Alper GÖRMÜŞ
Küresel sermayenin, yöneleceği ülkeleri seçerken ülkenin demokratik standartlarını temel bir ölçüt olarak nazara aldığı tezinin gerçeklikle hiçbir ilişkisi yok; “ah, keşke” denebilir, o başka…
Küresel sermayenin nice otoriter yönetimlere oluk oluk para akıttığı ortadayken böyle bir temel ölçütten söz edilebilir mi?
Fakat bu tespitler, Türkiye’nin bir demokrasi sayıldığı 21. yüzyılın ilk 10 yılında doğrudan yatırım ya da sıcak para olarak ülkeye yağan milyarlarca doların, şimdiki ‘otoriter Türkiye’den esirgenmesini izah etmiyor. Hattâ, sırf buna bakılırsa, buradan, “E, bak, kendi kendini yalanladın” itirazına sıçramak işten bile değil.
Yine, neden bu dönemde başka otoriter yönetimlere para yağarken Türkiye’ye gelince frene basıldığı sorusu da ortada.
Malûm koronun bu soruya cevabını biliyoruz: “Çünkü Türkiye yerli ve milli politikalar uyguluyor, emperyalizm de Türkiye’yi bu yolla cezalandırıyor.”
Uluslararası fonların ulusal devletlerin denetim mekanizmaları dışında işleyen yapısını ve risk-fayda ölçüleriyle neredeyse otomatik bir biçimde o ülkeye ya da bu ülkeye aktığını bilenler için bu izah tümüyle geçersizdir. Türkiye borç bulamıyor değil; ancak çok yüksek faizler ödemeye razı olduğunda bulabiliyor, çünkü Türkiye’ye gelmek demek bazı yüksek riskleri de göze almak demek.
İşte, düşük faizlerle para akıtılan otoriter yönetimler ile aynı oranda faize razı olduğu halde borç bulamayan otoriter Türkiye arasındaki fark burada yatıyor: Onlar da otoriter fakat oralarda kurallar var. Hattâ oralardaki otoriterlikler, bu nitelikleriyle uluslararası sermayenin risklerini azaltan bir güvence bile sağlayabiliyor.
Yani mesele otoriterlikte değil, kuralsızlıkta ve keyfilikte…
Türkiye kurallı-otoriter değil, kuralsız-otoriter bir ülke; tek bir kişinin keyfî kararlarıyla yönetiliyor ve böyle kaldığı sürece parayı beklemenin Godot’yu beklemeyi andırması kaçınılmaz.
Erdoğan’ın imkânsız reform formülü: Paralar gelsin, fakat otoriterlik ve kuralsızlık sınırlanmasın
Reformu muhtelif veçhelerine göre farklı biçimlerde tanımlayabiliriz. İktidar gücünün kullanılması veçhesiyle herhalde şöyle bir tanım yanlış olmaz: Reform, güç ilişkileri sisteminde belirgin bir değişikliğe yol açan bir dönüşüm sürecidir.
Yönetim katındaki ilişki modelinde değişime yol açmayan bir reform ancak retorikte var olabilir ve ona da olsa olsa ‘sözde reform’ denir.
Dolayısıyla, Erdoğan’ın gerçek anlamda bir reform yapıp yapamayacağı sorusuna gerçekçi bir cevap vereceksek, önce şu sorunun cevabını bulmalıyız: Erdoğan, kullandığı güç modelinde bir değişikliğe razı olabilir mi?
Erdoğan’ın zihniyet dünyasının içinden baktığımızda da, olgusal gerçekleri gözlemlediğimizde de bu soruya “razı olabilir” diye cevap vermek mümkün görünmüyor.
Erdoğan her şeyden önce ‘doğru’yu bildiğine ve yaptığına samimiyetle inanan biri. Arada iyi gitmeyen bir şeyler varsa, onlar da kısmî yetki verdiği bazı insanların yetersizliklerinden kaynaklanmaktadır. Zaten kendisi de o nedenle bir sürü yükün altına girmemiş ve yetkilerin giderek daha büyük bir bölümünü uhdesinde temerküz etmemiş midir? İnsan olarak gücü sınırlı olmasaydı ve her düzeyde bütün kararları doğrudan kendisinin aldığı bir düzen kurulabilseydi, arada iyi gitmeyen o şeyler de olmazdı zaten.
Erdoğan, taşıdığı ataerkil-otoriter zihniyetle problemin çözümünü gücün paylaşılmasında değil temerküzünde gören biri. Dolayısıyla gücü bu ölçüde temerküz ettikten sonra oradan geriye dönmesini beklemek, bir anlamda ondan kendisini inkâr etmesini istemekle eş anlamlı bir talep olabilir.
Zaten olgusal düzeyde olan bitene baktığımızda da gördüğümüz şey bundan farklı değildir: Geçtiğimiz 4-5 yılda güç temerküzü eğilimi inişli çıkışlı bir hat izlemedi; lineer bir çizgi izledi. Bu yıllar içinde Erdoğan’ın, kullandığı gücün küçük bir bölümünden bile vaz geçebileceğine dair herhangi bir emareye rastlamadık.
Başlangıçtaki büyük riski göze aldıran da o büyük hayaldi: Tek başına yönetmek
İki yıl kadar önce “Eski iktidar ortaklarının şimdi çok tuhaf görünen iki hamlesi” başlığını taşıyan bir yazı kaleme almıştım. Bu ‘tuhaf’ hamlelerden birini (öbürünün bu yazının konusuyla bir ilgisi yok) şöyle dile getirmiştim:
“Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), eski sistemle ve eski hükümet modeliyle ülkeyi tek başına yönetmeye devam edebilecekken, neden ancak koalisyonla yönetebileceği bir hükümet modelini zorladı?”
Ve ilâve etmiştim:
“Bu soruyu, AK Parti’nin muhtemelen başına gelecekleri sezmesinden itibaren telâffuz etmediği, o nedenle gündemden rafa kaldırdığı ve dolayısıyla hepimizin unuttuğu yeni sistem önerisini, hiç hesapta yokken Devlet Bahçeli’nin bir Salı toplantısında pimi çekilmiş bomba gibi ortaya bırakıverdiğini hatırlayarak sormak çok daha anlamlı olacak.”
Bu ilâveden de anlayabileceğiniz gibi, o zamanlar bu ‘tuhaf’ tercihi AK Parti’nin MHP’nin tuzağına düşmesi gibi bir akıl yürütme üzerinden izah ediyordum. Hattâ buradan da, daha kapsayıcı bir tahmine sıçrıyordum:
“Acaba AK Parti’yi ancak koalisyonla yönetebileceği bir sisteme teşvik ederek ve bunu başararak kendisini iktidarın ortağı haline getiren bir güç mü var devrede?”
İki yıl önce vardığım bu sonucu sanmayın ki çöpe atıyorum, hayır, fakat şimdi, bunun Erdoğan’ın ‘tek başına yönetme’ hayalini, o dizginlenemez arzuyu hesaba katmadığı için eksik bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum.
O yazıdan bu yana geçen iki yılda olup bitenlere baktığımda, artık şöyle düşünüyorum: Erdoğan’ın ülkeyi tek başına yönetme arzusu o kadar derindi ki, ona, yukarıda zikrettiğim riski göze aldırabildi. Yoksa, ne var, MHP’nin teklifini uygun bir siyasi ayak oyunuyla açığa düşürebilir; riske girmeksizin ‘başbakan başbakan’ ülkeyi yönetmeye devam edebilirdi.
MHP’nin esiri değil; MHP onun otoriter-kuralsız yönetiminin payandası
Erdoğan’ın reform retoriğine onun gerçeğini gözardı ederek yaklaşan bazı değerlendirmelere baktığımda, benim iki yıl önce düştüğüm hatânın bir benzerini görüyorum. Diyorlar ki, Erdoğan, kendi kendisini düşürdüğü yüzde 50 artı 1 tuzağı nedeniyle MHP’nin esiri oldu; fakat artık ondan kurtulmak istiyor, reform çıkışları da bunu gösteriyor.
Bu değerlendirmeler, Erdoğan’ın istese kullanabileceği ve ona mevcut koalisyondan da geniş bir halk desteği sağlayabilecek başka koalisyon imkânlarına sahip olduğunu gözardı ediyor. İstese kullanabilir, fakat kullanmıyor, çünkü bu gerçek bir reformu, gücünden taviz vermeyi ve gücü paylaşmayı gerektiriyor.
‘Reform’ işte bu nedenle olmadı, olmuyor ve olmayacak.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025