Gökhan BACIK

Gökhan BACIK
Gökhan BACIK
Tüm Yazıları
Kürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi
7.12.2025
66

Bütün krizlere rağmen ikinci Kürt açılımı süreci kendi istikametinde ilerliyor. Elbette hâlâ riskler var ve bunlardan bazıları sürecin çökmesine yol açabilir. Bu ihtimali şimdilik bir kenara bırakırsak, karşımızdaki kritik soru şu: İkinci Kürt açılımı süreci başarıyla sonuçlanırsa bize nasıl bir barış sunacak?

Bu sorunun cevabını şimdiden tam olarak kestirmek mümkün olmasa da, kuramsal olarak sürecin üretebileceği “barış” modellerini hayal etmek mümkün. Türkiye siyasetinin doğasını, politik kültürün özelliklerini, Kürt sorununun dinamiklerini ve Türkiye’deki devlet geleneğini göz önünde bulundurduğumuzda, ikinci açılım sürecinin üç farklı ihtimalden biriyle sonuçlanabileceğini öngörmek mümkün.

Gökhan Bacık yazdı: Kürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi

İdeal barış

İdeal barış modeline göre Türkiye demokratikleşir ve hukuk devleti haline gelirse, Kürt sorunu büyük ölçüde çözülmüş olur. Halihazırda sürece itiraz eden bazı çevreler, esasen bu modele dayanıyor.

Bu bakış açısına göre Türkiye zaten demokratik ve hukuk devleti olsaydı, Kürt sorununun ortaya çıkardığı pek çok mesele kendiliğinden ortadan kalkardı. Bu nedenle hükümetin Abdullah Öcalan ile pazarlık yapmak yerine demokratikleşmeye öncelik vermesi gerektiği savunuluyor. Bu görüşü savunanlar, ikinci açılım sürecinin demokratikleşme getirmeden sadece Kürtlerle pazarlık yapmasının sonuçsuz kalacağını düşünüyor.

Ne var ki, Türkiye’de ideal barış iki nedenle mümkün değil.

Birinci neden, Türkiye’nin sosyal, siyasi, bürokratik ve akademik kapasitesinin, Kürt sorununu çözecek kadar bir demokratikleşme süreci üretememesi. Türkiye yeni kurulmuş bir ülke değil; geçen yüzyıl boyunca Türk aydınının, toplumunun ve devletinin neleri yapıp yapamayacağını gördük. Gerçekçi olmak gerekirse, Kürt sorunu gibi büyük bir meseleyi içine alarak çözebilecek bir demokratikleşmenin Türkiye’de mümkün olduğunu düşünmek hayalcilik olur.

Bu durum sadece erken dönem Kemalist rejimin hatalarının sonucu değil. Bir asırlık devletin neredeyse 30 yılını AKP yönetti. Dolayısıyla Kürt sorununun neden çözülemediğini sürekli erken dönem Kemalizm’e atfederek açıklamak mümkün değil. Popülist bir şekilde söylersek, Selahattin Demirtaş’ı bu kadar süredir içeride Kılıç Ali tutmuyor. Türkiye’nin Kemalist ve post-Kemalist dönemi, demokratikleşememe konusunda birbirine oldukça, neredeyse bir ikiz kardeş kadar, benziyor.

İkinci neden ise daha yapısal ve zor: Türkiye’de pek çok kişi demokratikleşme ile Kürt sorunu arasında yanlış bir ilişki kuruyor. Yani demokratikleşmenin artık bir kimlik meselesi haline gelen Kürt sorununu çözebileceğini düşünüyor. 1990’lara kadar Kürt sorununu kalkınma ve demokratikleşme ile çözmek bir yere kadar mümkündü. Ancak 1990’lardan sonra Kürt sorunu başlıca bir kimlik meselesi haline geldi.

Kürt kimliğinin taleplerini yalnızca demokrasi ve kalkınma vererek çözmek artık mümkün değil. Bu nedenle, bütün demokratik ve ekonomik hakları verilmiş insanlar hala federasyon ya da özerklik talep edebilir. Kürt meselesi artık milletleşme aşamasındaki bir kimliğin talepleriyle ilgili ve demokratikleşmenin ötesinde tanınma, eşitlik, eşit temsil ve idari haklar talep ediyor.

Makul barış

Makul barış, çözümü kişilere bağlı olmadan, bir model oluşturarak gerçekleştirmektir. Dünyada neredeyse bütün etnik ve kimlik temelli sorunlar bu şekilde çözülür. Pratikte bu yaklaşım, Kürt sorununu ortadan kaldıracak yeni bir vatandaşlık tanımı ve yeni bir idari modelin önerilmesini gerektirir.

Ne var ki, otonomi ve federalizm gibi kavramlar Cumhuriyet Türkiye’sinde tabudur. Hem geç Osmanlı döneminde hem de 1921 Anayasası’nda kabul gören adem-i merkeziyet düşüncesi de zamanla bir tabu haline gelmiştir. Türkiye bugün, üniter devletin tarihsel kaynağı sayılabilecek Fransa gibi ülkelere kıyasla daha üniter bir yapıya sahiptir. Örneğin benim yaşadığım Çek Cumhuriyeti de bir üniter devlettir; ancak hükümet tarafından atanan bir kaymakam veya vali yoktur. Türkçede ilçe ve il karşılığı sayılabilecek (okreskraj) idari birimlerin yöneticileri halk tarafından seçilir. Yani Çek Cumhuriyeti’nde devlet başkanından muhtara kadar hiçbir idari birime (köy, mahalle, il, bölge gibi) atama yapılmaz.

Aslında Türkiye, Kürt sorununu yeni bir idari model temelinde çözebilse iki büyük yükten kurtulabilir. Birincisi, çözümü kişilere endeksli olmaktan çıkarırız. Bugün neredeyse hiçbir model önerilmeden, Kürt sorununun Abdullah Öcalan’ın kişisel kredisiyle çözüldüğü izlenimi oluşmaktadır.

İkinci mesele ise daha hassastır. Tabu bir konu olmasına rağmen şu soruyu sormak gerekir: Neredeyse milletleşme aşamasına gelmiş ve sayıları on milyonları bulan Kürtler bir gün kendi devletlerine sahip olacaklar mı? 2017’de Barzani yönetimindeki Irak Kürdistanı bağımsızlık referandumu yapmış, ancak uluslararası baskılarla bu girişim engellenmiştir. Kürt sorununun Ortadoğu genelindeki seyrine bakıldığında, Kürtlerin önümüzdeki dönemde siyasi temsillerinin daha üst bir düzeye çıkacağını öngörmek için uzman olmaya gerek yoktur. Adem-i merkeziyetçi bir idari model, bu süreçte işe yarayabilir. Kürtlerin Suriye ve Irak’ta (belki ileride İran’da da) siyasi temsillerinin güçleneceği bir ortamda, Türkiye’nin bütünlüğünü korumasına katkı sağlayabilir.

Noksan barış

Noksan barış, sorunu var eden yapısal sorunları çözmeden, yalnızca kişilerin nüfuzu üzerinden yol almaya dayanan bir yaklaşımı ifade eder. Dolayısıyla böyle bir barış bir süreliğine büyük rahatlamalar sağlayabilir, ancak sorunu yaratan dinamikler ortada kaldığı için ileride farklı biçimlerde yeniden ortaya çıkacaktır.

İkinci Kürt açılımı, eğer sonraki aşamalarda ciddi bir değişiklik olmazsa, şimdiden bir tür noksan barış üretmeye doğru ilerliyor. Henüz ortada kayda değer bir yasal veya politik değişiklikten söz edilemiyor. Süreç daha çok aktörlerin kredileri ve sözleri üzerinden yürütülüyor. (Ancak hatırlatmak gerekir ki elli yıl sonra bu aktörlerin hiçbiri hayatta olmayacak.) İşin daha karmaşık kısmı ise, iktidar elitlerinin Kürt sorununu iç politik bazı beklentiler için kullanmaktan çekinmeyeceklerini açıkça ifade etmeleridir. Kürt meselesi artık bir anda bir CHP meselesi, bir seçim meselesi, bir iktidar meselesi haline gelmiş durumda.

Kategorik olarak, noksan da olsa barışa hayır denemez. Ancak bu tamamen olumlu bir durum da değildir. Sıkıntı şurada: Yukarıda makul barışı tartışırken, Kürtlerin uzun vadede Ortadoğu’da siyasi bir devlet kurma aşamasına gelip gelmeyeceğini ele aldım. Noksan yani kişilere dayalı bir barış, böyle bir durumda işe yarayacak sürdürülebilir bir mekanizma üretemez. Noksan barış günü kurtarabilir, ancak gelecekte kendini koruyamaz.

Burada kritik bir diğer konu, benim “noksan barış” olarak tanımladığım meseleyi bazı çevrelerin “emperyal barış” olarak görmesidir. Özellikle bazı İslamcı yazarlar, Türkiye’nin bölgede yeni bir emperyal barış kuracağını ve bunun için üst siyasi temsil aşamasına geçen Kürtlerin de bunu gönüllü şekilde kabul edeceğini düşünüyorlar. Buna göre, Türkiye taviz veriyor görünse bile aslında güçlenecektir. Dolayısıyla aktörler üzerinden yol almanın riskinin olmadığı ileri sürülüyor. Yani bir gün, diyelim ki Öcalan fiilen Kuzey Suriye’yi yönetmeye başlasa, bu durum Türkiye’nin yeni emperyal bölgesel nüfuzu içinde bir unsur olarak mümkün olacaktır. Ancak bu “görkemli” ve kulağa hoş gelen söyleme sahip olanlara, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürecin başından beri sergilediği çekinceli tavrı hatırlatmak gerekir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar