Gökhan BACIK
Esad rejiminin düşmesinden bu yana Suriye’de belirgin bir “İsrail dinamiği” ortaya çıktı. Bu dinamiğin, Türkiye açısından bakıldığında, özel bir boyutunu Kürtler ile İsrail arasındaki ilişkiler oluşturuyor. Meselenin özü aslında temel bir endişeye dayanıyor: Türkiye, Suriye’de Kürtlerin otonom (bir anlamda Kuzey Irak benzeri) bir siyasi yapıya kavuşmasını istemiyor. Bu nedenle SDG’nin kurumsal olarak lağvedilmesi gibi bazı başlıkları kırmızı çizgi olarak öne sürüyor.
Denklemin tam bu noktasında, İsrail’in Kürtleri Türkiye’nin istemediği yönde ilerlemeye teşvik ettiği düşüncesi öne çıkıyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da yaptığı bir açıklamada, “SDG’nin bazı faaliyetlerini İsrail’le koordinasyon içinde yürüttüğünü” ifade etti. Bir süre önce Medyascope’ta Onur Öztürk, Rojava’da İsrail yanlısı bir kamuoyu olduğunu hatırlattıktan sonra, Ankara’nın Öcalan’dan beklentisinin Kürtleri İsrail etkisinden uzak tutmak olduğunu söyledi. Nitekim, Öcalan pek çok açıklamasında neredeyse âdet olduğu üzere İsrail’e karşı uyarılarda bulunuyor.

“Sekizinci cephe”: Türkiye
Esad rejiminin düştüğü ilk saatlerden itibaren İsrail ile Kürtlerin yakınlaşmasının kestirilebilir olduğu söylenebilir. Bu durumu mümkün kılan koşulları şöyle özetlemek mümkün:
İlk olarak hem Suriye’deki Kürt hareketini hem de İsrail’i bir araya getiren ortak bir tehdit algısı var: Türkiye.
İkinci olarak ise İsrail’de bugün, muhtemelen 1948’den bu yana en Türkiye karşıtı hükümet iş başında. Ancak bu karşıtlık salt bir politik zıtlaşmaya indirgenemez. Suriye rejiminin düşmesi, Gazze savaşı ve ardından Lübnan ile İran merkezli saldırılar sonrasında İsrail, yeni bir bölgesel denge kurmaya çalışıyor. Bu çerçevede de Türkiye’nin bölgesel etkisini uzun vadede sınırlamayı hedefleyen bir siyaset izliyor.
İsrail, 2023 yılında “yedi bölgeden tehdit altında olduğu” tezini adeta bir siyasi doktrin olarak ilan etmişti. Kimileri bunu “İsrail’in yedi cepheli savaşı” olarak adlandırıyor. Bu cepheler şunlar: Hamas, Lübnan/Hizbullah, Batı Şeria, Husiler/Yemen, Suriye ve nihayet İran ile Irak’taki Şii unsurlar. Öte yandan bu, kâğıt üzerinde kalan bir doktrin de değil. Nitekim 2025 yılının Eylül ayında İsrail; Gazze’nin yanı sıra Lübnan, Suriye, Tunus, Yemen ve Katar’da askeri saldırılar gerçekleştirdi.
22 Aralık 2025’te Jerusalem Post’ta Giora Eiland imzasıyla “Sekizinci ve en tehlikeli cephe” başlıklı bir makale yayımlandı. Yazı, özetle Türkiye’nin adım adım İsrail açısından bir “sekizinci cepheye” dönüştüğünü savunuyor. Bu tartışmanın önemi şu noktada yatıyor: Kürt meselesinin ötesinde hem İsrail’de hem de Türkiye’de siyasi konfigürasyonlar uzun vadeli bir gerginliği besleyecek şekilde karşılıklı olarak şekilleniyor. Böyle bir tabloda, İsrail’in Türkiye’ye karşı elindeki siyasi manevra alanını sonuna kadar kullanacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Benzer şekilde Türkiye’de de siyasi yapı ve toplumsal-politik kültür (seküler kesimleri de içine alacak biçimde) giderek daha keskin bir İsrail karşıtlığı etrafında konsolide oluyor.
Kürt Paradoksu: Sosyalist ve ‘Amerikancı’
Öcalan, Kürtleri “demokratik sosyalizm” temelinde bir yürüyüşe çağırırken, Kürt hareketi paradoksal bir dış politika bağlamı içinde ilerlemeye çalışıyor. Bu paradoks, sosyalist bir ajandayla uluslaşmaya yönelirken, varoluşsal dış politika meşruiyetini ve gücü Amerika’dan almak zorunda kalmakta somutlaşıyor. Burada “paradoks” derken bir yanlışlıktan söz etmiyorum; dış politika zaten çoğu zaman böyle çelişkiler üzerinden yürür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Ankara hükümetinin Bolşeviklerle kurduğu ilişkileri hatırlamak bu açıdan öğretici olabilir.
Tarihsel olarak bakıldığında, Türkiye Kürt hareketi (ya da Öcalanizm) sosyalist ideolojisi gereği Batı karşıtı bir jeopolitik zeminde filizlenmiştir. Bir dönem Rusya ve Suriye gibi ülkeler Kürt hareketinin hem lojistik hem de siyasi koruyucularıydı.
Ne var ki hayat ironilerle doludur. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Suriye savaşıyla birlikte, Batı karşıtı jeopolitik içinde büyüyen Kürt hareketi adeta tektonik bir kırılma yaşamak zorunda kaldı. Bu süreçte IŞİD ile Kürtler arasındaki mücadele belirleyici bir rol oynadı. Benzetmede kusur olabilir ama Kürtlerin IŞİD’e karşı mücadelesi, Türklerin Kore Savaşı’na asker göndermesi gibi, Batı dünyasında ciddi bir algı dönüşümüne yol açtı. Hikâyenin sonunda, Soğuk Savaş’ın sosyalist Kürt gençleri ABD’nin müttefiki hâline geldi.
Bu tabloyu, Kürtler ile ABD arasında jeopolitiğin ürettiği bir yakınlaşma olarak da okumak mümkün. Nitekim Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından Kuzey Irak’ta ortaya çıkan Kürt yönetimi de ABD desteğiyle şekillendi. Mahabad’da 1946’da kurulan ve çok kısa süre yaşayan Kürt devleti (ki Mesud Barzani de bu dönemde Mahabad’da doğmuştur) bir kenara bırakılırsa, Kuzey Irak’taki otonom bölge Kürtlerin modern tarihte ulaştığı en üst düzey siyasi temsil olarak görülebilir. Ancak şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekir: Kürtlerin kimi çevreleri sevindiren, kimilerini ise rahatsız eden bu siyasi kazanımları, öncelikle kendi mücadelelerinin ürünüdür. Kürt hareketinin geldiği noktayı yalnızca ABD siyasetinin bir sonucu olarak okumak yanlış olur.
Bugün Suriye, böylesi “tuhaf” ittifakları anlamak için adeta bir ders kitabı niteliğinde. Şam’da Amerikan destekli radikal İslamcı Arap Sünniler var; kuzeyde ise Amerika’nın desteğiyle bölgeyi fiilen yöneten sosyalist Kürtler bulunuyor. Amerika’nın aynı anda hem radikal İslamcıların hem de sosyalistlerin ortak paydası hâline gelebildiğini gördüğümüz nadir örneklerden biri bu.
İdeoloji ve teorinin karmaşık söylemleri, günlük hayatı anlamamızı bazen engeller. Teorik olarak çelişkili görünen pek çok şey, somut sorunlar çözülürken öyle algılanmaz. Örneğin, medya ABD’nin Venezuela’ya müdahalesini eleştirirken, yıllardır ailesini göremeyen bir Venezuelalı genç için rejimin değişmesi önceliklidir. İnsanlar kendi hayatları söz konusu olduğunda teorik saflıklara pek takılmaz.
Siyasetin günlük, yani kısa vadeli ihtiyaçları açısından bakarsak, İsrail’e göre Kürtler (salt Türkiye karşıtlığında birleşmek dışında) pek çok açıdan fırsat sağlayan potansiyel bir müttefiktir. Bir kere Kürtler Arap değildir ve varoluşsal kavgasını Araplarla veren İsrail için bu önemlidir. Bir anlamda, Suriye’deki son gelişmeler, kökeni David Ben-Gurion dönemine dayanan “çevre doktrinini” yeniden canlandırabilir. Bu doktrine göre İsrail, İran devrimi öncesi Türkiye, Etiyopya ve İran gibi ülkelerle yakın geçinmeye dayanıyordu. Ancak İran devrimi ve sonrasında Etiyopya’nın zayıflaması ile doktrin fiilen anlamsız hâle geldi.
Burada yeni bir boyut ise Arap dünyasındaki “sekülerleşme” (ya da daha doğrusu dünyevileşme) dinamikleri. Libya, Suriye ve Irak gibi ülkelerde rejim değişikliği yaşandı. Kalan diğer petrol dayalı Arap ülkeleri ise “Körfezleşme” ile küresel kapitalizme eklendi. Bunu izleyen süreçte Suudi Arabistan ve pek çok başka yerde, gündelik hayat üzerinden güçlü bir dünyevileşme yaşanıyor. Türkiye’de pek fark edilmiyor ama bu sürecin önemli bir parçası da Erbil.
Bütün bu gelişmelerin tek kalemde olumsuz olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak bu dünyevileşme, İsrail karşıtı geleneksel Arap asabiyetini zayıflattı, hatta ortadan kaldırdı. Bu yeni kapitalist denkleme Kuzey Suriye katılırsa, her şey çok hızlı değişebilir. Burada Kürt siyasi elitlerin “seküler” olması potansiyel bir dinamik. Kürt sekülerizmi temel olarak onların sosyalist siyasi kimliğinden kaynaklanıyor. Ancak bu sosyalist dinamiğin, Suriye Kürtlerinin ABD ile son on yılda kurduğu ilişkiler nedeniyle, Amerikan veya İsrail karşıtı bir siyaset üreteceğinden endişe edilmiyor. Bu tartışmada altını özellikle çizmek istediğim nokta şudur: SDG’nin Suriye Ordusuna nasıl entegre olacağı kadar (belki ondan daha önemli olarak) Suriye Kürtlerinin küresel ekonomiye nasıl katılacağı da belirleyici olacaktır.
Bugünkü denge bozulur mu?
Uzun lafın kısası, İsrail ve Kürtler arasında siyasi yardımlaşma pekâlâ mümkündür. Ancak burada yaptığım tartışma, bugün elimizdeki denge içinde anlamlıdır. Bu denge köklü biçimde değişebilir. Yani bir yıl sonra, bambaşka koşullar ve yeni bir denge ile karşı karşıya olabiliriz; o zaman konuşacaklarımız da değişecektir.
Bugünkü dengenin sürüp sürmeyeceğini ise dört konu belirleyecektir:
Birincisi: Türkiye bir gün sabrının tükenmesi hâlinde Suriye’ye askerî müdahale ile girip, burada oluşan fiilî Kürt otonom bölgesini ortadan kaldırmayı deneyebilir mi? Yoksa bildiğimiz veya bilmediğimiz nedenlerle böyle bir ihtimal artık mümkün değil mi?
İkincisi: ABD’nin belirsizliği. Bugün ABD dış politikası değişken, öngörülmesi zor ve analizi neredeyse imkânsız bir durumda. Dolayısıyla “ABD Kürt meselesinde şöyle yapacak” türü hesaplamalar yanlış çıkabilir. Bu durum hem Kürtleri hem de Türkleri hayal kırıklığına uğratabilir.
Üçüncüsü: İsrail’in ABD üzerindeki etkisi. Belli ki İsrail, bu etkiyi Suriye sahasında kendi lehine kullanmak isteyecektir. Ancak bu arzunun ABD tarafından nasıl karşılık bulacağı net değildir. ABD’nin ilkesel olarak İsrail yanlısı olacağını kestirmek kolaydır, ama vereceği desteğin kapsamı ve şartlarını öngörmek kolay değildir.
Dördüncüsü: Kürt sorunu artık Türkiye’de hem Türkiye hem Suriye Kürtlerini kapsayacak şekilde konuşuluyor. Türkiye kamuoyu konunun ulusötesi niteliğini kabul etmiş durumda. Bu toplumsal açıdan önemli bir dönüşüm; ülke, bir konuyu ilk defa ulus-devlet bağlamı dışında tartışıyor. Ancak bu yaklaşım Suriye ve Türkiye Kürtlerini birbirinden ayrılmaz görüyor. Bu ayrılmazlığı sağlayan faktör Öcalanizm. Bunun Suriye Kürtleri için maliyeti ise, siyasi kazanımlarını Türkiye Kürtlerinin Ankara ile yaptığı müzakereye göre tanımlamak zorunda olmaları. Örneğin, bugün fiilen bir “orduları” olan Suriye Kürtlerine bunu lağvedin deniyor. Kritik soru, bu ilişki biçiminin uzun vadede sürdürülebilir olup olmadığıdır.
Yazarlar
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYastık altında 705 milyar dolar 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİIŞİD tehdidi SDG'yi kıymete bindirir mi? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇözüm Süreci milletin hakemliğinde yürür mü? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciGelir bozukluğunda görülmeyen iki ayrıntı 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanDindar nesil hikayemiz ya da sosyolojinin yeni haritaları 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAUmut Hakkı’nı Savunmak, Barışı Savunmaktır... 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURBizi esas ilgilendiren çarpık ilişkiler… 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKİsrail ve Kürtler: Mümkün mü? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.12.2025
7.12.2025
16.11.2025
8.11.2025
1.11.2025
26.10.2025
19.10.2025
14.10.2025
4.10.2025
14.09.2025