Cemil KOÇAK
Siz bakmayın, bu sırada ‘ifade özgürlüğü’ sloganını öne çıkaranlara; sırası geldiğinde, ‘ifade özgürlüğü’nden sadece hakkedenlerin ‘ifade vermesi’ni anladıklarını görmek için biraz(cık) yakın geçmişe bakmak yeterli olacaktır. Onlar için ‘değerli olan’ tek şey; ‘kendi ifadeleri’dir.
Evet, ben de farkındayım; ‘ifade özgürlüğü’ bayağı kitlesel bir çığlığa dönüştü. Öyle bir özgürlük ki; önünde hiçbir engel duramaza benziyor. Benim ilk gençlik yıllarımda; Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu’na girdiğim yıl; hukuk dersinde önemli bir ayrımla karşılaştığımı hatırlıyorum. O zaman bizim ağzımıza pelesenk olmuş bir talep vardı: O da, ‘düşünce özgürlüğü’ idi. Bununla anlatmaya çalıştığımız ise, bugünkü ifade özgürlüğünden başka bir şey değildi. Hatta bazen bu, ‘fikir özgürlüğü’ olarak da belirtiliyordu. Neyse; hocamız, hukuk dersinde, her iki ifadenin de yanlışlığına işaret ettiğinde, şaşırmıştım.
Fikirler ve özgürlükler
Hocamız, gayet sakin bir şekilde; düşünce ya da fikir özgürlüğünü kimsenin sınırlayamayacağını; çünkü bunların sınırlanamayacağını söylediğinde, ortada düpedüz bir totoloji olduğuna hükmetmek gerekirdi. Ama o sadece kavram karışıklığından sıyrılmaya çalışıyordu. Basitçe şöyle demişti: Her iki özgürlük de sınırlanamaz; çünkü insanlar, istedikleri gibi düşünür ve fikir sahibi olabilirler; galiba sizler ‘ifade özgürlüğü’nden söz ediyorsunuz. ‘Çünkü, ilk iki özgürlük, insanların kafalarının içinde kaldığı sürece hiçbir sorun çıkarmaz’ demişti. Bu bakımdan da önemli olan şey, ifade özgürlüğü idi. Yani, düşündüğünüzü ve fikrinizi başkalarına bir şekilde nakledebilme özgürlüğü... Fakat bu da, diğerlerinin aksine, sınırsız değildi. Yasalarla sınırlanmıştı, çerçevelenmişti ve her ‘ifade özgürlüğü’ aynı zamanda bireyi sorumlu kılıyordu.
İfadelerden ifade beğenin
Şimdi etrafımızda olan bitene bakıyorum da; ifade özgürlüğünün şartsız ve sınırsız olduğunu savunanların birden bire ne kadar geniş bir kesimi ikna edebildiğini hayretle görüyorum. Ama bu grupların ‘ifadeler’inin ardına da bir göz atmak gerekir. Çünkü, ifade özgürlüğü sloganını öne çıkaranların, bundan anladıkları genellikle tek bir şey var; o da kendi ifadelerinin ya da beğendikleri, sevdikleri, arzu ettikleri, tercih ettikleri, hoşlarına giden ifadelerin özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasıdır.
‘Nereden biliyorsun?’ diyecek olanların hemen parmak kaldırdıklarını görüyorum; hissediyorum. Nereden mi? Çok basit: Kendi hayat ve siyasî tecrübemden... Başka nereden bilebilirim ki zaten? ‘Örnek ver’ diyecek olanlara da, daha diyemeden, vereyim bari...
Tarihe meydan okurken
Bu başlıktaki son kitabımda; gerek 1980’li yılların başında doktora tezimin nasıl reddedildiğini; gerekse 1990 senesinde doçentlik imtihanında nasıl geri çevrildiğimi ayrıntılı bir şekilde anlatmıştım. Şimdilerde ‘ifade özgürlüğü’ sloganını pek cazip bulanların çoğu; o zamanlar benim ifade özgürlüğümden hoşnut kalmamışlardı. Yine 1990 senesinde Mersin’deki bir paneldeki ‘ifade’lerimizin pek de özgürlük kapsamına girmediğinden emin olan Cumhuriyet gazetesinde “nankör” kelimesinin de kullanıldığı yazılar yayınlanmıştı. O zamanlar Cumhuriyet gazetesi, Hürriyet gazetesinde yayınlanan panelin haberinin üzerine atlamış ve ‘ifade özgürlüğü’nden anlaşılması gerekenin, ifade sahiplerinin sadece ‘ifade vermesi’ gerektiğini anladığından emin olduğunu tutumuyla göstermişti. Hepimize.
Elbette, kimsenin hakkını yemek istemem; bazıları, bunların ‘geçmiş’te kaldığını ve böyle geçmişe saplanıp kalınmaması gerektiğini söyleyerek, ‘ifade özgürlüğü’ hakkını kullanabilir. O halde, ‘gerçekten de geçmişte mi kaldı?’ sorusunu sorma sırası sanırım geldi. Yine kitabımda uzun boylu aktardım; daha 2010 yılının sonunda mensubu olduğum Sabancı Üniversitesi’nde verdiğim bir konferans nedeniyle, bir kez daha ‘linç’ edilmeye çalışılırken; ‘ifadem’i beğenmeyenler; ama günümüzde ‘ifade özgürlüğü’ için sokaklara fırlamaya kalkanlar, ‘ifadem’ yüzünden yeniden ifade vermemin kesinlikle ‘özgürlük’ olduğuna inanmış olmalıydılar. Dahası; böylesine ‘özgür ifadeler’in, ifade sahibinin sorumluluğu altında, onun mensubu olduğu üniversiteden atılmasını sağlamak üzere de yarar sağladığını düşünüyorlardı.
Elbette, unutmadan söyleyeyim bari, yine kitabımda ayrıntılarıyla belirttiğim gibi; Sabancı Üniversitesi’nde verdiğimiz inkılâp tarihi derslerinin ‘gençlerin kafalarını karıştırmaktan başka bir işe yaramadığı’nı düşünenlerin, uzun yıllar boyunca YÖK üzerinden üzerimizde kurmaya çalıştıkları baskı ve denetimi de unutmak ne mümkün... “Hiçbir şey unutulmadı; hiçbir şey unutulmayacak!” Ben kendi payıma; kendi hayat ve siyasî tecrübemde hiçbir şeyi unutmak ve unutturmak niyetinde olmadığımı, acaba bundan daha açık olarak nasıl yazabilirdim diye düşünmedim de değil hani...
‘İfade’ alanlar
Siz bakmayın, bu sırada ‘ifade özgürlüğü’ sloganını öne çıkaranlara; sırası geldiğinde, ‘ifade özgürlüğü’nden sadece hakkedenlerin ‘ifade vermesi’ni anladıklarını görmek için biraz(cık) yakın geçmişe bakmak yeterli olacaktır. Onlar için ‘değerli olan’ tek şey; ‘kendi ifadeleri’dir. Bunun dışındaki ‘ifadeler’le pek ilgilenmezler; eğer ilgilenmek zorunda kaldılarsa, bilin ki, bu ifadeler, onlara ağır gelmiştir de ondan; bunun için de ifade sahiplerinin ‘ifadeye çağrılması’ gerekir. Öyle allayıp pullayarak yazarlar ki; ‘ifade özgürlüğü’nün ‘ifade vermek özgürlüğü’ olduğunu düşünmemezlik edemezsiniz artık. Bu onların adeta yegane becerisidir-o kadar.
İki yüzlülüğün sırıtışı
Şimdi gelelim, baştaki sorunun yanıtına... Pek çok kişi ve grup, ifade özgürlüğünü; ‘ifade’nin ne olduğuna bakarak değerlendirmeye devam etmektedir. Beğenilmeyen, sevilmeyen, hasım olduğu düşünülen, tercih edilmeyen bilumum ifadeler, onlar açısından özgürlüğü hakketmeyen ifadeler sınıfına girer ve onların özgürlüğü için de, bırakın sokaklara dökülmeyi; basitçe sırtlarını dönerler. Bu sırt sırta ‘ifade özgürlüğü’ oyunu, elbette zaman içinde sırıtmaya başlar. Bazıları, her önüne gelenin ifade özgürlüğü için kendisini paralarken; bir de bakarlar, sıra kendilerine geldiğinde, sokaklarda başkaları için helâk olmalarına karşılık, herkes sus pus olmuş... Onların aklı, ancak ‘ifade verirken’ gelir. Yani ‘bazen gelir’ demek istiyorum. Bazen de hiç gelmez.
Bana gelince...
Biraz önce değindiklerimin çoğu, kendilerine hoş gelen ifadelerin özgürlüğünün yanında yer alırken; bazıları da; yani bazen Charlieci, bazen Voltaire’ci olanlardan söz ediyorum; bu mini minnacık grup da, benim bu yazdıklarımı hayli eleştirecek bir zaviyeden meseleye ‘ilkesel’ bir bakış açısıyla yaklaşmaya devam ederler. Edeceklerdir de. Etsinler tabiî... Herkesin ‘ifade özgürlüğü’ var sonuçta... Lâkin benim tutumum onlardan farklı... Bir kere; ‘ilkesel olarak’ benim ifade özgürlüğümü kayıtsız şartsız ve her koşulda, her yerde savunmayacak olanların ifade özgürlüğü ile pek ilgilenmiyorum. Yani artık pek ilgilenmiyorum. Tabiî onların kimler olduğunu bileceksiniz. Bu anlamda Voltaire’ci falan değilim. Hiç değilim. Tutarlı olabilmek için karşıt görüşlerin de ifade özgürlüğünden yararlanması gerektiğini ‘ilkesel’ bazda söylemeye ve yazmaya devam edebilirim. Fakat onlarla aynı fotoğraf karesi içinde bulunmayı ‘ilkesel’ bazda reddediyorum.
‘İfade’nin kendisine bakarak, ‘özgürlük’ sınırı tayin edenlerin ikiyüzlülüğünden size de gına gelmedi mi artık? Ve ne yapsanız, ne yazsanız, onların bu tavırlarından vazgeçmediklerini ve vazgeçmeyeceklerini görmediniz mi artık?
Bazıları da, bu tutumumun ‘demokrat’ olmadığını ya da yeterince olmadığını düşüneceklerdir muhakkak... Belki haklıdırlar da. Ne var ki, ben de onlara bir soru hazırladım. Sadece onlar için değil elbette; herkes için hazırladım aslında... Sorum basit; yanıtımın da basit olduğunu göreceksiniz. Konu politika ise eğer; sorum basit: ‘Sizce demokrat olmak, budala olmayı da gerektirir mi?’ Biraz(cık) düşünün isterseniz, yanıt vermeden önce... Voltaire’ci değilim dedim; benim ifade özgürlüğümü savunmayı bırakın; beni bir kaşık suda boğmaya çalışmış ve eline fırsat geçse, bunu yine yapmaktan hiç çekinmeyecek olanların ifade özgürlüğü için çaba falan harcayacağımı düşünenler varsa eğer hâlâ; bunun çok zayıf bir ihtimal olduğunu yazabilirim rahatça... ‘Hâlâ yanıt vermedin’ diyenler varsa, daha da açık yazayım o halde: Hayır; ‘demokrat olmak, budala olmayı da gerektirmez.’ Bu kadar basit işte...
Yazarlar
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.02.2016
3.02.2016
26.03.2016
19.03.2016
13.03.2016
5.02.2016
28.02.2016
20.02.2016
13.02.2016
7.02.2016