Markar ESAYAN

Otoriterlik ne yana düşer usta
9.03.2014
2246

 Otoriterleşme konusunda Başbakan Erdoğan'a yönelen kampanyanın esas temelinin 'yansıtma' ve özünde eleştiri değil, rövanş eğilimi üzerine oturduğunu düşünüyorum. Keşke iktidar daha nitelikli, objektif ve derinlikli bir eleştiriye maruz kalsaydı. Ne yazık ki, son dönemde yeni uç vermekte olan 'öteki'yle ve 'kendi aramızda' konuşma alanlarına mayınlar döşendi. Haliyle, eleştiri hiç olmadığı kadar zarar görüyor. 'Eleştiri'ye ulaşmak için önce mayınlı araziyi temizleme ihtiyacı hissediyorsunuz. Ama ortada kirli bir savaş var ve savaşta mayınlar temizlenmez, döşenir.

Yine de bu eğilimden korunmak ve ısrarla neler olduğunu anlama çabasına devam etmek lazım.

Türkiye'deki laikler ve solcular esas itibarıyla Kemalisttir. Buna solcu kökenli olup bir ara

-80 sonrası ve SSCB'nin yıkılışı ile- demokrat eğilim gösteren aydın kesimleri de dahil. Etyen Mahçupyan'ın tesbitiyle*, solcular solcu olmadan önce laik olunması gerektiğini düşünüyorlar. Türkiye'yi ilgilendiren kritik yol ayrımlarında Kemalistler ile aynı yere kolaylıkla yerleşebiliyorlar bu nedenle.

'Emperyalizme karşı omuz omuza' olmakta bir sorun yok, ancak mesela başörtüsü, şiddet, müzakereci çözüm, sivil siyaset konusunda nasıl 'solculuk' yapılacağını pek bilmiyorlar. Bu nedenle ulusalcılık yapıp, solculuk diye pazarlamak meşru. Eğilimleri otoriter laiklik ve kendilerini aşma noktasında bile gelebildikleri yer başörtüsünde 'hizmet alan-hizmet veren ayrımı' noktası oldu. Kadınlar kamusal alanda hizmet alırken başörtüsü takabilir, hizmet verirken takamazdı. Kamusal alan tanımları, pozitivist modernizm ve laik bir otoritenin bu alanı 'temiz' tutması şeklindeydi. Bu çelişki üzerinde maalesef derinleşemediler.

Şüphesiz böyle düşünmeyen solcular ve laikler de vardı. Trajik biçimde, Türkiye değiştikçe katılımlar otoriter laik mahalleden demokrat mahalleye olacağına, tam tersi oldu. Çünkü dindarlar kamusal alanı ve kamusal siyaseti daha derinlikli tanımlamaya, alanı belirleyen yeni 'otorite' olmaya başlamıştı. İnisiyatifin laiklerin elinden dindarların eline kayması ciddi bir endişe ve otorite kaybını ima etti. Otoriterleşme suçlamasının altında esas olarak, otoritenin kaybedilmesi öfkesinin yansıması vardı.

Kamusal alanı ve siyaseti derleyen, düzenleyen, karar alan ve uygulayan otorite kim olacaktı? Dar zihin yapıları nedeniyle inisiyatif gittikçe Erdoğan'dan yana toplandı. Erdoğan'la girdikleri 'kişilik' savaşları, tabii ki kişisel değildi. Demokratlaşma konusunda 'kılavuzluk' yeteneğini kaybetmeleri, ortaklığı bitiren asıl etkendi. Bu aczlerini Erdoğan'ın hatalarını cilalayarak kamufle etmek istediler. Çünkü Erdoğan, otoriter laiklerin tanımlı dünyasından çıkmış, yol arkadaşlığının vesayete dönüşmesini kabul etmemişti. Ve evet, bunu ataerkillik ve demokratlık arasındaki bir sarkaç dairesinde ve bazen vura kıra yapıyordu.

Etyen Mahçupyan ta 2007'de şöyle demişti: 'Mesela İslami kesimden gelen demokratların üreteceği ideolojiler hem ataerkilliği hem de demokratlığı içerecektir.'

Aynen böyle de oldu. Erdoğan ve dindar taban ataerkil yapılarına demokratlığı eklemleyerek ilerledi. Bunu bazen bilinçli, bazen yolda karşılaştıkları zorlukları deneyimleyerek, bazen mecbur kalarak ve hatalarla yaptı. Ama bu sadece hoş bir kazaya uğramak gibi de değildi. Olan şeylerin ve kendi üzerlerine düşündüler. Geldiğimiz noktada yine Mahçupyan'nın yazdığı gibi, otoriter laikler sandıktan kaçar, ataerkil dindarlar ise seçime bir an evvel varmayı ister halde buldular kendilerini. Hangisi daha demokratça sorusunun cevabı ortada.

Her birimiz için olduğu kadar, Erdoğan için ataerkil tesbiti yapılabilir, ama otoriterleşme daha çok laik mahalleye dair bir kod. Nitekim bu kesimler kamusal alandaki otoritelerini kaybettikçe içlerine kapanıyor ve hala bir güce sahip oldukları için de saldırganlaşıyorlar. (EM.) 1940'larda yaşamadığımız için algıyı yönetmek zorundalar. Bu nedenle, Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan'dan bile daha eforik yazılar yazarak, olumsuz içgüdüleri tahrik etme noktasında birleşiyorlar. Her tartışma, her sorun, Erdoğan'a zarar verme noktasında araçsallaşıyor, bu şekilde Erdoğan'a sürekli olarak meşruiyet ve güç taşıyorlar. Gerçek eleştiri ise başka baharlara kalıyor.

Bu noktada ciddi bir ahlaki zaaf içindeler. Yaşananın açık bir darbe olduğunu bildikleri halde, bu fırsatın otoriteyi tekrar kendilerine geri getireceğini hesaplayarak 'yoldan çıktılar.' Şükrü Elekdağ'ın bile gerisinde kaldılar. Topluma anlamlı bir şey söyleyemediklerinin, ikna edici olmadıklarının farkındalar. Bu nedenle ithamlarla, oportünizmle dar bir ergenler topluluğuna kendilerince 'şık' hareketler yapıyorlar. Mustafa Sarıgül'e destek bildirisi yayımlamanın eşiğindeler.

Erdoğan'a ataerkillik ithamı pek ala yapılabilir ve bu coğrafya için malumun ilanı olur. Ama bir diğer malumun ilanı ise, bu kesimin dindarlar üzerindeki otorite kaybını daha da otoriterleşerek hatta darbe güzellemeleri ile gidermeye çalıştıklarıdır.

*Etyen Mahçupyan, 'Bir Demokratın Gündemi', Söyleşi: M. Ferda Balancar, Hayy Yayınevi, 2007 İstanbul.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar