Burak Bilgehan Özpek
-1-
Vesayet kelimesinin Türkiye’de ilginç bir hikayesi oldu. Bu kavramın popüler hale gelmesi, 28 Şubat süreciyle başladı ve birçok insan, sadece Türkiye’ye özgü bir durumu tespit etmek için ortaya atılmış bir kavram olduğunu düşündü. Oysa Alexis de Tocqueville’in 1830’larda dile getirdiği yumuşak despotism (soft despotism) veya yumuşak tiranlık (soft tyranny) ve Walter Lippmann’ın 1920li yıllarda geliştirdiği kılavuzlu demokrasi (guided democracy) kavramları vesayetçilik teriminin ön adımlarını oluşturur. Vesayetçi demokrasi (tutelary democracy) nitelemesi ilk defa 1960 senesinde Seymour Lipset tarafından bir akademik çalışmada “kılavuzlu demokrasi” ile eş anlamda kullanılmıştır. Aynı yıl Shils bu kavramı daha da detaylandırmış ve vesayetçi demokrasiyi, liberal demokrasilerden ve oligarşilerden ayıran özelliklerin altını çizmiştir. Bu sayede kavramın genel karakterini de ortaya koymayı başarmıştır. Buna göre, henüz siyasi bir toplum olma yetisine sahip olmayan ülkelerde, bir elitin etkin ve istikrarlı bir yönetimi, iktisadi kalkınmayı ve toplumsal gelişimi sürdürmek için sivil kurumlara, hükümete ve kamusal özgürlüklere müdahale etme yetkisini üzerine alır. Bunun sebebi, mevcut şartların demokratik bir rejim kurmak için müsait olmadığını düşünmeleridir. Yani, kendisine siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda istikrar ve ilerlemeyi tesis etmekle yükümlü gören elitin, demokrasiye karşı olduklarını söylemek abartılı olur. Onlar demokrasiye inanırlar ancak, inandıkları demokrasinin var olabilmesi için gerekli koşulları yaratmak için bir modernleşme projesi ortaya koyarlar. Bunu bir altyapı hizmeti olarak görür, denetimden azade olan siyasal demokrasinin istikrarsız bir hükümet, iktisadi geri kalmışlık ve sosyal yozlaşmayı beraberinde getireceğini düşünürler.
Shils’e göre, vesayetçi demokrasinin alameti farikası yasama organının zayıflatılmış olmasıdır. Parlamento daha çok tartışmaların yapıldığı ancak yürütme üzerinde etkili olamayan bir kurumdur. Ne var ki, bu bir oligarşinin olduğu anlamına gelmez. Vesayetçi demokrasiyi oligarşiden ayıran en temel özellik hukukun üstünlüğü ilkesine olan bağlılığıdır. Bunun anlamı, sistemin vasilerinin ayrıcalıklı bir sınıf yaratmak gibi bir amaçlarının olmaması ve kamu düzenini sağlamayı daha fazla önemsemeleridir. Bu durum aslında, vesayetçi demokrasilerin devlet kapasiteleri ve kurumlarının otonomisi açısından önemlidir. Çünkü keyfi bir rejimden ziyade daha kurallı ve sistemli bir yönetim biçimi oluşturmak amaçlanır. Vesayet, kendi meşruluğunu ortadan kaldıracak adımlar atmak istemez. Onun bir amacı vardır. Henüz siyasi demokrasiye hazır olmayan ulus, bu kutlu güne hazırlanmalıdır ve er ya da geç mukadder olan demokratik geleceğin alt yapısı şimdiden kurulmalıdır.
Bu kurumsallık arzusu, elbette ki vesayet elitinin de kendi içinde disiplinli olmasını elzem kılar. Etkin bir vesayet, kendi içinde bütünlüğü sağlamayı başarmış ve istikrarlı bir elit yapısı gerektirir. Bu bir zarurettir çünkü vesayetin asıl argümanı demokrasinin mevcut koşullarda istikrarsızlık üreteceği üzerine kuruludur. Dolayısıyla, vesayetin olabildiğince tutarlı, sabit ve istikrarlı oluşu demokrasinin kaotik, öngörülemez ve savruk karakterinin zıttı olarak kendisini tanımlar. Hatta kendisini bu şekilde var eder.
