Markar ESAYAN

Zor etmek
27.10.2013
2735

 Efendim, Yeni Şafak'a başlamadan önce pazar günlerine denk gelen eski köşemi 'hayata ve insana' dair yazılara ayırmıştım. Tırnak içinde yazdım, çünkü biliyorum ki -siyaset dahil- ne üzerine yazarsak yazalım, aslında hayata ve insana dairdir. Açıkçası siyaset yazmaktan hiçbir şikâyetim yok. Ancak hasbelkader edebiyatla da ilgileniyorum ve arada içimdeki o cenahı da beslemem gerektiğini hissediyorum. Çünkü söz, fikir, tıpkı ana rahmindeki bebe gibi, vaktini doldurdu mu, onu dışarı çıkarmak gerekir. Yoksa bünyeyi zehirler ve kendisi de ölür.

Şimdi, bundan sonra, bazen, söz ve yeri geldiğince böyle yazılar yazmaya döneyim diye düşündüm. Sizler de müsaade ederseniz tabii... Birlikte bir bakarız. Gittiği yere kadar götürürüz. Her pazar yazılmak zorunda da değil. Zor ve tansiyonu yüksek bir ülkede yaşıyoruz, malum. Gevşek bir akit yapalım; ama adı yine akit olsun, söz olsun. İçimizden geldiği gibi hasbıhal edelim. Bundan daha güzel bir şey yok hayatta.

Köşe yazarlığına 2001 yılında AGOS'ta başlamıştım. AGOS haftalık bir gazetedir ve haftada bir yazmak çoğuna için çocuk oyuncağı olabilir. Ama haftada bir de yazsanız, haftanın her günü de, edinmeniz gereken bir iç disiplin olması gerekir. Ve yazı yazmak hafifsenecek bir iş değildir.

Uzaya, vicdanlara kayıtlar bırakıyoruz. Her bir kelimenin hesabını vereceğiz. Buna konuşmalarımız da dahil şüphesiz.

İlk yazımdan beri edindiğim ve uyguladığım bir kural var. 'Asla zorla yazma'. Keyif almadığım bir yazıyı yazmıyorum. O gün boş geçsin, hiç önemli değil. Yazıya ve okuyuculara saygınızı kaybederseniz, akidi bozmuş olursunuz ve bunu herkes hemen fark eder. Güvenirliğinizi kaybedersiniz.

Ancak bu işi ciddiye almayı çok da abartmamak gerekir. Yoksa kendi sayfalarınızın tanrısı olursunuz ki, bu sanatçıların çok fazlaca düştüğü bir putperestlik türüdür. Andrey Tarkovski'nin dediği gibi, sanat içinde yakarış barındırmalıdır. Dua gibi icra edilmeli ve yaratış süreci tüm yaratılışların sahibine saygıyı içermelidir. Çoğu böyle düşünmez ama ben böyle düşünürüm. Bunun için kimseye açıklama yapmak zorunda değilim. Başka türlü düşünenleri yargılamıyorum çünkü.

Lucretius, 'Ölecek olmamıza rağmen, bu hayata mutlu olmaya geliyoruz' der. Ama mutlu olmak herhangi bir mesele değil. Çünkü çok kolay... O yüzden çok zor. Kolay olsaydı değerli olmazdı. Kolay olduğu için de, önce onu zor edip, ondan sonra elde etme hallerimiz var. Üstelik, bizler mutlu olacak her türlü donanıma sahibiz. Bu yüzden, hatalı bir 'eksik' duygusuna bağlıyoruz mutlu olma çabasını. Kolayı zor edebilmenin tek yolu bu.

Bankada bir sürü parası olup da, geçici bir hafıza kaybı geçiren kişinin dilenmesine benziyor bu durum. Bu nedenle de mutlu olmak için bir sürü yollara giriyoruz. Dünyada en çok satan kitapların 'kişisel gelişim' türü olması, new-age akımların bu kadar çok tutması, evrene her gün enerji gönderirken çocuğuna yarım saat vakit ayıramama halleri, kahve falları, komşu günleri, başka hayatları ölesiye merak etme, dedikoduya merakımız, magazin eklerini elimizden düşürmememiz bundan.

Keder... Mutlu olmak, kederli olmamanın ters hali olarak nitelenebilir. Huzurlu olmak, kendinden memnun olmak da eklenebilir buna. Ama hüzün başkadır. Keder cehennemlikse, hüzün cennetliktir. Dünyada çok fazla acı var ve buna sırtımızı dönersek insan olamayız. Sokrates, 'Kendini araştırmaya adanmamış bir hayat boşa harcanmıştır' der öldürülmeden hemen önce. Doğru... Ama bu süreci de fazla abartmamak gerekir. Sürekli kendini yontma halleri, kendini bulmanın yerine geçebilir çünkü. İnsan kendini aldatan da bir hayvandır. En büyük tuzakları başkalarına değil, kendisine kurar.

Çünkü, nasıl desem, sahtekârızdır çoğunlukla. Gerekçeleri yaratır, hayatın o gerekçeye göre şekillenmesini bekler, şekillendikten sonra buna 'kader' deriz. Çoğu şeyi öngörmüş, kararını vermişizdir aslında. Ama sorumluluğu yüklenmemek için farkında değilmişiz gibi davranırız. Çünkü insan çift mekanizmalı bir varlıktır. Hem kendisinin kovalayanı, hem tutanıdır. Bu nevrotik bir durumdur. İnsan çelişkili durumları sevmez. Çelişkiden kurtulmak için de Sokrates'in önerdiğini yapmak yerine, kendisine güvenli bir kader çizer. Ve buna harfi harfine uyar.

Yıllar evvel çalıştığımız cemiyette fakirler kolunu kurarken bir arkadaşım, 'Afrika'da milyonlarca insan açlıktan ölüyor. Bizim uğraştığımız işlere bak. Ne anlamı var ki bu yaptığımız küçük işin' demişti. Tabii ona, sahile vurmuş binlercesi arasında eline aldığı bir denizyıldızını denize geri atan adamın hikâyesini anlatmadım. 'Haklısın. O zaman sen Afrika'ya git, biz de bu küçük işi yapalım' dedim.

Hayat kısa, faydasız konuşmalar can sıkıcıdır ve kaçınmak gerekir.

İyi pazarlar...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar