Cihan Tuğal

Sovyetler ve Bookchin
26.12.2025
279

Geçtiğimiz günlerde Türkiye solunun gündemine tekrar giren “Dinle Marksist!” adlı metin, Bookchin’i değerlendirmek için iyi bir giriş noktası.

Değerlendirmemin ilk kısmı, metnin yayınlandığı 1969 yılından beri Sovyet devrimi hakkında yapılan bilimsel yayınlar ile ilgili.

1970’lerde ve 1980’lerde yayınlanan tarihsel ve sosyolojik çalışmalar, Bolşevik yönetimin yüz yüze kaldığı beklenmedik sosyal zorlukları vurgular.

Bunlardan birincisi, Rus imparatorluğundaki çoğu köylünün ne sosyalizme ne kapitalizme hazır oluşudur. Köylülük ayaklanır ve toprak ağalarını devirir fakat sonrasında içine çekilir. Bırakın dünyayı, ülke çapında yeni bir hayat kurmak gibi bir dertleri yoktur. Komünal pratikler içinde olanlar dahi, bunları ülke çapında yaşatma iradesine sahip değildir: kendi köylerinde kurdukları cennet, onlar için yeterlidir. Başlangıçta anarşistler ve Bolşevikler tarafından paylaşılan “İşte devrimci köylüler!” coşkusu duvara toslar bu yüzden.

Bu içe kapanmacı tavır şehirlerde kıtlıkla sonuçlanır ve Bolşevikler NEP (Yeni Ekonomik Politika) olarak bilinen kısmi piyasa ekonomisi uygulamalarını devreye sokar. Bunların birçok amacı vardır ama tarımı ilgilendiren kısmı, köylüleri şehirlere gıda göndermeye teşvik etmektir. Fakat köylülerin hatırı sayılır bir kısmı üretim artışından kendilerine de gelecek refahla ilgilenmez. Köylülerin eninde sonunda piyasaya yüzünü döneceğine dair inanç, Bolşeviklere birkaç yıl kaybettirir.

İkinci büyük zorluk, proletarya diktatörlüğünün demokratik omurgası olan işçi şuralarının ve fabrika komitelerinin giderek güçten düşmesidir. Bu şuralar ve komiteler, yükselişteki buyurgan bürokrasiye karşı sol-komünist ve benzer bayraklar altında mobilize olursa da devrimin uzun vadeli çıkarlarını kavrayacak olgunluğa ulaşamaz. Köylülükle yapılan ittifakın ehemmiyeti ve zorluğu da gündemlerinde değildir. Basite indirgeyerek söyleyecek olursak, nasıl “işçi sınıfı” çoğu köylünün umurunda değilse, köylüler de çoğu işçinin umurunda değildir.

Üçüncü büyük zorluk sosyal değil siyasidir. Marksist olsun olmasın, soldaki kadrolar bu sosyal süreçlerle ve karşı-devrimle baş edebilecek kapasiteye sahip değildir. Bolşeviklerin sağ kanadı dahil olmak üzere bir dizi Marksist ve SR (“sosyal devrimci,” daha doğrusu sol-popülist), haklı ve haksız kimi gerekçelerle devrimi yavaşlatmaya çalışır. Soldan gelen baskı da bir o kadar güçlüdür: Güç dengelerini ve nesnel koşulları çoğunlukla görmezden gelen ve en keskin devrimci taleplerin bazılarının ya da hepsinin bir anda uygulamaya konulmasında ısrar eden sol Bolşevikler, anarşistler ve sol-SRlar kimi zaman isabetli kimi zaman bozguncu şekillerde Bolşevik merkezle savaşır.

Ulusal sorundan aile meselesine başka alanlarda da benzer zorluklar yaşanır. Bunları sonradan tartışalım.

Sağ ve sol itirazlara karşı mücadele veren Lenin, zannedildiğinin aksine Bolşeviklere dahi sözünü dinletemez sık sık. Üstelik birçok da hata yapar. Son günlerine kadar tüm bu kuvvetleri – köylülüğü, işçi sınıfını, ulusal ayaklanmaları ve siyasi fraksiyonları – dengede tutmaya çalışır fakat kurduğu hassas denklemler ölümünden sonra çözülür.

Özellikle de NEP yıllarında Bolşeviklerin merkez ve sağ kanatları tarafından ihanete uğradığı sonucuna varan ve demoralize olan (zaten birçoğu iş oraya gelmeden iç savaşta ölen) devrimci işçiler, köylülükten gıdayı tedarik etme işini bürokratlara ve onların kontrolündeki işçilere bırakır. Bu da 1930’larda bürokrasinin kontrol dışına çıkmasını kolaylaştıran etmenlere eklenir.

Bahsettiğim çalışmalarda tartışılan verilerin ciddi bir kısmı yeni değildir ancak yükselişteki sosyal tarihçiliğin etkisiyle yeni gözlüklerle sentezlenmiştir 1970ler’de. Yukarıdaki dinamikler karşı-devrimci Soğuk Savaş ezberleriyle, veya bunların panzehri olamamış 1960ların kolaycı anarşist veya sekter Marksist açıklamalarıyla geçiştirilemeyecek kadar karmaşıktır. 1960lar’da üretilen polemik metinleri, bu dinamikleri es geçer. Elbette Marksistlerin vurguladığı karşı-devrimci oyunlar ve Bookchin’in vurguladığı Bolşeviklerin otoriter eğilimleri bu dinamikleri keskinleştirmiştir, ancak doğurmamıştır.

Bir bunlar kadar önemlisi Bookchin’in Bolşevikleri yeterince tanımaması.

Bookchin’in anlatısına göre, Bolşevikler hep devrimci işçi inisiyatiflerinin arkasında kalan, daha sonradan bunları kontrolü altına alıp manipüle eden, eninde sonunda da ezen bir grup oportünisttir. Komünal formlarla her zaman araçsal bir ilişkisi olan kökten merkeziyetçi, işçilere güvenmeyen, tepeden inmeci varlıklardır.

Fakat 1980ler’den sonra açılan arşivler, zaten abartılı olan bu anlatıyı iyice şüpheli hale getirmiştir. Bookchin anlatısının tersine bir Bolşevik portresi ortaya çıkarmıştır.

Aslında Bolşevikler’in ciddi bir kısmı, Paris Komünü’nü yüceltiyordu ve komünal pratikleri ayakta tutmak için çabaladı. Bu konudaki en çarpıcı kitaplardan bazılarını üreten Alexander Rabinowitch’in Petrograd’daki Bolşevik yönetim hakkında anlattıklarından bir kısmı özetlenmeye değer.

Petrograd’ın Bolşevik önderleri, yönetimdeki temel amaçlarından birini Paris halkının Komün sırasında kurduğu proleter demokrasi mekanizmalarını kente ve ülkeye hâkim kılmak olarak görürler. Yukarıda bahsettiğim parti içi sağ-sol ayrımı henüz yerine oturmamıştır 1918’de (daha doğrusu bu ayrım o noktada çok farklı biçimde şekillenmiştir). Partinin Petrograd teşkilatı büyük bir birlik ve coşkuyla – neredeyse çocukça bir sevinçle – yeni bir anayasa hazırlar ve bu mekanizmaları metnin merkezine koyar. Tüm ömürleri sanki işçi demokrasinin bu en doğrudan biçimini deneyimlemek için yaşanmıştır. Bu metni hazırlayanlara ve hazırlatanlara, ismi sonradan en otoriter yöntemlerle özdeşleştirilen Bolşevikler de dahildir.

Anti-Leninist tarihçi Rabinowitch, buna benzer bir yığın veri sunar kitaplarında. Herhangi bir sosyolojik senteze varmak için ya da – kendi duruş noktasına Leninistlerden çok daha yakın olan – anarşistleri çürütmek için de yapmaz bunu üstelik. Arşivsel malzemeyi paylaşmak, dengeli bir anlatı kurmaktır gayesi. Bu verilerin bizi ilgilendiren kısmı ise, aynı Bolşevik önderlerin sonradan muhalefetin ve kendi partilerinin sol kanadının celladı olmalarının “hep sakladıkları gerçek niyetleri”yle ya da Bookchin’in deyimiyle “içlerindeki ihanet mikrobu”yla çok alakalı olmamasıdır.

Özetle, modern tarihin en özgürlükçü deneyimlerinden olan komünal şura demokrasisinin sonraki yıllarda rafa kaldırılmasının sebeplerini Bolşeviklerin korkunç ideolojisinde değil, sosyal koşulların bu önderlerin eğilimleriyle nasıl etkileştiğinde aramak gerekir. 1969’da polemik amaçlarla yayınlanan ve birçok yanlış barındıran bir yazının, sosyalizmi yeniden tanımlamanın manivelası olarak işlev görmesi zor bugün.

Başka bir yazıda, Bookchin’i Amerikan toplumsal hareketleri ışığında değerlendireceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar