Markar ESAYAN

İyi çay demlemenin sırları…
7.02.2017
970

 Gerçekten de ülkemiz aydınının iki yüz yıla yakındır önce Batılılaşma, sonra çağdaşlaşmanın sancılarını ve bunalımlarını atlatıp, özgün bir etik çerçeve, özgün bir kimlik üretememiş olması önemli bir bilgidir. Bu konuya hayatını vakfetmiş Cemil Meriç gibi düşünürler çıkmamış değildi. Ama zamansız açmış bir çiçek gibiydiler. Belki bugün onları daha iyi anlıyor oluşumuz zamanının gelmiş olmasındandır.

Kaba bir değerlendirme ile, sol taraftan gelen aydınlar bilgi ve esetiği daha çok sahiplenmiş, ama milletle bağ kurmak konusunda sıkıntı yaşamışlardı. Hatta zamanla millet ile bu uzaklık bir tür kimlik haline gelmişti. Sağ’da ise üretim daha sınırlı ama milletle bağ daha güçlü oldu. Batı medeniyetinin etkisi karşısında muğlak tutum genel sorundu. Bir nefret-aşk ilişkisi içinde, taklide, yüzeyselliğe, popülizme, bilimsel/sanatsal kısırlığa veya reddedişe matuf bir sıkıntıyı her tarafta gözlemlemek mümkündü.

Dolayısıyla, bugün sıkça gündemimizde olan “kutuplaşma” meselesi hep vardı. Osmanlı Batılılılaşma ufkuna yelken açarken, dışarılıklı bir “hakikati” sahiplenmenin tüm sıkıntılarını yaşamış bir toplumuz. Bu sıkıntılar, bizler dönüşürken imparatorluğu yitirmenin travmasıyla daha da nörotik hal almıştı. Artık ne Batılı ne de Doğuluyduk. Bunun aslında önemli bir değer olduğunu anlamaktan uzaktık ve daha çok komplekslerini yaşıyorduk.

Orhan Pamuk’un “Altı yıl uğraşıp roman yazıyorsun, sordukları ilk soru Erdoğan oluyor” isyanı bunun itirafından farklı bir şey değil. Altı yıllık bir romanı, bir milletin onlarca yıllık yürüyüşünün üzerinde konumlamak için koca bir hayatı yanlış yerde harcamak gerekir. Ancak dünden farklı olarak bu sözler bir hayranlık değil, bir tür acıma hissi uyandıracaktır.

Öte yandan, Türkiye kabuğundan sıyrılır, çok önemli değişimler yaşarken, arzulanan düşünce/sanat üretimini de göremiyoruz. Bunu da Erdoğan yapacak değil. Orhan Pamuk neslinden bunu beklemek abes. Çünkü o dönem kendini tamamladı ve sahneyi terk ediyor.

Her şey kavurucu bir siyasi mücadelenin yoğunluğunda akıp gidiyor hissi var. Bunca önemli şeyler yaşanırken, akademinin, sosyal bilimlerin, sanatsal üretimin cıvıl cıvıl olması gerekir gibi geliyor. Taşra üniversitelerinin nicelik şartlarına kavuşurken, nitelikte istenen seviyeden uzak oldukları göze çarpıyor. Sol’un hakim olduğu üniversiteler ise nostaljik bir fanus seviyesine inmiş vaziyette.

Lakin her şeyin bir demlenme süresi vardır.

Bununla birlikte, niteliğin ortaya çıkması için nicelik şartlarının tabana indirilmesinin önemini ıskalamamak gerekir. Yani son 15 yılda yapılanların bundan sonrası için önemi büyük. Dünya bir kültürel döngüyü tamamlarken, ihtiyaç hissedilen yeni’nin ortaya çıkması birden olmayacaktır. Toplumların hayatında da 15, 25, 50 seneler bir an gibidir. Sabırsızlığımızın durumu açıklamak için yeterli unsur olmadığı ortadadır.

Kültür denen şey, içinde yaşadığımız ekosistemin tamamıdır. Bu ekosistem ne kadar yüksek kalitede ve erişilebilir ise, o kadar evrenselleşme istidadı gösterir. Bunu da devlet veya liderler yapamaz. Esasen yapmaya da çalışmamalıdır. Bu toplumun görevidir ve sakınmak gereken şey, mühendislik ve tepeden inme iddialı projelerdir.

İdeolojiler çağı boşuna bitmedi. Siyasetin görevi, deneme şanslarını tabana indirmek, toplumun önünü açmaktır artık. Toplumun yapacağı şeyi toplum yapmalı, devlet de, siyaset de, aydın da buna sadece asistanlık etmelidir.

Yeni olgu budur.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar