaati’nin yargı içindeki örgütlenmesinin ve manipülasyonlarının ortaya çıkmasını müteakiben, Gezi’deki “gizlenmiş” yargı kararı yeniden güncel bir boyut kazandı.
Şimdi çok merak ediyorum, acaba 6 Haziran 2013’te verdikleri karar için memleket yangın yerine dönmüşken oturup bir gerekçe yazmayan ve kararını açıklamayan o mahkemenin üyeleri şimdi nerede?
Gezi’den sonraki geri dönüşsüz kutuplaşmanın boyutlarını ve bu kutuplaşmanın gazetecilik üzerindeki etkilerini önümüzdeki hafta ele alacağım.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktanİktidar, Bahçeli’nin hukuk uyarılarını dikkate almalı 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciDemokrasi işgal edilirse… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün8 Ağustos mutabakatı… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Azerbaycan Turan yolu’ 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURRojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar… 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKomisyon'un çimentosu Bahçeli 13.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025