Cemil KOÇAK
Günümüzde basın özgürlüğü tartışmalarında kullanılan ikili bile değil, çoklu standartlar, sizi de yormuyor mu? Peki, bir de tek-parti döneminin basın hayatına göz atmaya var mısınız?
Ancak karşımıza çıkacak manzaradan hoşlanmayacak olanları baştan uyarmalıyız. Tek parti rejiminin sona ermesine kadar basın özgürlüğü sadece kâğıt üzerinde kalmıştı; hatta bir süre sonra bundan da vazgeçildi. Kâğıda da ihtiyaç kalmamıştı artık!
İlk basın yasası 1931’de yapıldı
Basın yasası, 25 Temmuz 1931 tarihinde kabul edilmiş ve 28 Haziran 1938 tarihinde de önemli ölçüde değiştirilmişti. Yasanın ilk halinde yayın çıkarmak için sadece beyanname verilmesi yeterli görülmüşken, 1938 yılında yapılan bir değişiklikle yayın çıkarmak isteyenlerin, bulundukları yerin en büyük mülkî idare âmirinden ruhsatname, yani izin almaları koşulu getirilmişti. Bu şekilde hükûmet, yeni bir yayının çıkıp çıkmayacağına karar verme yetkisine sahip oluyordu. Bu yalnızca şeklî bir değişiklik anlamına gelmiyordu tabiî. Aksine, Atatürk’ün hayatta olduğu ve Başbakanlıkta da Celâl Bayar’ın bulunduğu sırada gazete ve dergi çıkarmak isteyenlerin hükûmetten izin almaları gereği gündeme gelmişti bile! On yıla kalmadan Bayar, muhalefet partisinin lideri olarak kendi imzasıyla yayınlanan basın yasasının değiştirilmesi için mücadele vermek zorunda kalacaktır! DP’ye göre bu yasa anti-demokratikti! Politikanın cilveleridir bütün bunlar.
Ayrıca, yasada yapılan son değişiklikle, “siyasî gazete veya mecmua çıkaracakların, nüfusu 50.000 ve daha aşağı olan yerlerde 500, 50.000’den 100.000’e kadar olan yerlerde 1.000, 100.000’den yukarı olan yerlerde [ise], 5.000 Liralık [ve] millî bir bankanın kefaletini havi teminat mektubu vermeleri lâzımdı.” Yani, pamuk ellerini cebine sokabilecek durumda olmayanlar açısından hayat zorlaşıyordu. Tabiî bankaların öyle herkese teminat mektubu vermesi de söz konusu olamazdı; basit bir telefon üzerine talebin reddedilmesi her zaman için mümkündü.
Yasaya göre, gazete ve dergi sahiplerinin Türk, yirmi bir yaşını bitirmiş, yüksek okul ya da lise mezunu, yabancı bir devletin hizmetinde ve resmî bir makama karşı da yabancı tâbiiyeti iddiasında bulunmamış ve Türk Ceza Kanunu’ndaki belirli suçlardan mahkûm olmamış olmaları gerekiyordu. Bu gibi kimselerin, mahcur olmamaları, vatan, Millî Mücadele, Cumhuriyet ve inkılâp aleyhinde bulunup da, herhangi bir mahkeme ve divan tarafından mahkûm olmamış olmaları, ayrıca fiilen devlet memuru ve asker ve ordu mensubu olmamaları ve Millî Mücadele’de işgal altında düşman emellerine hizmet edici yönde neşriyat yapmamış olmaları da zorunluydu. 1931 yılında kabul edilen yasa metninde, Heyeti Mahsusalar’ca devlet hizmetinde kullanılmamasına karar verilmemiş olmak hükmü de yer alıyordu. 1938 yılında yasada yapılan değişiklikle, bu koşullara bir de “sui şöhret eshabından bulunmamak” hükmü eklenmişti. Eğer şöhretiniz kötüyse gazete ya da dergi sahibi olamazdınız. Şöhretin kötülüğünü tanımlayacak olan tabiî ki bizzat iktidardı! Diğer yandan, yasa yayının başyazarı ile genel yayın müdürünün yüksek okul mezunu olmasını da öngörüyordu. Böylece üniversite mezunu olmanın istisna olduğu bir dönemde, havuz hayli daraltılmış oluyordu.
Yasanın 50. maddesi ise, hükûmete yayın organını kapatma yetkisi tanıyordu: “Memleketin umumî siyasetine dokunacak neşriyattan dolayı İcra Vekilleri Heyeti kararı ile gazete veya risaleler, muvakkaten tatil olunabilir[di]. (...) Bu suretle kapatılan bir gazetenin mesulleri, tatil müddetince başka bir isim ile [de] gazete çıkaramaz[dı].” Her ne kadar yasada geçici kapatmadan söz ediliyorsa da, pratikte bu hüküm kapatma kararının kaldırılmasına kadar geçerli olduğundan, kapatma süresi aslında tamamen iktidarın yetkisine bırakılmıştı. Bir günden başlayarak yıllara ve sonsuzluğa yayılabilirdi. Hükûmet, yeni bir yayına izin verip vermemekte ne denli serbestse, görüşlerine ve üslûbuna katılmadığı bir yayını istediği anda ve istediği sürece kapatmakta da o denli serbestti.
Nadir Nadi anlatıyor
“1939 yazında basınımızın durumu şöyle özetlenebilir: Millî Şef’e, hükûmete ve CHP’ye dil uzatmak yasaktı. Hükûmetin genel tutumu hiçbir şekilde tenkit edilemezdi. Bu itibarla gazeteler daha ziyade dünya politikası üzerinde durmaya önem veriyorlardı. Gazetelerimiz genel tutumlarını hükûmet direktiflerine göre ayarlamak durumunda idiler.”
“Hükûmetçe önemli sanılan olaylar karşısında gazetelerin genel tutumu, Basın-Yayın Müdürlüğü’nden gelen direktiflere göre ayarlanıyordu. Arada bir Başbakanın da basın toplantıları tertipleyerek, gazete sahiplerini ya da temsilcilerini emir verircesine uyardığı oluyordu. Bir defa daha yazmıştım; böyle toplantılardan birinde, Refik Saydam, dış politika ile ilgili bir konuya dair ertesi günü yazmamız gerektiğini uzun boylu anlattıktan sonra gözüne kestirmiş olacak, bana bakarak, biraz alaylı sormuştu:
- ‘Anladın mı?’
Yarım ağızla’Anladım!” demem üzerine, sanki beni imtihana çekiyormuş gibi;
- ‘Peki, öyle ise anlat bakalım, yarın ne yazacaksın?’
Meslekdaşlar kalabalığı arasında acemi bir ere emir tekrar ettirmeye benzeyen bu ikinci soruya fena içerlemiş, Başbakana ters bir cevap vermiştim. Yaşlı başlı yazarların bu alışılmamış ters davranış karşısında nasıl şaşırdıklarını, acıyan gözlerle bana nasıl baktıklarını ve ortalıkta esmeye başlayan soğuk havayı Saydam’ın nasıl şakaya vurarak dağıttını hâlâ hatırlarım.” (Nadir Nadi, Perde Aralığından)
Yöneticiler ve Gazeteciler
“’Tenkitten hoşlanmıyorsanız, neden sansür koymuyorsunuz? ‘Tenkitte hürsünüz’ diyorsunuz; biz de görev ve sorumluluğumuzun gereği olarak bu özgürlüğü memleketin yarârına kullanmak zorunda kalıyoruz. Derhâl başımız belâlara uğruyor. Halbuki siz apaçık sansür usûlünü yürütseniz, bizim hiçbir sorumluluğumuz kalmaz, sorumluluk size geçer. Siz de rahat edersiniz, biz de…’ Saraçoğlu’nun yanıtı şöyle olur: ‘Ben sansür koymam, anayasanın dışına çıkmam. Fakat sen haddini bileceksin, bunu aşmayacaksın, aşarsan cezânı göreceksin!..’” (Ahmet Emin Yalman, Gördüklerim Geçirdiklerim).
“Daha iki sene evvel merhum Refik Saydam zamanında Türk basını, dünya matbuat tarihinde misline ancak İran’da rastlanan bir takım keyfî tazyike tâbi tutulmuştur. Hükûmet müdahalesini serlevhamızda kullanacağımız puntolara, havadislerin sayfalardaki yerlerine kadar ilerletmişti. Konuşmak, münakaşa etmek, mütâlaa beyan etmek değil, nefes alamayacak hâle gelmiştik. Yine aynı hâlin avdetini mi temenni edelim?” (Zekeriya Sertel, “Bunda Telâş Etmeyecek Ne Var?”, Tan, (2 Ocak 1944)
Basında Kapatma Kararları (1939-1945)
Gazete veya Toplam Kapatma Kapatma Sayısı Kapatan Makam Derginin adı Süresi
Cumhuriyet 5 ay 9 gün 5 3 kez hükûmet 2 kez sıkıyönetim
Tan 2 ay 13 gün 7 4 kez hükûmet 3 kez sıkıyönetim
(12 Ağustos 1944 tarihinden itibaren süresiz olarak kapatıldı)
Vatan 7 ay 24 gün 9 5 kez hükûmet 4 kez sıkıyönetim (30 Eylül 1944 tarihinden itibaren süresiz olarak kapatıldı)
Tasviri Efkâr 3 ay 8 4 kez hükûmet 4 kez sıkıyönetim
Vakit 12 gün 2 1 kez hükûmet 1 kez sıkıyönetim
Yeni Sabah 6 gün 3 1 kez hükûmet 2 kez sıkıyönetim
Akbaba 47 gün 4 1 kez hükûmet 3 kez sıkıyönetim
Son Posta 11 gün 4 4 kez hükûmet
Haber 10 gün 2 2 kez hükûmet
Sıkıyönetimi de unutmayalım
Ayrıca, 20 Kasım 1940’da İstanbul’un da içinde olduğu altı ilde ilân edilen ve dönem boyunca uygulanan sıkıyönetim, basın üzerindeki denetimin bir başka boyutunu oluşturmaktaydı. Çünkü sıkıyönetimin de yayınları kapatma yetkisi vardı. Bu durumda basın, bir yandan hükûmetin, diğer yandan da sıkıyönetimin denetimi altında ezilip büzülmekteydi.
Gazeteciler zaten CHP’liydiler
Ancak yönetimin denetim yolları bu kadarla da kalmıyordu. Büyük gazete sahiplerinin aynı zamanda CHP milletvekilleri olmaları da bu konuda önemli rol oynuyordu. Örneğin, Cumhuriyet’de Yunus Nadi, Vakit’te Âsım Us, Tanin’de Hüseyin Cahit Yalçın hem gazetenin sahibi, hem de milletvekiliydi. Zaten CHP’nin 1939 tüzüğünde şöyle deniyordu: “Sahibi partili olan gazete ve mecmuaların yazıları ile parti azalarının neşriyatı, parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur. Partili gazeteciler, mecmua sahipleri ve muharrirlerle bu yolda görüş birliğine yarayacak temas ve toplantılar yapılır. Partililer, sermayesiyle alâkalı, idaresinde müessir bulundukları gazete, mecmua ve matbualarda, parti programı ve nizamnamesine, iç ve dış siyasetin ana hatları ile yüksek devlet menfaatlerine aykırı düşen yazılar neşrettiremezler.”
Savaş yıllarında basın
BİR etkili denetim organı da Matbuat Umum Müdürlüğü idi. Basının ne zaman, neyi, nasıl, hangi sayfada, ne büyüklükte yazacağını, birçok kez bu organ saptamakta ve tebliğ etmekteydi. Basın iç ve dış politika konularında ancak belli sınırlar içinde yazı yazabiliyor, haber verebiliyordu.
Gazetelerin başyazıları, savaş nedeniyle genellikle dış politika konularıyla ilgiliydi. Ancak bu yazılar hükûmetin saptadığı dış politika çizgisi içinde kalmaktaydı. Bu anlamdaki dış politikadaki dengeli tutum, basına da yansımaktaydı. Bu tür dengelerin ne denli önemli olduğu, gazetelerin baş sayfalarında yan yana ve eşit uzunlukta yayınlanan tarafların savaş tebliğlerinden de kolayca ve kendiliğinden anlaşılmaktadır. Ancak basın tamamen hamojen de değildi. Farklı siyasal tutumlar, farklı eğilimler görülüyordu. Bu türden farklı üslûplara derecesine göre, o andaki dış politika gelişmelerine göre hükûmetçe âdeta göz yumuluyordu. Ancak eğilimin belli bir dereceyi aşması durumunda, bazı sert kararların gazete idarehanelerine ulaşması için çok zaman da geçmiyordu. İç politika sorunları ise, asında hiç yer bulamazdı. Sadece resmî hükûmet, parti tebliğleri ve açıklamaları ile yetinilmek zorunluydu. İstisnaî türden yorumlar ise, ancak son derece üstü kapalı olarak yapılmak zorundaydı. Ancak bu bile, bir hayli cesaret işiydi.
Basında savaşla ilgili haberler, herhâlde panik yaratmamak için olacak, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün emiyle ve ancak tek sütun olarak yazılabilirdi. Diğer yandan, basında intihar haberlerinin yayınlanması resmen yasaktı. Bu dönemdeki basın koleksiyonları, gerçekte intihar edenlerin, birbiri ardına son derece garip ve ilginç bir biçimde nasıl kaza ile öldüklerine ilişkin haberlerle doludur.
Öte yandan, basın sadece siyasal değil, fakat teknik sorunlarla da uğraşmak zorundaydı. Savaşla birlikte gazete kâğıdı sıkıntısı baş gösterdiğinden, Millî Korunma Kânunu’nun tanıdığı yetkiyle ve değişik zamanlarda alınan kararlarla, gazete kâğıdı tüketimi sınırlandırılmış ve bu nedenle gazeteler genellikle dört sayfa çıkabilmişlerdir. Bunun tek istisnası, 10 Kasım ve 29 Ekim’in yıldönümlerinde gazetelerin kutlamalar ve anmalarla ilgili yazı ve haberleri için sayfa adedini, o da ancak hükûmetin kararıyla artırabilmeleriydi.
Ceza hükümleri
TCK’YA göre; “millî para”nın değerini düşürmek kastıyla veya içeride ya da dışarıda TL’ye karşı güveni sarsabilecek olayları uydurarak ya da değiştirerek yayınlayanlar ve açıklayanlar, üç aydan üç seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırdı. Yurt içinde ve dışında gerçekleşen intiharları ve okullarda ve fakülte ve enstitülerde disiplini bozacak içerikteki olayları, gazetenin yayınlandığı yerin en büyük mülkiye âmirinden izin almaksızın yayınlamak yasaktı. Bu madde hükmüne aykırı hareket edenler, bir haftadan bir seneye kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılırlardı. Padişahçılık ve Hilâfetçilik yolunda ve komünistlik ve anarşistliğe tahrik eden yayında bulunulamazdı. Aksine hareket edenlere altı aydan üç seneye kadar ağır hapis cezası verilirdi.
Yazarlar
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016