Bekir AĞIRDIR
Eski düzenin yıkıldığı, yenisinin ise henüz kurulamadığı bu geçiş çağında dünya, yalnızca krizler değil anlam kaybı da yaşıyor. Gelecek tahayyülü yok; hikâyeler sustu, liderlik boşluğu büyüyor. Ekonomik, siyasal ve kültürel düzlemlerde yeni bir küresel paylaşım savaşı yaşanıyor. Türkiye bu üç çatışmanın da merkezinde, çeperinde ve etkisinde
Dünya, tarihsel eksen kaymasının yaşandığı bir eşiği daha aşıyor. Bu sadece yeni krizlerin, savaşların ya da liderlerin sahneye çıkması değil; aynı zamanda eski anlamların işlevsizleştiği, yeni anlamların ise henüz kurulamadığı bir dönem. Yalnızca son on yıla baktığımızda bile küresel ekonomik kriz, pandemi, küresel göç, bölgesel savaşlar, kuraklık ve küresel ısınma, popülist ve şoven hareketlerin çoğalması ve benzeri meseleleri sayfalarca sıralayabiliriz. Krizler yumağı diyorum ben, sizler mükemmel fırtına da diyebilirsiniz. Ama yaşananları ayrı ayrı ele alarak “kriz” çerçevesinde düşünmek ve konuşmak mümkün değil. Her birisi bir diğerinden etkilenen, siyasal, ekonomik ve toplumsal krizlerin aynı anda yaşandığı bir dönem bu. Bir şeyler kırılıyor, dağılıyor ama yerine ne geliyor henüz belli değil. Önceki ve var olan kurumlar meseleleri çözmeye yetmiyor ama yenisinin ne olacağını da bilmiyoruz henüz.
20’nci yüzyılın ideolojik rekabetiyle ve gerilimleriyle, son yarım yüzyılın ekonomik küreselleşmesiyle şekillenen düzen artık işlemiyor. Ne liberal demokrasiler yeni bir söz kurabiliyor, ne otoriter rejimler kalıcı bir model yaratabiliyor. Ne piyasa sistemleri adalet üretmeye muktedir, ne siyasal kurumlar temsil üretmeye. Ne yok sayılan sınırlar hareket ve huzur getirdi ne şimdi sınırlara inşa edilen duvarlar güvenliği sağlayabildi. Ortak gelecek tahayyülü yok. Ortak tehdit tanımı bile yok.
Bu nedenle bu süreçleri tek başına bir kriz olarak değil, donmuş bir aralık, bir “küresel ara buzul dönem” olarak okuyorum ben.
Bu kavramı, yalnızca jeopolitik türbülansı değil, zihinsel dağılmayı da kapsayacak şekilde kullanıyorum. Soğuk Savaş sonrası tek kutupluluk tasarımı çöktü, yerine çok kutuplu ama düzensiz bir yapı geldi. Devletler geçmiş güçlerini hatırlıyor, toplumlar kaybettikleri kimliklerini arıyor. Bu nedenle otoriterlik yeniden cazip hale geliyor; belirsizlik arttıkça “güçlü lider” talebi büyüyor.
En büyük zihinsel ve duygusal sorun hikâyesizlik, umutsuzluk
Bu buzul dönemin en çarpıcı özelliği, “geleceğin hikâyesinin olmaması”. Toplumlara umut veren, hedef gösteren, yol tarif eden büyük anlatılar kayboldu. 19’uncu yüzyılda ulus-devletin, 20’nci yüzyılda refah devletinin sunduğu güvenlik ve ilerleme vaadi; artık ne teknolojide ne siyasette ne de kültürde bir karşılık buluyor. Ne liberal demokrasi küresel bir çekim merkezi olabiliyor, ne kalkınmacı otoriterlik sosyal barış üretebiliyor. Ne piyasa refahı garanti edebiliyor ne siyaset umut inşa edebiliyor. Bu boşlukta devletler kendini savunmakla yetinmeyip, daha fazla alan kazanmak için yarışa giriyor.
İnsanlık, yapay zekâyla hayatın tüm kodlarını yeniden yazarken, değer sistemleri yerle bir oluyor. Bilgi çoğalıyor ama anlam kayboluyor. Haber çoğalıyor ama doğru kayboluyor.
Küreselleşmeyle zayıfladığı varsayılan devlet yeniden sahne alıyor ama yurttaş kayboluyor, haklar, özgürlükler kısıtlanıyor. Devlet güçleniyor ama eğitim ve sağlıktan da öte savaş ve hatta adalet bile özelleştiriliyor.
Teknoloji sıçrıyor ama teknolojik gelecek beş finansal fon, beş teknoloji şirketinin tekeline giriyor.
Tam bu zihinsel boşlukta, devletler yalnızca kendini korumaya değil, daha çok kazanmaya yöneliyor. Ve bu yarış yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda siyasi, askeri ve teknolojik bir yeniden paylaşım mücadelesine ve yanı sıra kültürel hegemonya savaşına dönüşüyor.
İsrail’in Gazze soykırımı devam ederken İran’a saldırısıyla başlayıp, ABD’nin de doğrudan taraf olduğu savaşın arka planı bence bu. Saldırının, suikastların, savaşın detaylarını, sahip olunan silah ve askeri teknolojilerin detaylarını uzmanlara bırakalım, beni ilgilendiren kısmı nedenleri ve üreteceği olası sonuçlar.
ABD'nin İran saldırısı aynı zamanda uluslararası düzene yönelik bir müdahale
Son on yıldır bölgesel veya yerel, dini veya etnik aidiyetler arası gerilimler sıcak çatışmalara dönüşmüştü. Her yerel ve bölgesel gerilimin sahne arkasında da küresel bir güç vardı. Rusya-Ukrayna savaşıyla küresel güçler doğrudan sahne almaya başladı. Evren Balta’nın tespitiyle, “21 Haziran saldırısı, yalnızca İran’ın nükleer programına yönelik sınırlı bir müdahale değil; giderek daha sistemik hale gelen bir savaş dinamiğinin yeni bir evresi olarak değerlendirilmeli. İsrail ve İran arasındaki vekâlet çatışmaları doğrudan çatışmaya, bölgesel gerilimler ise büyük güç rekabetine evrilmiş durumda. Mesele artık iki ülke arasındaki bir restleşmenin ötesinde; savaşın küresel sisteme nüfuz etmesi ve şiddet yoluyla uluslararası düzenin dönüştürülmesinin normalleşmesi. Bu bağlamda, 21 Haziran saldırısı yalnızca İran’a değil, mevcut uluslararası düzene yöneltilmiş bir müdahale niteliğine sahip. Ve bu müdahalenin sonuçları, 21’inci yüzyılın savaşlarının nasıl şekilleneceğini belirleyecek derinlikte.”
Tam da bu nedenle mesele yalnızca ne İsrail’in güvenliği veya saldırganlığı meselesi ne de sadece ekonomik, askeri ya da teknolojik yarış meselesi. Aynı zamanda siyasal, ekonomik ve kültürel bir hegemonya kavgasıdır. Ve işte bu nedenle “yeniden küresel bölüşüm kavgaları” olarak okuyorum ben yaşananları.
Yeniden küresel bölüşüm kavgaları: Krizler, savaşlar, popülist restorasyonlar
Küresel ara buzul dönemin en görünür çıktısı, farklı coğrafyalarda eş zamanlı olarak patlak veren jeopolitik çatışmalar, sertleşen ekonomik rekabetler ve kültürel kutuplaşmalar. Bu çatışmalar yüzeyde birbirinden bağımsız gibi görünse de derin yapıda aynı krizin farklı yüzleri olarak belirmektedir: Küresel düzeyde gücün, kaynakların ve nüfuzun yeniden bölüşülmesi kavgasının üç ayrı katmanda yürüyor olması. Kimi gerilimler bir katmanda örneğin yalnızca siyasal rekabet gibi görünse de çoğu zaman hemen her bir çatışmanın ekonomik, siyasal ve kültürel üç katmanda da sonuçları oluyor.
Ekonomik katmandaki en büyük gerilim ABD–Çin arasında. Dünyanın en büyük iki ekonomisi, yalnızca ticaret savaşlarıyla değil, dijital altyapıdan yapay zekâya kadar uzanan yüksek teknoloji rekabetiyle yeni bir soğuk savaşın kıyısına sürüklenmiş durumda. Bu savaş aynı zamanda sistemik bir iddia savaşı: Demokrasi mi, otoriter kalkınmacılık mı?
Bu sürecin bir başka katmanı siyasal egemenlik savaşı ki sürecin zirvesi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi oldu. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişimi, sadece toprak kazanımı değil; NATO genişlemesine ve Batı’nın sınırlarına yönelik bir meydan okumaydı da. Kremlin’in perspektifinden bu, Sovyet sonrası kaybedilen statünün iadesi için yürütülen stratejik bir hamleydi. Ancak bu hamle Rusya’nın planladığı gibi yürümedi. Batı’nın açık askeri ve ekonomik desteğiyle Ukrayna direndi. Ama sonuçta gelinen noktada Avrupa güvenlik mimarisinin çöktüğü, NATO’nun tartışılır olduğu, Avrupa’nın enerji krizlerinin tetiklendiği ve Avrupa’da uzun vadeli bir militarizasyon sarmalının içine düşmek oldu. Rusya’nın ne kazandığı ayrı mesele ama Rusya’nın da kendine atfedilen güçte olmadığı görüldü. Nitekim Rusya ne Suriye’de ne de İsrail-İran savaşında etkin olabildi.
Fakat küresel siyasi egemenlik savaşı yalnızca Batı ile Rusya arasında, Orta Doğru’da ve Ukrayna coğrafyasında değil. Çin de savaşa dahil. Hatta Türkiye de kendince Müslüman coğrafya ya da Türki cumhuriyetler ve hatta Afrika’da bir iddia inşa etmeye çalışıyor.
ABD ile Çin arasındaki rekabet bir yandan da iki farklı hayat tarzının, yönetim modelinin ve toplum düzeninin de mücadelesi. Batı’nın bireyci, girişimci, serbest piyasa merkezli yaşam anlayışı; Çin’in merkeziyetçi, devlet öncülüğündeki kalkınma modeliyle çatışıyor. Teknoloji üzerinden yürüyen bu savaş, aslında “Geleceği kim daha anlamlı kuracak” sorusunu da içeriyor.
Çin 500 yıllık Batı egemenliğine karşı sistematik bir küresel yönetim sistemi önerdiğini iddia ediyor. “Küresel Kalkınma Girişimi”, “Küresel Güvenlik Girişimi” ve “Küresel Medeniyet Girişimi” gibi üç model üzerinden dünyanın mağdur ülkeleri üzerinden bir siyasal etki enerjisi biriktiriyor. Öte yandan da gerilim gelip Tayvan’a ve çip üretimine sıkışıyor. Çin Tayvan’ı ele geçirmek istiyor ama bunun barışçıl bir şekilde başarılamayacağı da açık. ABD Tayvan için savaşa girer mi belli değil. Bir yandan ABD çip üretimini kendi ülkesine kaydırmaya, diğer yandan ekonomik yaptırımlarla Çin’in ekonomik ve siyasi güç biriktirmesini sınırlamaya çalışıyor.
Küresel yeniden bölüşüm kavgasının üçüncü katmanı da kültürel gerilim, özellikle de Batı ile Müslüman coğrafya arasında. Müslüman coğrafyanın kendi sorunları var. Ekonomide, eğitimde, sağlıkta zayıf kurumsal yapılar, çoğunda otoriter ve yolsuzluğa boğulmuş yönetimler, yoksul ve geleceksiz halklar. İç gerilimler, mezhep çatışmaları, kendi geleceğinden başka derdi olmayan yönetimler ve yoksulluk nedeniyle hem radikal hareketler hem de küresel göç hareketleri hem de toplumsal manipülasyonlar için güçlü gerekçeler, yaygın imkanlar.
Öte yandan Batı’nın seküler, bireyci, evrenselci değer sistemine karşı; Müslüman coğrafyanın daha geleneksel, kolektivist ve kutsalı önceleyen değer yapıları arasında kalmış toplumlar gerçeği var karşımızda. Bu aynı zamanda Batı’nın kültürel hegemonyasına karşı Müslüman coğrafyanın direnci. Özellikle Müslüman toplumların içinden çıkan popülist, otoriter liderlikler, IŞİD ve Hizbullah gibi radikal hareketlerin vücut bulabiliyor oluşu bu kültürel çatışmanın hem sonucu hem aracı.
Böylece küresel ara buzul dönemin üçlü bir karakteri netleşiyor: Ekonomik rekabet, teknoloji ve tedarik zincirleri üzerinden yürüyen paylaşım savaşı. Güvenlik paradigması üzerinden yürüyor gibi görünen askeri müdahaleler ve artık kültürel kodlar üzerinden yürüyen anlam ve kimlik çatışması.
İsrail-İran savaşı olarak gördüğümüz 12 günlük sürece bu perspektiften bakalım; İsrail’in İran’a saldırısını yalnızca güvenlik ya da nükleer silah meselesi olarak görebilir miyiz örneğin? Güncel sonuçlara, savaşın taraflara kazanımlarına baktığımızda görünen yalnızca İran’ın nükleer gücünü engellemek değil. ABD ve AB toplamında Batı, İsrail üzerinden üç hedefe doğru ilerliyor. İran’da rejim değişikliği hedefleniyor ya da en azından istikrarsızlaşması sağlanmaya çalışılıyor. Diğer yandan hem Rusya’nın geriletilmesi hem siyasi hem ekonomik olarak Çin’in sınırlanması hedefleniyor. Batı Orta Doğu’da ve Müslüman coğrafyadaki hegemonyasını sürdürmek istiyor. Libya’da, Yemen’de, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta olduğu gibi Müslüman coğrafya kendi iç gerilimlerinden de ateş alarak devletsizleşiyor.
Hemen tüm ülkelerde geleceğe dair hikâyesizlik ve umutsuzlukla yaşanan krizler var olanı koruma güdüsünü tetikliyor. Var olanı koruma güdüsü gerek yerel ölçekte gerekse de küresel ölçekte sıcak çatışmalara dönüşmeye başladı. Koruma kavgası verilen alanlardan birisi de yüzlerce yıldır süren Batı’nın siyasal, ekonomik ve kültürel hegemonyası. Yeni bir küresel ekonomik, siyasal ve kültürel dengeye, bu dengeyi ve yeni çağı kuracak yeni bir hikâyeye ihtiyaç var.
Bu bağlamda Türkiye’nin durumu özel bir önem taşıyor. Çünkü Türkiye bu üç çatışmanın da doğrudan tarafı değil gibi görünse de ama her birinin tam merkezinde, çeperinde ve etkisindedir. Türkiye sıcak savaşlara evrilmekte olan bu üç katmanın da hem sahnesi hem öznesi. İşte bu kırılgan merkezilik nedeniyle meselelerimizi geleneksel kutuplaşmaların ruhi ve zihni ambargolarından kurtararak konuşabilmeliyiz. Ve elbette bu müzakere zeminini hak ve özgürlükleri genişleterek, fikir, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırarak yapabiliriz. Bu zeminin sorumluluğu da iktidara ait. Bu ortamı Ekrem İmamoğlu gibi siyasi muhalifleri, Fatih Altaylı gibi gazetecileri tutuklayarak kurabilmek de mümkün değil.
Oksijen'den alınmıştır.
Yazarlar
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANDavalar, mahkemeler ve siyasi dizayn 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet, nasıl “devletimiz” olur? 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveci2014 sonrası ülkenin tüm ayarları bozuldu 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolMHP umut olabilir mi? 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMahkeme kararından bir parti ve bir iktidar çıkabilir 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluTonlarca hurdanın akıbeti belirsiz, ihaleler tartışmalı, işlem yok: Karayolları kimleri zengin ediyo 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKülliye ve mirasta eşit paylaşım… 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKABD’nin “özeleştiri” yapacağı günlerden korkalım 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKurultay kararı öncesi CHP… 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİOtoriterlik ve Medya 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.06.2025
9.06.2025
2.06.2025
26.05.2025
19.05.2025
5.05.2025
28.04.2025
14.04.2025
5.04.2025
31.03.2025