Alper GÖRMÜŞ
Bu yazının başlığı 30 Mayıs tarihli yazımı okuyan okurlarda bir ‘dejavu’ duygusu yaratacaktır. Çözüm süreci-Kürt barışını ele aldığım o yazının başlığı şöyleydi: “Demokratikleşme olmadan barış mümkündür fakat bunu durmaksızın tekrar etmekte bir problem var.”
Başlıkta dile getirdiğim problemi de yazının spotunda şöyle özetliyordum:
“Evet, barış Türkiye’nin mevcut demokratikleşme düzeyinde de mümkündür. Fakat sürekli bunu vurgulayıp demokratikleşme ihtiyacından söz etmemekte ciddi bir problem var. Bu bileşim iktidarın baskıcı rejim inadını görmezlikten gelmek ve üzerinden atlayabilmek için kullanışlı bir araç haline geliyor. Doğru soru şudur: ‘İktidar neden barış ve silahsızlanma gibi bir imkânı demokratikleşme için bir fırsat olarak kullanmıyor?’”
Şimdi bu bakışın benzerinin İran-İsrail savaşıyla birlikte öne çıkan ülke güvenliği, güçlü ordu, savaşa hazır olmak gibi geçerli parametreler üzerinden üretildiğine şahit oluyoruz. Sanki demokrasi, çoğulculuk, ifade özgürlüğü, demokratik yönetim ülkenin somut ve gerçek güvenlik ihtiyacıyla çelişen şeylermiş gibi yapılıyor, bunları vurgulayanlar otomatik olarak ülke güvenliğini önemsemeyen aptallar muamelesi görüyor.
Sözüm tabii ki zaten her zaman böyle düşünen sağcılığa değil, sözüm demokratik değerleri ve demokratik yönetimi her şeyin üstünde tuttuğunu beyan edegelmişlere… Bu kişilerin ‘dış’ı ve ülke güvenliğini sürekli olarak vurgularken ‘iç’te ülkenin yarısını düşman gibi gören bir yönetime karşı kendilerinden beklenen eleştirileri esirgemelerinde büyük bir problem var. Bu, onların demokratik yönetimi dış politikada ve güvenlikte zaaflara yol açacak bir tercih olarak gördüklerine dair haklı kuşkulara yol açıyor.
Böyle yazılarla Serbestiyet’te de karşılaşabiliyoruz. Mesela Mücahit Bilici’nin 1 Haziran tarihli “Siyaset niye demokrasi doğurmuyor ve Avrupa’ya girmek için Türkiye ne yapmalı?” başlıklı yazısı benim bu yazıda baştan beri anlatmaya çalıştığım sorunun berrak bir ifadesi gibi görünüyor. Derdimi bu örnek yazı üzerinden biraz daha açmaya çalışacağım…
Yazının girişinde şöyle diyordu Mücahit Bilici:
“Günümüzün önemli teorik sorularından biri demokrasinin tıpkı Covid aşısı gibi öyle sanıldığı kadar etkili bir ilaç olmadığının ortaya çıkmasıdır. Bazan olur barış sürecinin bile başarısı demokrasisizliğe rağmen mi mümkün oluyor yoksa bizzat demokrasisizlik sayesinde mi mümkün oluyor diye sormak gerekiyor. Aynı şekilde başarılı bir ülke olmak için demokratik olmak gerektiğine dair varsayımlara artık demokratik ülkeler bile inanmıyor.”
Parantez: “Demokrasinin sanıldığı kadar etkili bir ilaç olmadığının ortaya çıkması” başlıklı teorik sorun üzerine düşüncelerim
Bu paragraftaki itiraz noktalarıma geçmeden önce demokrasinin (ben tabii “liberal demokrasinin” diye düzelteceğim ve bundan sonra da öyle devam edeceğim) günümüzdeki toplumsal-siyasi sorunlara gerçekten de “ilaç” olmadığına dair görüşü aynen benimsediğimi belirtmek isterim. Bu konudaki düşüncelerimi Trump’ın başkan seçildiği 2016 seçimlerinden itibaren kaleme aldığım ‘popülizm’ yazılarında uzun uzun anlattım.
Liberal demokrasinin sorun çözmede artık çok fazla iş görmediği yönünde görüş öne sürenler kabaca ikiye ayrılıyor: a) Liberal demokrasiyi demokrat bir zihniyetle aşmak isteyenler, b) liberal demokrasinin bireyi toplumun önüne koyarak insanın aidiyet duygusunu körelttiğini, bu yolla toplum olmayı engellediğini ve terk edilmesi gerektiğini savunanlar.
Liberal demokrasiyi aşan yeni bir demokrasi önermesinin karşı karşıya bulunduğu güçlükler ortada, mesele çok zor, fakat otoriter popülistlerin iddialarının aksine bireyler için de toplumlar için de selametin bu zorlu arayışta olduğuna inanıyorum.
Parantezi kapattım.
“Demokrasi çare olmuyor” demek başka “çare otoriterlikte” demek başka…
Mücahit, yazısından yukarıya aldığım bölümde iki şey söylemiş oluyor. Birincisi: Liberal demokrasi Türkiye’nin sorunlarını çözmede kifayetsiz kalıyor… İkincisi: Türkiye’nin sorunlarını çözmede otoriterlik daha fonksiyoneldir. (Ya da en azından bu ihtimal üzerinde düşünmeliyiz.)
Bu paragrafta beni birinci ‘şey’ rahatsız etmedi, bence de doğru, fakat ikincisinden çok rahatsız oldum. Çünkü bu durumda otoriterliğe ve onun yol açtığı insani sorunlara karşı mücadele etmekle ülke yararı arasında açık bir çelişki doğuyor; eh, zaten başımızdaki otoriter-milli iktidar da bu gerekçeyle bizden talep eden değil uyum gösteren vatandaşlar olmamızı istemiyor mu? Nitekim Mücahit de kendi kendisiyle tutarlı olacak biçimde otoriterliğin yol açtığı insani ve toplumsal sorunlara yazılarında hiç değinmiyor.
“Demokrasi çare olmuyor” demek başka “çare otoriterlikte” demek başka… Mücahit ikinciden yana ve yazısının devamında bu tezini temellendirmeye çalışırken yine ilginç şeyler söylüyor.
“Ben demokrasiye inanan bir insanım. Ancak demokrasinin canlı bir şey olduğunu ve her ortamda yeşermeyebileceğini görmek gerektiğine inanıyorum.”
Buna ben de inanıyorum. Dolayısıyla her ülkeyi ayrı ayrı ele almak, her ülkenin demokrasi imkânını, otoriterliğe direnme potansiyelini ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Nitekim Mücahit de öyle yapıyor ve mesela Rusya örneği için şöyle diyor:
“Rusya bir Putin çıkarmak zorundaydı ayakta kalabilmek için. Çünkü demokrasi oyunu kağıt üzerinde oynanan birşey değil. Rusya örneğinde olduğu gibi süpergüç bile olsan kurtlar sofrasında demokrasi bir halk için yıkım ve sürünme anlamına gelebilir. Türkiye eğer tam Rusya değilse tam Avrupa da değil.”
Peki “tam Rusya değilse bile tam Avrupa da olmayan Türkiye” neden sorunlarının çözümünde otoriterliğin daha işlevsel olduğu bir ülke olarak kayda geçiriliyor? Neden en büyük sorununu çözme yoluna girmesi bile “demokrasisizlik sayesinde” mümkün bir ülke olarak resmediliyor?
Mücahit, sonlara doğru daha net olarak ifade ediyor inandığı şeyi:
“Dış müdahaleler ile muhatap olacak bünyeler için demokrasi zaaf ve kırılganlık anlamına gelebiliyor.”
Şunun altını çizmek isterim: Bunlar, otoriter bir iktidarın kendi meşruiyetine malzeme sağlamak üzere geliştirdiği ve Mücahit Bilici’nin de bize tercüme ettiği görüşler değil, bizzat kendisi tarihin bu aşamasında Türkiye’nin ihtiyacının otoriterlik olduğuna inanıyor.
Kararların, aklının her şeye ve herkese yettiğine inanılan bir kişi tarafından alındığı bir yönetim biçiminin yol açacağı sorunların laboratuvarı haline gelmiş bir ülkede liberal demokrasinin yetersizliğini öne sürmekle yetinmeyip “kurtuluş otoriterlikte” şiarını yükseltmek büyük cesaret işi. Mücahit Bilici, inandığını eğip bükmeden bütün açıklığıyla ifade etme cesaretine sahip bir kişi, bunu zaten biliyorduk. FakatSerbestiyet’teki son yazısını (18 Haziran) okuduğumda “keşke bu kadar cesur olmasaydı” diye geçirdim içimden. İsrail’in İran’dan sonraki hedeflerini konu ettiği “Sırada Türkiye mi var?” başlıklı yazıda Mücahit bu soruya ‘evet’ cevabını verdikten sonra “Türkiye’den sonraki hedefin kim olacağı sorusu daha ilginç” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Gösterinin devamı herşeyi batı komplosu sananları şaşırtacak. Bizzat Avrupa’ya yapılacak bugün yakın yerlere yapılanlar. Avrupa’yı hak ile yeksan etmek isteyecek bu terör bir gün. Ve eğer gelebilirse, gün gelecek süpergüç koltuğunda oturan memleket bile terör örgütünün saldırısına uğrayacak. Ahmak insanların bu adam ne yazdığını biliyor mu diye alaya almaları pahasına söylenmeli söylenmesi gereken acı tespitler.”
Doğrusu son yazısında bunu da okuduktan sonra kafam karıştı, Mücahit’in son zamanlarda akıldan çok kabarmış duygularla yazmaya başladığını dair düşünceler peydahladım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025