Markar ESAYAN

Çatışma yüzyılının çocukları...
7.04.2014
2284

 Kökü Batılılaşma tarihi kadar uzun, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nda derin travmalarla beslenen bir çatışmanın içinden geliyoruz. Denebilir ki çatışma yüzyılının çocuklarıyız hepimiz. Sürekli tehdit altında yaşadık. Can ve ruh kayıpları verdik ve veriyoruz. Tabii ki kimse bu durumdan memnun olamaz. Memnun olmayanlar bir şeyler yapma gerekliliği duygusunun içine düşüyor ve mücadeleye katılıyor. Ancak bu mücadelenin kendisi de o kadar zorlu ve ayartıcı ki, yıpranma, bir şeyler yapıldığı oranda artıyor.

Bu fasit daireden nasıl çıkılabilir? Çıkılabilir mi?

Tabii ki... Yoksa insanlık tarih boyunca defalarca geldiği o uçurumların kenarından aşağı düşer insan yapımı bir kıyametin kurbanı olurdu. Aklıselimle davranmak, eninde sonunda, kendisini çıldıran insanlığa dayatıyor. İkinci Dünya Savaşı'nı hatırlayın... 1944'te kıta Avrupa'sında yaşayan sıradan bir insan, tarihin sonunun geldiğini düşünebilirdi. Zweig ve çoğu gibi bu ümitsizlikle hayatına son da verebilirdi. Ama çok değil, birkaç yıl sonra Avrupa refah toplumuna geçecek, sosyal demokrasi -Tamam, Doğu'nun kaynakları ile- bir otuz yıl tahttan inmeyecekti. 1960'larda gençliğini yaşayan bir Avrupalı dostum, 'Hak etmediğimiz kadar aşkın bir refah toplumunun üyesi olma şansına sahip olduk' diyordu. Biraz kıskandığımı ve öfkelendiğimi itiraf etmeliyim. Çünkü bu sahte cennetler, dünyanın öteki taraflarında gerçek cehennemler yaratıyordu.

Refah ve adalet dünya geneline dağıtılmadığı müddetçe bu geçici durumun garantisi yok. 2008 ekonomik krizi bunun bir örneği. Doğu kalkındıkça Batı bunalıma düşüyor. Çünkü Batı'nın refahı, Doğu'nun sömürülmesine bağlı. 'Sorun' şu ki, artık Doğu sömürülmeye engel olabiliyor. Kalkınmasını Batı'dan daha bağımsız biçimde sürdürebiliyor ve yatırımları kendi ülkesine çekebiliyor. Amerikan Merkez Bankası bunu önlemek için borçlanma oranlarını aşağı çekmeye çalışıyor ama bu o kadar da kolay değil. Çünkü ABD dünyanın en borçlu ülkesi. Eş zamanlı olarak da kalkınan ülkeler garip olaylara sahne oluyor. Brezilya ve Türkiye aynı günlerde karışıyor. Ukrayna'da yapılan manipülasyon geri tepiyor ve Batı duvara tosluyor.

Sorun yeniden tanımlanmalı, denklem yeniden kurulmalı...

Gezi ve 17-25 Darbe girişimi küresel mücadeleden hiç de bağımsız değil. NSA Küba'da bir darbe için Twitter benzeri bir sosyal ağ kuruyor ama eline yüzüne bulaştırıyor. Türkiye Twitter'ı engelleyerek 'Zamanlar değişti, bana saygı duy' mesajı gönderiyor. Hem Gezi, hem 17-25 ve hem de şu Twitter olayında Batı 'Türkiye'yi anlamıyor.' ABD ve AB için Türkiye'yi anlamamak gibi bir durum söz konusu değil. WikiLeaks belgelerinden, ABD'nin Gülen cemaatini bizden yıllar önce çözdüğünü görüyorsunuz. Burada sorun, Batı'nın kendini merkez alan ekonomi paradigmasından vazgeçmemesi ve dünyayı paylaşmayı değil, yönetmeyi seçmesi. İşin kuramsal tarafında ise liberal demokrasilerin gelir ve hakların dağıtımında tık nefes kalması söz konusu.

Batı, kendi demokrasi değerlerini Türkiye, Mısır gibi ülkelerdeki çıkarları için araçsallaştırarak aslında kendi kendini güçsüzleştiriyor.

Türkiye için de son 12 yılın anlamı ülkenin 250 yıldır içinde debelendiği tarihsel kapanı kırmaya dönük hamlelerini ima ediyor. Tarihsel kapanın anlamı üretim gücünü yitirmek, ithalata ve dış borca mahkûm hale gelmek ve bağımsızlığını yitirmektir. Bağımsızlığını yitiren bir ülke kendi kararlarını veremez. Mesela Kürt sorununu çözmeye çalışır ama çözme iradesini gösteren liderler ya darbeye uğrar, ya da şüpheli bir ölüme kurban gider. Ülke sürekli aynı sorunların içinde debelenir ve toplumsal barışı 'yıpranır.'

Türkiye Erdoğan liderliğinde tarihsel kapanı kırmak üzere önemli bir momentum yakaladı. Erdoğan çizilen sınırları aştı ve kendisine ceza kesildi. Bu kritik hamleler, 20. Yüzyıl reel politiğinin altını oyma anlamını taşıyordu ve bu tesbit doğruydu. Ortadoğu halklarının Türkiye'yi dikkatle izlemeleri boşuna değil. Çünkü bu kapanın Türkiye gibi Müslüman (öteki) bir ülke tarafından kırılması, Batı'nın Doğu ile farklı bir ilişki kurmak zorunda kalmasına yol açacak. Bu yeni ilişki biçimi, Filistin sorununun çözümünden, Afrika'nın kara talihini yenmesine doğru bir hattı ortaya çıkaracak.

O nedenle, Türkiye'nin ve Erdoğan'ın sorumluluğu büyük... Türkiye'nin tarihsel kapanı kırması, Doğu'nun Batı'dan rövanş alması gibi dar bir zihniyetin içinde heba olmamalı. Batı'ya, hem başarılı olarak, hem de bu dünyanın daha eşit bir şekilde yaşanabilecek bir yer haline getirilmesinin şart olduğu anlatılarak gidilmeli. Çünkü orada da bu durumdan memnun olmayan, kendi devletlerini eleştiren ciddi bir duyarlılık var. Kaldı ki Batı'nın ürettiği değerler, artık bizim de değerlerimizdir ve mücadele adına bunları reddetmek kompleksi ima eder.

Bunu keşke içerideki Batıcılar da görebilse ve artık koloni valisi gibi davranmaya bir son verseler. Ancak içlerine düştükleri zihinsel ve ahlaki darlık, modern ötesini tahayyül edememeleri, demokratlığı keşfedememeleri buna engel.

Bu nedenle, formül, Kemalistlerin veya sömürgecilerin yaptığı hatalara düşmemek, demokratlığa sarılmak, ama mücadeleyi de keskin bir biçimde vermeye devam etmektir. Ortaya akıl koymak, bunu vicdanla birleştirmek ve çok çalışmak... Sadece Türkiye, sadece Müslümanlar için değil, tüm dünya mazlumları için sorumluluk duyabilmek.

Yıpranmadan mücadele vermenin formülü de halis niyet ve güdülerle hareket etmektir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar