Alper GÖRMÜŞ

Bak ‘Hürriyet’, neler çıktı!
31.01.2012
5682

Er Sevag Şahin Balıkçı, terhisine 23 gün kala 24 Nisan 2011’de arkadaşı Kıvanç Ağaoğlu’nun silahından çıkan bir kurşunla hayatını kaybetti. Dün, olayla ilgili davanın üçüncü duruşması vardı.

Aslında duruşma tarihi 29 marttı, fakat mahkeme, daha önce “kazaydı” diye yazılı ifade veren tanıkHalil Ekşi’nin, ifadesini “Kıvanç Ağaoğlu silahını dolduruş pozisyonuna getirdi ve Sevag’a ateş etti” diye değiştirmesinden sonra duruşmayı 30 ocak gününe çekti.

Duruşmada neler olduğunu bugünkü gazetelerde okuyacağız. Fakat ben bugün, gazetelerin, olayın olduğu günlerde haberi nasıl takip ettiklerini anlatacağım size...

Tablo, tahmin edebileceğiniz gibi çok fena: Sevag Şahin Balıkçı’nın ölümüyle ilgili haberler, kuşku duyma ve soru sorma melekeleri zaten hayli güdük kalmış gazeteciliğimizin, kuşkulu durumun Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilgili olması halinde kendisini tam bir “üç maymun”a dönüştürdüğünü bir kez daha gösteriyor.


Yasemin Çongar
, kendisine Taraf’ı farklı kılan şeyin ne olduğunu soran bir yabancı meslektaşına çok basit fakat çok anlamlı bir cevap vermişti: “Soru soruyoruz...”

Sevan Şahin Balıkçı’nın vurulmasının ardından kuşku belirtip soru soran gazetecilik yine Taraf’la temsil edilirken, “işin içinde TSK varsa soru sorma, kuşku duyma!” gazeteciliğinin başını da tahmin edebileceğiniz gibi Hürriyet çekiyordu...


Bir tarafta Taraf, bir tarafta Hürriyet

Sevag’ın ölümü cenaze töreninden (27 Nisan 2011) bir gün önce duyulduğu için, olayla ilgili geniş haberler 28 Nisan 2011 tarihli gazetelerde yer aldı.


Taraf
, olayla ilgili kuşkulu noktaları Sevag’ın cenaze törenini duyurduğu birinci sayfa haberinin yanından anonsladığı Markar Esayan’ın yazısı üzerinden sıralıyordu.

Markar’a göre, “Ölümün 24 nisanda, yani Ermeni soykırımının 96. yıldönümünde ve ne tesadüftür ki Paskalya Yortusu’nda gerçekleşmesi, kafalarda soru işaretleri oluşturuyordu” ama “Konu aydınlığa kavuşmadan sadece tarih çakışmasından böyle çıkarımlar yapmak doğru değil”di. Bu, “Hem Sevag’a, hem de ailesine, sevenlere, bu ülkeye de haksızlık” olurdu.

Fakat bir yandan da “Sevag konusunda yapılan açıklamalarda ciddi kuşkular uyandıran noktalar var”dı. Markar, bu noktaları şöyle sıralıyordu:


“Sevag’ın sözlüsü olayın kaza olduğuna inanmadığını söylüyor. Verdiği bilgiler hem yenilir yutulur türden değil, hem de Jandarma Genel Komutanlığı’nın yaptığı açıklamayla doğrudan çelişiyor. Sevag’ın sözlüsü şöyle diyor: ‘50 lira çalınmış. Suç da Sevag’ın üzerine kalmış. Bir uzman çavuş karın boşluğuna yumruk atmış, başını da yatağa çarpmış. Karakola bildirdiler. Ancak baskıyla dilekçeyi geri aldırdılar. Ben de ‘Terhise iki ay kalmış, uğraşma’ dedim. O öldürüldü. Askerdeki ülkücülerden baskı görüyordu. Bence 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nı Anma Günü’nü konuşuyorlardı; biri de çekti vurdu.’”


Jandarma Genel Komutanlığı 
ise sözlüsünün verdiği bu somut bilginin “gerçeği yansıtmadığı”nı belirten bir açıklama yaptı. Markar haklı olarak, Jandarma’nın açıklamasını manidar bulmuş, bu somut olayın bile üstünü örtmesine dikkatimizi çekmişti.


Hürriyet: “Sevag kırmızı-beyaz uğurlandı”


Hürriyet
 ise okurlarını, “oldu bi kaza, bakın devletimiz onu nasıl da bağrına basıyor”duygusuyla dolduruşa getirmekle meşguldü. Gazete ne soru soruyordu ne de kuşku belirtiyordu. Hatta tam tersine, haber, dile getirilen kuşkuları boğmak üzere hazırlanmıştı.

Başlık ve spotlarda: “Sevag, kırmızı-beyaz uğurlandı...”“Bayrağı öperek aldı...”“Şehidin Türk bayrağına sarılı tabutu...”

Haberin devamı da Hürriyet’in bu işleri en iyi becerebilen gazete olduğunu bir kez daha gösteriyordu... Oklar her şeyden evvel, ortalığa düşüp “kafa karıştırıcı” sözler söyleyen Sevag’ın sözlüsüne yöneltilmeliydi... Nitekim:


“Açıklamalarıyla önceki gün ailenin tepkisini çeken Sevag Şahin Balıkçı’nın sözlüsü Melani Kumruyan, ailesinin son kez görmesi için Sevag’ın yüzünün açıldığı kilisenin morguna ve taziye odasına alınmadı.”

Ayrıca, “Sözlüsü aileyi üzdü” ara başlığının altında:


“Ermeni cemaatinden aileye yakın isimler, Balıkçı ailesinin, oğullarının Kumruyan ile evliliğini onaylamadığını belirterek, ‘Sevag şehit olduktan sonra Melani’nin yaptığı açıklamalar da aileyi üzdü. Onu görmek bile istemiyorlar’ dediler.”

Ve yine başka bir ara başlıkla “Abladan sağduyu mesajı...”

Eh, daha ne yapsın Hürriyet?

Sevag’ın annesi Ani Balıkçı, olayın seyrinin değişmesinden sonra “Kasıt var diyenlere kızıyordum, bak neler çıktı...” diye konuştu.

Ben de o sözlere nazireyle Hürriyet’e sesleniyorum:

Mesleğinin gereğini yapıp kuşkuların üzerine gitmek yerine, onları dile getireni itibarsızlaştırmak,“sağduyu” denizinde boğmak için elinden geleni yaptın, bak neler çıktı!

-

 

Sol’un 12 Eylül iddianamesi rahatsızlığı büyüyor

Oğuzhan Müftüoğlu’nun televizyonda dile getirdiği, BirGün gazetesinin de haberleştirdiği 12 Eylül değerlendirmesini öğrendikten sonra, “Sol’un 12 Eylül faşizmini eksik teşhiri” konusunda yazdıklarımdan emin oldum. Bu vesileyle konuya bir kez daha dönüyorum.

Müftüoğlu’nun sözlerine geçmeden önce “eksik teşhir” meselesini kısaca hatırlatayım...

İddiam şu: Sol, 12 Eylül faşizmi karşısında kesin olarak yenildikten sonra onu teşhir etmede yanlış (eksik) bir yol izledi, bu da 12 Eylül’ün haksızlığı ve 12 Eylül’cülerden hesap sorma konularında toplumda bir irade oluşmasını engelledi.


“Teşhir”
in eksik yanı şuydu: Sol, bu dönemin kaba şiddetini, insafsızlığını teşhir ederse, halkın bu şiddetin sahiplerinden hesap sorulmasını isteyeceğini düşündü. Ne var ki bu beklenti karşılık bulmadı, çünkü halk 12 Eylül öncesinin kaotik ortamından bezmişti, korkmuştu ve kendisini bu “bela”dan kurtaracak bir şey bekliyordu. İşte bu psikolojiyle, 12 Eylül sonrasının bütün mezalimini bu “bela”dan kurtulmanın faturası saydı. Öylesine korkmuştu ki, adalet duygusu bu korkunun içine sızamadı.

Sonuçta halk, bir an önce işini bitirip gitmesi için dua ettiği 12 Eylül yönetimini esasen destekledi. Şöyleydi psikolojisi: “Evet, bir sürü haksızlık, bir sürü yanlışlık oldu, oluyor ama bunlar da mecburen el koydular yönetime...”

Halktaki bu “rıza” duygusunu kırmanın tek bir yolu vardı: 12 Eylül’cülerin darbe yapabilmek için o kargaşayı bizzat kışkırttığının gösterilmesi...

Ne var ki sol bunu yapmadı. Çünkü böyle yaptığı takdirde 12 Eylül öncesindeki “devrimci mücadele”nin anısının zarar göreceğini düşündü.

Bu meseleyi en son, 12 Eylül iddianamesinin mahkeme tarafından kabul edilmesi vesilesiyle 13 ocakta konu etmiş; iddianamenin, 12 Eylül öncesindeki “devrimci durum”un kendi yollarını açması için darbeciler tarafından yaratılmış bir “sahne” olduğunu öne süren yönüyle, a) 12 Eylül’ün teşhiri konusunda sol’un yapmadığını yapmaya çalıştığını, b) 12 Eylül’den önceki “devrimci durum”un tümüyle bağımsız bir öznenin (devrimciler) iradesiyle şekillendirildiği kabulüne ağır bir darbe indirdiğini savunmuştum.

İddianamenin, bu yönüyle, başta BirGün gazetesi çevresi olmak üzere sol’un bir bölümünü sinirlendirdiği anlaşılıyor. BirGün gazetesinin 28 Ocak 2012 tarihli birinci sayfa haberinden aktarıyorum:


Devrimciler 12 Eylül’e teslim olmadı
... BirGün yazarı Müftüoğlu, 12 Eylül 1980 tarihinden sonra olayların bıçak gibi kesildiği iddialarına sert bir yanıt verdi... Oğuzhan Müftüoğlu, katıldığı bir TV programında Evren ve Şahinkaya’nın yargılanmasının göstermelik olduğunu vurgularken tarihe not düştü: Devrimciler 12 Eylül’e teslim olmamıştır... Oğuzhan Müftüoğlu, ‘12 Eylül’de olaylar bıçak gibi kesildi, çünkü TSK ve derin devlet cinayetleri kendisi işletiyordu’ görüşünün doğru olmadığını, basın yazmadığı için öyle sanıldığını bildirdi.”

12 Eylül öncesi kaosta derin devletin rolünün “cinayetleri kendisi işletiyordu” basitliğinden çok daha fazlasını içerdiğini biliyoruz. Fakat pozisyonunuzu esasen onu reddetmek üzerine kurarsanız, iddiayı böyle yansıtmanız doğaldır. Müftüoğlu, bu yaklaşımıyla 12 Eylül’de derin devletin rolünü açığa çıkarmaya çalışan iddianameden rahatsız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

12 Eylül’ün sorumlularından ve işkencecilerinden hesap sorma girişimi karşısında buz gibi bir edayla durmanın –siyasi yanlışlığı bir yana– ahlaken de sorunlu olduğunu yazmıştım. Çünkü böyle bir tavır, özünde, kendi dar grupsal ve kişisel menfaatleri uğruna gerçeğe gözlerini kapamaktan başka bir anlama gelmiyor.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar