Halil BERKTAY
[4 Nisan 2020] İnternette bir yığın karikatür web sitesi var. Hepsi, 1970’ler ve 80’lerin Gırgır dergisinin türevi. Daha doğrusu, kötü taklitleri. Osmanlıdan Türkiye’ye uzanan kültür geleneğinde, bir, şiir hep varoldu, iki, mizah hep varoldu. Bunlar, köklü sanat dallarımız. Bir yandan Nedim ve Karacaoğlan’dan, diğer yandan Hoca Nasreddin’den güçlü damarlar sürüyor günümüze. Onun için şimdi bile iyi şiir yazılmaya ve (ister sözel, ister görsel) iyi espri oturtulmaya devam ediyor.
Tabii bu, kötüsü ve çok kötüsünün de olmadığı anlamına gelmiyor. Gırgır bir milâttı, çağ açan bir yayındı. Bir yandan, saygınlık ve resmiyeti alaşağı etti; sokağa çıkardı ve “avam halk”ın günlük hayatının içine daldırdı karikatürü. Beri yandan bu demokratikleşme, belirli bir vülgerleşme ve bayağılaşmayı da beraberinde getirdi. Magandalık ve özellikle cinsel küfür bizatihî komik sayılmaya başladı. Bir lümpen hümörü doğdu. Hoaahahaha hihihiiii.
Yukarıda solda gördüğünüz kare bunun tipi bir örneği. Köşede saklanan kediler üç noktalık sözcüklerle sövüyor insanlara, hay allah, bunlar neden ölmedi, neden hâlâ ortalıktalar diye (http://karikaturhunisi.blogspot.com/2012/07/insanlk-oldumu.html?m=1). Hem, kedilerin de müstehcen sözcüklerle konuşması dışında bir gülünçlüğü yok. Hem de kedilerin insanlara gizli bir düşmanlığının olduğunu (olması gerektiğini) varsayıyor, esprinin yürümesi için.
İlki seviye düşüklüğü. İkincisi cahilce. O kadar ki, biraz sokağa çıkıp etrafa bakınsa durumun tam tersi olduğunu görecek. Şahsen +65 sokağa çıkma yasağı kapsamındayım. Mevzuata saygılı bir yaşlı beyefendi olarak, üniversiteden en son galiba 19 Mart Perşembe akşamüstü döneli beri, 16 gündür uslu uslu oturuyorum evimde. Lâkin kızım Ada günde en az bir kere turlayıp geliyor Nişantaşı’nı. Nedeni, kediler. Biz çok kedici bir aileyiz. Dükkân, bar, kafe, restoran vb kapatma kararlarıyla birlikte hemen aklımıza eyvah, kediler ne olacak sorusu geldi. Sırf yiyecek içecekleri açısından değil; bir de muhtaç olduklarını bildiğimiz insanî temas gereği. Nitekim Ada bu şefkat gezilerine çıktığı andan itibaren, her adımda onlarca kedi sardı (sarıyor) etrafını. Dertleri illâ yemek de değil. Tek tük açık kalan işyerlerinin sahipleri, apartıman kapıcıları, park yeri valeleri, pasaj bekçileri, sair güvenlikçiler ilgileniyor zaten o kadarıyla (bazı zalim ve sadistlere karşın, yer yer şaşırtıcı derecede hayvansever bir toplumuz). Daha köşeyi döndüğünde farkedip canhıraş halde miyavlamaya başlayanlar: Neredeydin? Nerede kaldın? Çabuk ilgilen benimle! Karşı kaldırımdan deli gibi koşturup gelenler. Kendilerini dakikalarca okşatanlar. Yerdeki plastik kaplara döktüğü mamalar ile zerrece ilgilenmeksizin, ısrarla bacaklarına sürtünenler. Ve dün (3 Nisan), kestirmeden kızımın tepesine çıkmaya kalkan güzel siyah, yeşil gözlü bir tip (bkz yukarıda sağda) -- ağaç gibi tırmanıp beline kadar gelmiş ve zor aşağıya indirebilmiş. Meğer bugün de (4 Nisan), yakındaki merdivenin üstünden doğrudan omuzuna ve başına sıçramış.
.jpg)
Bu davranışlar yeni değil; binlerce yıllık bir tarih var ardında. Şimdilerde sosyal bilimlerde Batı-merkezcilikten veya Avrupa-merkezcilikten çok söz ediyoruz ya; çok daha genel ve yeni yeni el atmakta olduğumuz bir sorun, dünyaya cinsçi (speciecist) veya insan-merkezci bakışımız. Ya da insan-ve-doğa ilişkisine hegemonyacı, “hep bana”cı, 1-0’cı yaklaşımımız. Büyük tektanrıcı dinlerin hepsinde, evrenin merkezinde insan var. Hattâ öyle ki, insan dünyada yaşadığından, dünya da kozmosun merkezi olmalı. 16. yüzyıla kadar sürüyor bu inanç. Sonra sarsılıyor ama insanın doğaya hükmetmesi; binyıllar boyu doğa güçlerinin etkisi altındayken, gelecekte nihayet doğayı tamamen bilinçli ve bilimsel kontrolü altına alacak olması tasavvuru devam ediyor. Bu da bir yeryüzü cenneti vaadi; öyle bir vaat ki, Liberalizm ve Nasyonalizmin ötesinde, Marksizm tarafından da paylaşılıyor. Ve zaten yaşadığımız, belki sonumuzu getirecek büyük ekolojik felâketler de bu paradigmatik körlüğün ürünü. Son koronavirüs salgını biraz da böyle tek-yanlı bir “altın çağ”ın hiç gelmeyeceğini hatırlatıyor.
Sözünü ettiğim insan-merkezcilik (antropomorfizm), gerek prehistorya alanına ve gerekse hemen bitişiğindeki sosyal antropolojiye çok uzun süre damgasını vurdu. Bu çerçevede, etrafındaki bütün diğer varlıkları, bitki ve hayvanları hep insanın evcilleştirmiş olduğu varsayıldı. Birçoğu için doğruydu belki. Ama hepsi için değil. Bilimin keskin öncü kenarında ilerleyen araştırmalar, kedi ve köpeklere bakışımızı tamamen değiştirmekte. Anlaşılıyor ki her ikisini de insanlar (Homo sapiens) evcilleştirmemiş; tersine, âdetâ kendi kendilerini evcilleştirmişler, biri henüz toplayıcılık-ve-avcılık, diğeri tarım aşamasında. Kurtlar ile köpekler arasındaki genetik ayrışma, günümüzden 40,000 - 20,000 yıl önce meydana gelmiş. Evcilleşmenin başlangıcı ise yaklaşık 15,000 yıl önce. Nerede? Belki Doğu Asya, belki Orta Asya, belki Orta Doğu, belki Batı Avrupa. Kaç kere? 2016’da Oxford’dan bir ekip 5000 yaşındaki bir İrlanda köpeğinin genetik yapısını inceleyerek doğadaki köpeklerin iki defa evcilleşmiş olması gerektiğine hükmetti. Daha yakın zamanda, New York eyaletinin Stony Brook Üniversitesi’nden Dr Krishna Veeramah ve ekibi, Almanya’da bulunmuş 7000 ve 4700 yaşındaki iki Neolitik köpek iskeletinden hareketle, evcilleşmenin tek bir defa gerçekleştiği sonucuna vardı.
Bu ve benzeri ayrıntılardaki tartışmalar sürüyor. Fakat şu noktalarda konsensüs oluşmakta: (1) Doğada tek başına bir avcının, belki yaralı ele geçirdiği bir kurdu bakıp iyileştirerek kendine bağladığı ve evcilleştirdiği tahayyülünün yeri, gerçekten çocuk masalları veya filmleri (bkz Alpha). (2) Buna ilk bakışta biraz benzeyen, çok sayıda kurt yavrusunun ele geçirilip “pet” olarak beslenerek yetiştirildiği teorisinde ise şöyle bir sorun var: evet, olmuş olabilir, ama bunun için yerleşik hayat gerekli. Dolayısıyla tarım sonrası için belki, ama Neolitik Devrim öncesine ait evcilleşme ipuçlarının böyle açıklanması olanaksız. Geriye, “en sokulganların [insana en dostça yaklaşanların] hayatta kalıp çoğalması” (survival of the friendliest) yaklaşımı kalıyor. Buna göre, kurtlardan farklılaşan yaban köpeklerinin (hattâ belki kurtların?) bazılarında (herhalde genetik bir mutasyon sonucu) daha az saldırgan, tersten söylersek daha sokulgan davranış biçimleri ortaya çıktı. Avcı-toplayıcı kamplarına giderek daha fazla yaklaşan bu munis tipler, insan artıklarından beslenerek daha hızlı çoğaldı ve aynı zamanda insanların beden dillerini, yüz ifadelerini seslerini, el kol işaretlerini kapmaya başladı. İnsan (avcı-toplayıcı) toplulukları ile aralarında simbiyotik bir ilişki doğdu ve giderek yoğunlaştı. Bu tür köpek veya kurt popülasyonları kendi içlerinde üreyerek çok daha hızlı çoğaldıklarından, zamanla bütün bir evcil köpekler âlemi oluştu.
Kediler için de çok benzer bir yaklaşım söz konusu. Hâkim ilke gene “en sokulganların hayatta kalıp çoğalması” (survival of the friendliest). Ancak bu sefer avcılık-toplayıcılık değil tarım eşiği veya ortamı söz konusu. Tarım, ürün fazlalarının (buğday, arpa, yulaf vb tahıl tanelerinin) ambarlarda depolanmasına yol açıyor. Doğada varolmayan bu muazzam besin konsantrasyonlarına fare, sıçan ve sair zararlılar üşüşüyor. Bu yoğun kemirgen nüfusları da yaban kedilerini çekmeye başlıyor. Bugün 40 cins yaban kedisi mevcut. Bunların 31’i küçük kedi cinsleri. Günümüzden 8000 yıl kadar önce, Bereketli Hilâl bölgesindeki ilk sabit yerleşimlerin çevresinde dolanmaya başlıyorlar. Aralarında en sokulganları giderek yaklaşıyor ve köylerin içine giriyor; insanlara bir tür kendiliğinden “kemirgen devriyesi” hizmeti sunmaya başlıyor. Özellikle Afrika kökenli küçük yaban kedisi cinsleri, sosyalleşebilme ve evcilleşebilme özellikleri bakımından insanlara çok çekici geliyor. İÖ 1500 dolaylarından itibaren bütün Akdeniz âlemini ve giderek Eski Dünya’yı kaplıyor. Bundan sonra insanlar ister deniz ister kara yoluyla her göç ettiklerinde, gittikleri diyarlarda yeniden tarım yapacakları için, bilerek ve planlayarak “anti-kemirgen” kedi silâhlarını da birlikte götürmeye başlıyor.
Bir spekülatif detay da ben ekleyeyim, çağdaş bilimin bu çözümlemelerine. Köpeklerin daha çok insan (birey, efendi) bağımlısı, kedilerin ise daha çok yer (ev, mekân) bağımlısı olduğu, yaygın bir gözlem. Acaba bu, ne zaman ve nasıl evcilleştikleriyle ilgili olabilir mi? Köpekler açısından, avcılık-toplayıcılık koşullarında başlayan bir bağımlılık söz konusu. Kendilerini klanın gezginci av kampına, kamp ateşinin etrafına entegre ediyorlar ve dolayısıyla klan yer değiştirince onlar da yer değiştiriyor. Belki de “beni besleyen avcı-insanım nereye giderse ben de oraya giderim” alışkanlığı yerleşiyor. Kediler ise, yukarıda anlattığım gibi, Neolitik tarım koşullarında yerleşik köylere ve tahıl ambarlarına kapılanıyor. Belki de bu yüzden, kedilerin kayıtsız bağımsızlığı diye nitelediğimiz o “teşekkür ederim, sizi sevmiyor değilim ama ben burada, [= kuşlar-fareler neredeyse orada] kalayım” davranışı öne çıkıyor.
Olabilir de, olmayabilir de. Fakat her halükârda, kedilerin ve hele İstanbul kedilerinin biz insanlardan ölümüne nefret edip koronavirüsünün ipimizi çekmesini beklediğinden çok şüpheliyim doğrusu. Daha gerçekçi bir karikatürde, bomboş meydanlarda bekleşen kedilerin altında muhtemelen “Bütün insanlarımız nereye gitti?” yazardı. Where have all our humans gone?
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBİRİNCİ PARTİ KARASIZLAR... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanErdoğan siyaseten hata mı yaptı? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALAnton Çehov’un silahı gibi… 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan, DEM Parti, dağda kart kurttan Kürde 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMuhsin Batur’un utanıp anlatamadığından gururlananlar... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞHUKUKTAN UZAKLAŞAN NEYE TUTULUR? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTotalitarizmin meşrulaştırılması Müslümanların adalet tasavvurunu zedeledi 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBu kadar şirket kanunsuz iş yaparken ‘devlet’ neredeydi? 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTCMB'den gelen itiraf 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKendi yaptığınla muhalefeti suçlama yeteneği 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRVerilerle toplumsal sıkışma: Kredi limiti artık yaşamı belirliyor, halk borçlanarak hayatta kalıyor 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATOPLUMSAL BARIŞIN HUKUKSAL TEMELLERİ; DEMOKRATİK TOPLUMUN İNŞASI... 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024