Bu özellikleri açısından ele alındığında, vesayetçi demokrasi kavramına, Türkiye’deki rejimi açıklamak için başvuranlar pek de haksız gözükmüyor. Zira, 1961 Anayasası ile kurulan Milli Güvenlik Kurulu, Ümit Cizre’nin tabiriyle bir nevi “gölge kabine” olarak hareket ediyordu. Bu kurul anayasal bir statüye sahipti ve milli güvenlik ile ilgili konularda hükümet ile istişarelerde bulunma görevi atfedilmişti. Ne var ki, bu istişare toplantılarının taslağı Milli Güvenlik Kurulu’nun asker olan genel sekreteri tarafından hazırlanıyor, sivil hükümete sunuluyor ve kusursuz bir uyum bekleniyordu. Kurul kararları ise parlamento denetiminin dışında bırakılmıştı. Yine Cizre’nin işaret ettiği gibi, birçok konu milli güvenlik ile ilişkilendirilebildiği için, Türk Silahlı Kuvvetleri eğitimden, ekonomiye, medyadan yargıya birçok alanda hükümet politikalarını ve siyasetin aktörlerinin tavrını belirleyebiliyordu.
Bu noktada Schmitt’i anmakta fayda var. “Egemen istisnaya karar verendir” diyor. Bu istisnanın belirlenme süreci ulusal güvenlik ile açıklanıyordu Türkiye’de. Yani ordu, güvenlik tehditlerini belirliyor ve bu tehditlerle nasıl baş edileceğinin yolunu gösteriyordu. Bunun anlamı şuydu: siyasi partiler ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, MGK tarafından belirlenen milli güvenlik çerçevesinin içinde kaldıkları sürece meşru ve makbul olarak kabul ediliyordu. Bu çerçevenin dışında kalanlar, yani istisnalar ise bir şekilde siyasi sistemin dışına itiliyordu. Bu noktada, istisnaya karar verme kudretinin normali sağlama yükümlülüğünün olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Yani normali işaret eden alan, kurallı ve düzenli olmak zorundadır. Bu yüzden, MGK vesayeti altında, onun milli güvenlik paradigmasını kabul eden siyasi partiler arasında adil bir rekabet yaşanmıştır. Bu partilerin hiçbir tanesi kendini vesayet ile özdeşleştirip diğer aktörleri sistem dışına itme becerisini gösterememiştir. Mesela Demokratik Sol Parti ile Doğru Yol Partisi arasında veya Cumhuriyet Halk Partisi ile Anavatan Partisi arasında vesayetin sahibi açısından bir fark yoktur. Hemen hepsi MGK tarafından sunulan ulusal güvenlik çerçevesi ile uyum halindedir. Rekabetin adil olmayan tarafı meşru partiler ile gayri meşru partiler arasında yaşanmıştır. 90’lı yıllar boyunca şahit olduğumuz, İslamcı ve Kürt partilerinin kapatılması, siyaset alanlarının sürekli olarak taciz edilmesi bu adaletsizliği gösterir. Böylece adil demokratik rekabet hem var olmuştur hem de hiç olmamıştır.
Vesayetçi demokraside sivil otoriterlik veya popülist otoriterlik tehlikeleri yoktur. Yani yarışmacı aktörlerden bir tanesinin diğerlerini sindirmesi veya onları gayri meşru ilan edecek normların çerçevesini çizme yetkisi yoktur. Bu hak vasi olan kuruma bahşedilmiştir. Onun meşru kabul ettiği partiler iktidara gelseler dahi kendilerine bırakılan dar alanda oynamaya mecbur edilmiştir. İstisnai olarak kabul edilen partilerin ise bu dar alanda oynama hakları dahi yoktur. Sistemin dışına itilirler çünkü onlar, çizilen sınırlar içinde iktidar mücadelesi yapan partiler olarak görülmezler. Bu partiler, vesayet kurumunun sınırlarını eleştirirler, asıl dertleri bu sınırların değişmesidir. Bu yüzden rakipleri de diğer siyasi partiler değil vesayetin ta kendisidir. Vesayet ise kendisini koruma refleksiyle hareket eder.
-2-
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği dönemde, Türk siyasetinin üzerinde hala 28 Şubat’ın gölgesi dururken, birçok akademisyen ve entelektüel ülkedeki rejim şeklini vesayetçi demokrasi olarak tanımlamaya başladı. Onların muradı, liberal demokrasiye geçmekti. Bunun için de öncelikli olarak vesayetçi anlayışın son bulması gerekiyordu. Mamafih, vesayetin yıkılması sürecinin kendisi liberal demokrasi özleminden daha ilgi çekici hale geldi. Zira, liberal demokrasinin bir anda ortaya çıkmayacağı, onu inşa edecek bir programın uygulanması gerektiği ve vesayetin yokluğunun kendiliğinden bir liberal demokrasi üretmeyeceği pek popüler bir görüş değildi bu yıllarda. Gerek AKP hükümeti gerekse onu destekleyenler, bütün enerjilerini vesayeti yıkacak politikalara odaklanmaya harcadılar. Talihsiz bir şekilde, liberal demokrasiyi inşa edecek bir programdan bahsetmek yerine AKP’li politikacıların ve AKP’ye oy veren seçmen kitlesinin ferasetine güvenmeyi seçtiler. Naif olan şuydu ki, vesayetçi sistemi yıkacak kadar güçlenmesini destekledikleri AKP’nin vesayeti ortadan kaldırdıktan sonra elde ettiği gücü kendi isteğiyle bırakacağına, demokratik kurumlar inşa edeceğine ve gücü bu kurumlar ile paylaşacağına inandılar.
Geçtiğimiz 20 sene içerisinde, MGK’ya yaslanan vesayet sisteminin büyük bir gürültüyle çöküşüne tanık olduk. Shils’in bahsettiği, vesayet kurumunun kendi içinde disiplinli ve yekpare olma zorunluluğu artık hükmünü yitiriyordu. Silahlı kuvvetler içinde bir bölünmenin olduğu açıktı. Fetullahçı subaylar ordu içerisinde etkinliklerini arttırmak için hükümet ile iş birliği yapıyor, TSK içinde düzenlenen gizli seminerler dışarıya sızıyor ve birkaç gün içinde ulusal medyanın gündemine geliyordu. Böylece vesayet kurumunun kendi içinde bir disiplin sorunu yaşadığı da açığa çıkıyordu. Bununla birlikte, tanımlanan istisnanın aslında küçük bir azınlık olmadığı, istisnayı işaretlemek için kullanılan milli güvenlik çerçevesinin birçok toplum kesiminde mağduriyet yarattığı ortaya çıktı. AKP’nin 2002 senesinde aldığı oy, insanların siyaset kurumunun kendi sorunlarının çözümüne katkı sunabileceğine dair bir inancın yansımasıydı. Böylece, vesayetin alternatifi olarak siyasetin pragmatik yüzü imdada çağrılıyordu. Henüz erişkin görülmeyen, bu yüzden de seçtikleri temsilcilere itimat edilmeyen ve politika alanı bırakılmayan toplum, vesayetin kendi gündelik hayat problemlerine çözüm bulma konusunda yetersiz olduğunu düşünmüş olmalı ki yaratıcı siyasi önerilere kapı araladı. Böylece AKP’nin varoluşu, statik vesayete karşı dinamik siyaset karşıtlığı üzerine konumlandı. Bu konumlanış seçmen nezdinde yeteri kadar cezbediciydi. Son olarak, vesayet ile uyumlu olma zorunluluğu, siyasi partileri ordunun orduyu da siyasi partilerin başarısızlığının ortağı haline getirdi. Mesela 2001 senesinde yaşanan ekonomik kriz, iktidardaki siyasi partilerin değil topyekûn rejimin bir başarısızlığı olarak değerlendirildi. Benzer şekilde, 28 Şubat sürecinde ordunun muhafazakâr toplum kesimlerini tedirgin eden tavrı, siyasi partilerin de benzer bir pozisyonda değerlendirilmesini beraberinde getirdi. Not etmek gerekir ki, AKP eliti ve bu partiye ona devrimci bir parti muamelesi yapan entelektüeller bu algıyı yeterince sömürdü.
Bu süreç yaşanırken, akıllara pek gelmeyen bir şey vardı: Bir devlet olgusunun var olduğu. Yani şahıslardan azade bir kurallar setinin yürütme organının üzerinde konumlandığı ve onu ram ettiği her sistem iyi kötü bir vesayet unsuru barındırır. Otoriter ülkelerde bu oligarşiyi disiplin altına alan parti ilkeleri olabilir, cunta rejimlerinde cunta üyelerinin üzerinde mutabık kaldığı program olabilir, teokrasilerde din adamlarının oluşturduğu konseyler olabilir. Bu ülkelerde vesayet demokratik rekabete neredeyse yer bırakmayacak şekilde geniş tanımlanmış ve topluma yön verilmesi, himaye edilmesi ve kutsal bir hedefe doğru ilerleyebilmesi için yetiştirilmesi gereken bir varlıkmış gibi muamele edilir. Ancak; günün sonunda vesayet, rejimin kişiselleşmesine ve keyfi bir yönetime sürüklenmesine mâni olan fren görevi görür. Yani devletin öngörülemez bir sultanistik rejime dönüşmesini engeller. Öte yandan, demokratik alanın olabildiğince rekabete açık ve renkli olduğu ülkelerin de rekabet alanını sınırlandıran, normal ile istisnayı birbirinden ayırt eden kuralları ve kurumları olduğunu söylemeliyiz. Her ne kadar liberal demokrasi savunucuları bu kural ve kurumların siyaset üstü olduğunu iddia etse de anayasa metni ve bu anayasayı koruyan kurumlar netice itibariyle siyasi bir karakter taşır: Kendisini yok etmek isteyenlere karşı haklı bir reaksiyon gösterir. Bu reaksiyon, siyaset alanının daraltılması ile sonuçlanmamış olsa da bunun sebebi liberal demokrasinin hamiyetperverliğinden ziyade, ona yönelik tehditlerin tehlike arz edecek kadar büyük olmamasıdır. Ancak pratikten yoksun olmak, demokratik rejimlerin siyasi rekabet üzerinde bir vesayet unsuruna sahip olmadığı anlamına gelmez. Özellikle popülizmin ve aşırı sağın yükselişi ile birlikte, liberal demokrasinin siyaset dışı mekanizmalara ne denli ihtiyacı olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu noktada Kelsen’in “hukuk devleti” kavramına yaptığı itiraz akıllara gelmeli. O, bu terimin bir anlam bozukluğuna işaret ettiğini söyler. Devlet zaten bir hukuka sahip olma özelliğine sahip olduğu için devlettir. Bu hukuk ise yönetimdeki kişilerin keyfi iradesinden neşet etmez. Aksine, özellikle onları da bağlayan bir niteliğe sahiptir. Benzer şekilde Weber’in; modern devleti açıklarken, kişilerin karizmasının veya geleneklerin üzerine kurulan otorite tiplerinin yerine yasal/rasyonel otorite modelini ikame etmesini de düşünebiliriz. Böylece yasaların bir rasyonaliteden türediği ve bu yasaların nihai egemen olduğu, uygulayıcıların da bu yüzden kişiler yerine yasalara bağlı oldukları modern devletten bahsedebiliriz. Bu sayede, rejim tipinden bağımsız, yöneticileri de bağlayan soyut bir devletten ve onun kurumlar vasıtasıyla somutlaşan cüssesinden söz etmiş oluruz.
Kabul edelim ki, bu modern devlet Türkiye’de bir monark ailesinin, oligarşik bir partinin, din alimleri şurasının, ihtilalci bir cuntanın, anayasa mahkemesinin veya bağımsız mahkemelerin vesayeti altında ortaya çıkmadı. Kanunun rasyonalitesine karar veren ve o kanunun egemenliğini sağlayan kurum uzun seneler boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri oldu. Zaten TSK’nın vasi rolü ortadan kalkınca (ki bu mukadder olandı) yerine, bizlere modern devleti andıran bir vesayet mekanizması ikame edilemedi. Vesayetçi demokrasinin sona ermesi, bu yüzden hem modern devleti hem de var olan demokratik pratikleri ciddi anlamda aşındırdı.
-3-
Türkiye’de ordunun terk ettiği vesayet alanını doldurmaya yönelik ilk teşebbüs Fetullahçılardan geldi ve başarısız oldu. Aslında mukadder bir başarısızlıktı çünkü vesayeti kuran aktörün, elinde bulundurduğu gücün ötesinde muhakkak bir meşruluk zeminine sahip olması gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri önce Kurtuluş Savaşı, ardından sivil otoriterliğe karşı cumhuriyet ve demokrasiyi savunmak, ardından aşırı sağ ve aşırı sol grupların birbirleriyle olan çatışması sonucu kaybolan kamu otoritesini ve düzeni yeniden tesis etmek, Kürt ayrılıkçılığıyla mücadele etmek ve laikliği yükselen İslamcılığa karşı korumak gibi misyonları üstlendi ve meşruluğunu toplumun düzen ve güvenlik ihtiyacına dayandırmayı başardı. Bu yüzden, dini bir cemaatin siyasi manevraların yardımıyla bürokrasiye sızarak (veya sızdırılarak) ele geçirdiği güç ile siyasi partileri terbiye etmeye çalışması ciddi bir meşruluk sorunu yaşadı.
Fakat, Fetullahçıların girişimlerinin akamete uğraması, yapmaya kalkıştıkları darbenin halkın yardımıyla önlenmesi yeni bir vesayetin kapısını araladı. Üstelik, 7 Haziran’da yapılan genel seçimlerde hezimet yaşayan AKP’nin, Kürt sorununu yeniden güvenlikçi bir dil ile ele alması, PKK’nın ateşkese son vererek terör saldırılarını yeniden başlatması, terör ve güvenlik meselelerinin ülkenin çözülmesi gereken acil sorunları listesinin zirvesine oturttu. Böylece, AKP hükümetinin uygulamaları, milli güvenlik adına eyleyen bir aktörün elinden çıktığı için kamusal tartışmaya kapandı ve hikmet-i hükûmet anlayışı hızla hâkim oldu.
Ancak hükümete verilen yetkilerin ilanihaye devam ettirilemeyeceği, yakın ve sıcak güvenlik tehditlerinin sürekli olarak diri tutulamayacağı için bu teyakkuz psikolojisi bir vesayetten çok ancak ara dönem yaratabilirdi. Bu ara dönemin kurumsallaşması, yani vesayetin kuruluşu, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı başkanlık sistemi çağrısı ile başladı. Uzun yıllardır, Tayyip Erdoğan’ın arzulamasına rağmen bir türlü başaramadığı Türk usûlü başkanlık sistemi, Devlet Bahçeli tarafından altın tepside sunuldu ve vesayetin ilk adımı atıldı. Bu hamlesiyle Bahçeli, Erdoğan ile olan ilişkisini sağlamlaştırdı ve başkan seçilmenin şartı olan %50+1 sınırını geçebilmesini kendisine bağımlı kıldı. Bunun karşılığında Devlet Bahçeli hiçbir siyasi pazarlık içerisine girmiyor, kabinede koltuk talep etmiyor adeta siyasetin dünyevi hırslarından arınmış bir izlenim veriyordu. Birçok vatandaş Bahçeli’nin niçin bu denli cömert davrandığını anlayamazken o, Erdoğan’ın menfaatine hizmet eden öneriler sunmanın ve hükümeti hemen hemen her konuda desteklemenin basit bir siyasi kazanım hesabı olmadığını, bir memleket meselesi olduğunu ısrarla vurguluyordu. Ne var ki, Bahçeli’nin bu politikası onun idealizminin değil pragmatizminin sonucuydu. Reddettiği dünyevi basitlikler, onu siyaseten dünyevi makamların en tepesine taşıdı. Başkanlık sistemini bir milli güvenlik mecburiyeti olduğunu savunan ve bu sayede Erdoğan ile ilişkilerini geliştirmeyi beceren Bahçeli, ilerleyen dönemde milli güvenliğin sınırlarını belirleyen aktör olma mertebesine de erişti. Bu mertebe, Erdoğan’ın eylemlerini milli güvenlik adına meşrulaştırmasına ve Erdoğan’ın rakiplerini milli güvenliğe yönelmiş tehditler olarak tanımlamasına izin veriyordu. Böylece Bahçeli, bir dönem Milli Güvenlik Kurulu’nun bulunduğu konumu sahiplendi ve bunu, Erdoğan’ın gönlünden geçen tek adam rejimine geçişin bir milli güvenlik meselesi olduğunu iddia ederek başardı.
Tek adam rejiminin milli güvenlik söylemi sayesinde kurulması, haliyle sistemdeki bütün siyasi partiler için bir kabusa dönüştü. Artık hükümetin, sadece Fetullahçılar ve PKK ile mücadelede değil, hayatın çeşitli alanlarında izlediği bütün politikalar bir millî güvenlik zırhına sarılmaya başlandı. Mesela, ekonomik alanda başarısız olan hükümeti eleştirmek Türkiye’nin yükselişinden tedirgin olduğu için finansal operasyonlarla Türkiye’ye diz çöktürmek isteyen yabancı devletlerin maşası olmak anlamına geliyordu. Hak ve özgürlüklerden bahsetmek terör örgütlerine hizmet, üniversitelere yapılan rektör atamalarını eleştirenler küresel bir komplonun yerli işbirlikçileri olarak yaftalanıyordu. Bu muhalefet partilerinin siyaset yapma alanını sınırlandırdığı gibi, iktidardaki partilerin de seçimleri kazanmak için politika yapma, yaratıcı çözümler önerme ve etkili siyasal iletişim kampanyaları yapmalarını da gereksiz kıldı. Mesela, AKP’nin 2018 seçimleriyle birlikte parlamentoya taşıdığı milletvekili profili oldukça zayıfladı. Bu isimlerin yaptıkları gaflar, toplumun gündeminden uzak konuşmalar ve kendilerini sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duydukları sınırsız sadakat ile var edebilmeleri, başkanlık sisteminin hükümet partilerinin özerkliğini ve kurumsallığını nasıl tezyif ettiğini göstermek için yeterlidir.
Ne var ki, terör ve güvenlik konuları gündemden düştükçe, başkanlık sisteminin yönetim kapasitesi üzerindeki olumsuz etkileri ekonomiden eğitime, dış politikadan sağlığa kadar birçok alanda kendini gösterdi. Bu tip kriz durumlarında, vesayetin bir diğer aktörünün devreye girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Başkanlık sistemi ile birlikte, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bürokratik sistemin tartışmasız en öne çıkan kurumu oldu. Kurum, aslında bir akademisyen olan Fahrettin Altun yönetimine bırakıldı ve Altun, iktidar ile bilgi arasındaki ilişkiyi, aynı anda hem post-modernizm literatüründen hem de siyasi gerçekçilikten esinlenerek yorumladı. Diğer bir ifadeyle hem Edward Said hem Machiavelli onun stratejisinde aynı anda var oldu. Altun bir yandan, bilginin objektif olamayacağını ve mutlaka iktidar ilişkilerini yansıttığını iddia etti. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı hakkındaki eleştirel yazı ve haberler aslında hakikate ulaşma amacı taşımıyor, alternatif iktidar odaklarının siyasi hedeflerine ulaşmasına yardım ediyordu. Altun tartışmayı bu noktada bırakmadı ve hızlı bir şekilde Machiavelli’ye geçiş yaptı. Buna göre; eğer medyadaki, sivil toplumdaki ve akademideki alternatif görüşler, bir hakikat arayışından çok siyasi bir ajandaya hizmet ediyorsa, bunu Cumhurbaşkanı hakkındaki bilgileri üreterek yapmakta, yani Cumhurbaşkanı’nın gerçekliğini tahrif etmektedirler. İletişim Başkanı’nın görevi ise, Cumhurbaşkanı hakkındaki bilginin eksiksiz bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak olduğundan, alternatif seslerin susturulması bir baskıdan çok gerçeğin doğru anlaşılması için atılan mecburi bir adımdır. Altun’un bu yaklaşımı, siyasi iktidar sahibinin, yani Cumhurbaşkanının, elindeki iktidarı bilgi üretmek için kullanmadığını iddia edecek kadar tutarsız değildir. Bunun yerine, iktidarlar arası bir hiyerarşi kurar ve bilgi üretme hakkını en güçlüye, güç hiyerarşisinin en tepesindeki aktöre verir. Bilgiyi üretmek onun hakkıdır ve bunu yaparken, daha güçsüz iktidar odaklarının bilgi üretme teşebbüslerini askıya almak bu hakkın doğal bir sonucudur.
Bu anlayış, kaçınılmaz olarak siyasi iktidarın bilginin üretimi ve yayılması üzerinde mutlak bir egemenlik sahibi olmasını gerektirir. Hakikatin ne olduğundan ziyade hakikat iddiasının neye hizmet ettiği önemli olandır. Dolayısıyla, iktidarı tehdit edebilecek bir hakikat aslında yoktur çünkü hakikat denen şey aslında hiç var olmamıştır. Gücün kendisinden başka bir gerçek yoktur ve gerçek, güce ram olmak zorundadır. Bu uğurda; medya, sivil toplum ve akademi kontrol altına alınır ve vatandaşın maruz kalacağı bilgi bir süzgeçten geçer. Bu süzgeçten arta kalanlar, neredeyse tamamı hükümet kontrolünde olan yayın organları tarafından hızla yayılır. Böylece, Cumhurbaşkanı’nın yönetim konusunda gösterdiği hiçbir zafiyet kamusal tartışmanın bir konusu haline gelemez. Vatandaşlar bir illüzyon içerisinde tutulur ve onlara Cumhurbaşkanı hakkındaki bilgiler tam ve eksiksiz olarak ulaştırılır. Böylece vatandaş iktidara olan sevgisini giderek artan bir radikallikle muhafaza eder. Zira, İletişim Başkanlığı’nın ortaya koyduğu anlayış, hiçbir ekonomik problemin, insan hakları ihlallerinin, eğitim sistemindeki aksaklıkların, dış politikadaki hezimetlerin vatandaş tarafından algılanmaması üzerine kuruludur. Bununla birlikte, muhalif aktörler de bu medya gücü sayesinde keyfi bir şekilde tanımlanır, kimliklendirilir ve vatandaşa sunulur. Böylece, vesayetin popüler halk desteği muhafaza edilir.
Bütün bu çabalara rağmen iktisadi vaziyetin kötüye gitmesi kurulan vesayetin en zayıf noktası oldu. Benimsenen güvenlikçi dil, halkı mobilize etmek için formüle edilen lümpen milliyetçilik, kendi kişiliğini ispat etmek için sürekli etrafındakilerle tartışan ergenlik çağındaki bir insanı andıran dış politika ve iktisadi rasyonaliteden yoksun bir ekonomi yönetimi, Türkiye’yi son 5 senede ciddi biçimde fakirleştirdi. Türk lirası hızla değer kaybetti, yabancı yatırımlar durdu, işsizlik arttı, enflasyon yükseldi ve milli gelir düştü. Bunlar, vesayeti ayakta tutan güvenlikçi yaklaşımın Türkiye’yi akılcı bir politika izlemekten alıkoyması sonucunda oldu. Batı ülkeleriyle yaşanan bitmek tükenmek bilmeyen krizler, Türkiye’nin öngörülemez ve riskli bir ülke olarak tanımlanmasını beraberinde getirdi. Böylece, ülkenin finansman ihtiyacını karşılaması gitgide zorlaştı. Bu noktada, Vatan Partisi devreye girdi ve vesayetin hem diplomatik izolasyonunu hem de ekonomik sıkıntılarını Avrasya’nın önde gelen iki aktörü Rusya ve Çin vasıtasıyla çözmesine yardım etti. Bu rolü sayesinde, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, aldığı oyun fersah fersah üzerinde bir etkiye sahip oldu. Böylece vesayet kendisini devam ettirirken Rusya ve Çin gibi aktörlerin dış desteğine yaslanabildi.
-4-
Bu resim bize; milli güvenlik, tek adam rejimi, medya üzerinde kontrol ve Avrasya devletleriyle yakın ilişkiler gibi kavramlara değerek açıklayabildiğimiz bir vesayet mekanizması olduğunu söylüyor. Üstelik bu vesayet mekanizması, demokrasiyi belirli sınırlar içerisinde tutmayı ve toplumsal ilerlemeyi hedef almıyor. Tam aksine, siyaset kurumunu olabildiğince anlamsızlaştırıyor ve toplumun desteğini muhafaza edebilmek için kendi seçmen tabanını radikalleştiriyor ve farklı kutuplaşmayı derinleştiriyor. Yani toplumu ve bürokratik kurumları geliştirmek bir yana onları olabildiğince işlevsiz kılmayı amaçlıyor.
Önceki vesayetin kendisini nasıl meşrulaştırdığından yukarıda bahsettik. Bu yöntemler arasında demokratik bir meşruluk arayışı yoktur. Yani TSK kendisini, soyut ve tepkisi ölçülmemiş bir milletin bağrına bastığı biricik kurum olduğunu düşünmüştür. Kendisini oya sunmamış, bu yüzden oy almak için siyasi bir esneklik göstermemiştir. Bu yüzden, çizdiği ulusal güvenlik çerçevesinin dışında kalan aktörleri sistemin dışına itmiştir ancak makbul sayılan partiler ile olan ilişkisi gündelik siyasetin atmosferi altında şekillenmemiştir. Öte yandan yeni vesayet rejimi oya muhtaçtır. Bir arada kalabilmesi için mutlaka kazanması gerekir. Bu, her bakımdan absürt bir duruma işaret eder çünkü, hem siyasi sistemin meşruluk tanımını yapan hem de diğer siyasi partilerle aynı sistem içerisinde rekabet eden bir vesayet vardır. Milliyetçi Hareket Partisi, bir dönem Milli Güvenlik Kurulu’nun oynadığı rolü oynamakta ve ulusal güvenliğin sınırlarını çizmektedir. Ancak Milli Güvenlik Kurulu’ndan farklı olarak bunu siyasi saiklerle yapar ve kendi muhaliflerini hedef alır. Tayyip Erdoğan, MHP tarafından çizilen güvenlik çerçevesini memnuniyetle karşılar zira kendi siyasi çıkarları için attığı adımlar aniden devletin âli menfaatlerine yapılan büyük bir hizmet gibi görülmektedir. Devlet ile kendini özdeşleştiren bu ittifak muhalifleri kriminalize ederek, onların seçmen ile kuracağı ilişkiyi sürekli olarak taciz ederler ve aslında üstü kapalı olarak seçmene bir mesaj gönderirler. Bu şekilde oy desteğini canlı tutarlar ve varlıklarını günün sonunda bu oy desteği ile meşrulaştırırlar. Vesayetçi demokrasi kavramı bir şekilde demokratik vesayete döner ki, bu aslında literatürde “rekabetçi otoriterlik” diye adlandırılan kavrama oldukça yakınsar.
Bu vesayet rejiminin en büyük kırılganlığı, milli güvenlik adına eylediğini iddia etse de meşruluğunun oya dayanması zorunluluğudur. Zaten vatandaşa oylatılan şey de milli güvenliğin ta kendisidir. Ülkede baş gösteren diğer sorunlar ile ilgilenmeye ve yaratıcı politika önerileri geliştirmeye başladıkları anda vesayet sistemi dağılacaktır. Keza bu tip bir pragmatizm, oyunu güvenlikçiliğin sahasından alır ve siyasetin sahasına taşır. Artık üzerinde konuşulan konular milli güvenliğin bir parçası olmaktan çıkar ve siyasetin konusu olur. Vesayet tabii ki buna yanaşmaz, bunun yerine hayatın her alanını güvenlikleştirmeye gayret eder. Halkın gündelik hayatta yaşadığı problemler artık gizlenemez bir hale gelene veya bir skandal ile gündeme düşene kadar yokmuş gibi davranılır. Bu tip kriz durumlarında ise medya üzerindeki kontrol sayesinde yaşanan kaza az bir hasarla atlatılmaya çalışılır ancak konu siyasetin gündemi haline asla getirilmez, tartışmaya açılmaz. Çünkü bu yapıldığı anda, siyaset alan kazanır vesayet alan kaybeder.
Yine de hayat bazı konuların kamusal tartışmaya girmesini dayatır. İnsanlar işsizlik, hayat pahalılığı, halk sağlığı gibi konuları gündelik hayatlarında bizzat tecrübe ederler. Bu sayede alternatif bir gündem oluşmaya başlar. Toplumun en büyük sıkıntısını ekonomik meselelerin oluşturduğu bir dönemde ulusal güvenlikten veya milli bir beka sorunundan bahsetmek oldukça anlamsızdır. Ama vesayet oluşan gündeme cevap veremez. Bunu aşmak için siyaset yapmaya, milliyetçiliğin lümpen biçimine ara verip aklı selim ile davranmaya, tedbirler almaya ihtiyaç vardır. Ama vesayet bunu yapamaz. Yapamadıkça popülaritesi düşer ve önce vesayetin aktörleri arasındaki ilişki sarsılır, ardından da çöküş süreci başlar. Yeter ki siyaset yapmaya hevesli olanlar, yani muhalifler, vesayetin kurguladığı gündemler ile meşgul olmasınlar, vesayetin temposuna ayak uydurmaya çalışmasınlar ve toplumun organik gündemlerini takip edebilsinler.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.