Markar ESAYAN
İnsan, genellikle içinde doğduğu ve yaşadığı düzeni, 'doğal düzen' olarak kabul eder. Bu durum, birkaç pazardır yazdığım konu 'geçmişin şimdiki zamandan daha iyi olduğunun kabulü' ile akraba bir ezber olsa gerek.
Yani kentimiz, ülkemiz bundan başka türlü inşa edilemez, içinde dolaştığımız sokaklar bundan başka türlü olamazmış gibi gelir bize. Onların bir tarihte atalarımızın elleriyle inşa edildiğini, ondan önce de, daha önceki halkanın atalarına ait yıkıntıların var olduğunu, hatta bir zamanlar, bu dünya üzerinde gerçekliği zorlayan boyutlarıyla dinozorların yaşadığını pek hatırlamayız.
İçinde yaşadığımız sokak sanki dünya kurulduğundan beri oradadır. Hayatımız, çevremiz sonsuzdan gelip sonsuza akar gibidir.
'Merak ve şaşırma' duygusu, bu eğilime teslim olduğumuz sürece bizi yavaşça terk eder. Oysa bu yetenekler, duyu organlarımız kadar hayati duygu-akıl hareketleridir. Değişime duyarlı olmamız, bu yetenekler sayesindedir. Akıl yürütmelerimizi, kararlarımızı, ilişkilerimizi, işlerimizi, itibarımızı, geleceğimizi korumanın yegâne yolu, her an değişen hayatın bir parçası olmak, değişimi fark etmek ve ona uyum göstermektir.
Leibniz, 'Evrenin, mümkün olan evrenlerin en mükemmeli' olduğunu söyler ve her şeyin boyutunun aynı anda iki kat büyümesi halinde kimsenin bu değişimi fark edemeyeceğini iddia ederdi. Buna ben de katılıyorum.
Ama Leibniz'in söylediği bizim yarattıklarımızı ima etmiyor tabii.
Ve ölüm… Farkındaysanız, ölümlü olmaya dirençli bir yapımız var. Öleceğini bilmek insanın en büyük trajedisi. Sanki bir zamanlar ölümsüzmüşüz de, bir aksaklık olmuş, bu hal elimizden alınmış, bu bilginin tortusu da bilinçdışımızın zemininde kalmış gibi. Bir ses sanki 'Sen ölümsüzdün, ne oldu sana böyle' diye sesleniyor sürekli. Sanat, mimari, iktidar, uygarlık yaratma, soy sürdürme gibi birçok engellenemez dürtümüz, ölümü aşmaya yönelik.
Nitekim, Allah'a inanmayanlar bile, kendi ölümlerinden sonrasını çok önemsiyorlar. Daha iyi bir dünya yaratmak için uğraşıyorlar. Kitaplar yazıyor, vakıflar kuruyor, müze inşa ediyor, eserler bırakıyorlar.
Mumyalara bakarken, onları gerçeküstü ve dışarlıklı gördüğümüzü akıllarına bile getirmeden…
Peki ya insanlara güvenilir bir bilgi ulaşsa ve kendi ölümleri ile dünyadaki hayatın da sona ereceği söylenseydi?
Muhtemelen çoğu insan için, inanan inanmayan fark etmeden, hayatın sürekliliğinin kesiliyor olması, bütün motivasyonlarını kaybetmelerine yol açardı. Demek ki, aslında herkes öyle veya böyle ölümden sonra hayata inanıyor. Kimisi 'öteki dünyaya', kimisi de kendisinden sonra bu dünyada başkalarının yaşamaya devam edeceğine… Ama ölümden sonra hayat var herkes için de, en nihayetinde.
Dolayısıyla işimiz biraz zor. Aynı anda, hem ölümlü, hem de ölümsüz olma durumunu içimizde uzlaştırmamız lazım. Sürekli şaşırarak yaşayamayız, sürekli hiç ölmeyecekmişiz gibi uyuşarak da… Bence bu çelişki, insanı diri tutuyor. Eğer Allah'a inanmasam veya benden sonra dünyanın sona ereceğini düşünsem, ayaklarımı hangi zemine koyabilirdim ki? İyi olmanın anlamı, zorunluluk gerektirmeksizin ona adansak bile, kifayetsizliğimiz ile sınırlı kalır, bu sınırlılık hali, gittikçe insanı içine çökertirdi.
İçinde yaşadığımız kentleri biz yaptık. Çünkü orada sadece bizler değil, çocuklarımız da yaşayacaktı. Kalıcı olmalarını varsaymanın da bir garip tarafı yok. Çünkü kalıcı olduklarını bilmeye ihtiyacımız var.
Muhtemelen üç sene önce de o güzelim kentlerin sokaklarında dolaşan Suriyeli dostlarımız da böyle düşünüyordu. Ama şimdi Suriye diye bir ülke yok. Halep bir moloz yığınına döndü. Ve muhtemelen, sokakları tanınmaz hale gelen insanlar, dünyanın sonunun geldiğini düşündüler. Ama gelmedi. Yine muhtemelen ve umarım belki üç sene sonra yepyeni bir Halep şehri boy gösterecek. Orada doğan çocuklar 'İşte bu benim kentim' diyecekler ve hayat devam edecek.
Eğer, bizim ve doğanın hayat ritmi şu anki oranına sahip olmasaydı, çevremiz bizden çok daha hızlı değişseydi, ne olurdu hiç düşündünüz mü? Mesela bir ağaç, diktikten birkaç gün sonra 20 yıllık boyutuna erişse, bir saatte gece ve gündüz olsa, eve yaptırdığımız badana bir haftada on yıllık hale gelse, ama biz normal ritmimizde yaşlansaydık.
Tarkovski'nin Stalker filminde olduğu gibi, çevremiz gözlemleyebileceğimiz hızda sürekli değişiyor olsaydı.
Yaşayamazdık, dengeli olamaz, hiçbir yere kök salamazdık.
Aslında, tam tersi için de aynı durum geçerli. Zamanın durduğunu, hiçbir şeyin değişmediğini farz ettiğimiz bir hayat da öyledir.
Bizim hem devamlılığa, hem kök salmaya ihtiyacımız var. Bu bir çelişki gibi görünse de, değil. İkisi birbirini dışlar, hiçler gibi, ama o da değil. Çünkü bizler, verili şartlarda, ancak değişerek kök salabiliriz. Kök salma ihtiyacımız olmaz ise de değişemeyiz. Bütün enerjimiz bu ilişkiden kaynaklanıyor.
Yanılıyor olabilirim ama, dünyayı yaşanabilir kılanlar, bu iki duygunun uyumunu keşfedenler oluyor. Yaşanmaz kılanlar da ikisinden birini mutlak sananlar.
İşte bunlar hep metafizik…
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.05.2019
2.05.2019
24.04.2019
21.04.2019
18.04.2019
16.04.2019
13.04.2019
10.04.2019
3.02.2019
28.03.2019