Markar ESAYAN
Demokrasi tarihini çevreden merkeze doğru uzun bir yürüyüş olarak da tanımlamak mümkün. “Merkez” iktidarı, “çevre” ise halk kitlelerini temsil ediyor. Merkezdeki iktidar da, çevredeki halk kitleleri de yekpare değil, kendi içlerinde menfaat ilişkileri ve buna bağlı ideolojik, sınıfsal çeşitlilik içerisinde. Durumu daha da karmaşıklaştıran ise, merkez ve çevrenin birbirleriyle de ilişki içinde olması. Çatışma veya son yılların moda tabiriyle kutuplaşma denen şey bu esnada meydana gelen bir şey. Türkiye’de 2000’li yıllarla dinamikleşen, artık önü darbelerle kesilemeyen çevrenin merkeze yürüyüşü ile bu ilişkiler daha da karmaşık hale geldi ve kutuplaşma denen olgunun altını daha da çizdiği görüldü. Kutuplaşmaya, daha çok merkezle iktidar ve menfaat paylaşan statükocu kesimlerin olumsuz anlam yüklemesi aslında bu imtiyaz kaybı hissinden kaynaklanmakta.
Hâlbuki çatışma ve kutuplaşma dediğiniz şey, dinamik ve sağlıklı bir toplumda mutlaka olması gereken bir mevhum. Bu bir pazarlık, diyalog ve muhabbet süreci. Ülkenin nasıl yönetileceği, kaynakların nasıl paylaştırılacağı, bunlar yapılırken yöntemin nasıl tayin edileceği, tüm toplumsal kesimlerin üzerinde hak ve söz sahibi olmak istediği üretken bir durum. Sorun, demokrasinin anlamı olan bu mücadelenin hangi düzlemde yürütüldüğü... Merkezdeki konumunu korumak isteyen ulusalcı-statükocu kesimlerin bu yolda darbeleri bir yöntem olarak görmesi, vesayeti artık tarihe havale edecek demokratik reformları ise kendi varlıklarına bir saldırı olarak algılaması, parlamentodaki temsilcileri CHP’nin buna uygun bir strateji benimsemesi, eksik özne hatta nesne olmalarına yol açtı. Bu ise tam da bu kesimlerin zararına bir siyasetsizliği ima ediyor. Bu siyasetsizlik CHP tabanının bu önemli döneme neredeyse hiç damga vuramamasına yol açtı. Bu ise CHP’ye oy verenlerin eksik temsiliyetten doğan huzursuzluklarını arttırdığı gibi, AK Parti’de gittikçe artan özgüvene ters orantılı bir biçimde kompleks ve buna bağlı olarak öfkeyi arttırmakta.
Hâlbuki bu ülkede kalabalık bir CHP seçmeni var ve onların da herkes gibi bu ülkenin değişiminde, dönüşümünde söz söyleme, etkide bulunma hakkı olduğu kadar ciddi anlamda katkıları da olmalı. Lakin bunun eksik kaldığını, PKK ve Kürt konusunda bu eksikliğin ciddi anlamda faturasının ülkece ödendiğini görüyorsunuz. AK Parti, Kürt, PKK ve anayasa konusunda Meclis’i çalıştıramadığı ve sorumluluğu dağıtamadığı için hem risk almaktan çekiniyor, hem de keyfiliğe savruluyor. AK Parti ilkesel değil, konjonktürel bir demokratlık sergilediği için, tehdit altında olmadığı veya siyasi fayda riskleri bastırmadığı müddetçe reform yapma arzusu hissetmiyor. MİT-Yargı kriziyle Oslo sürecinin Erdoğan’ı Yüce Divan’a dahi götürebileceği ortaya çıkmışken, kısaca izahını yaptığım siyasetteki bu eksik rol dağılımının AK Parti’nin sırtına nasıl bir yük koyduğunu da teslim etmek gerekir. Ak Parti’ye istediğimiz kadar kızalım, ama diğer siyasi aktörler rolünü doğru biçimde oynamaz, sorumluluk almazken bu tablonun sadece bu partinin tercihleriyle istikrar kazanmasını bekleyemezsiniz.
Halkı kutsallaştıran yaklaşım bana göre olmadığı gibi, toplum mühendislikleri ile halkı küçümseyen ideolojilere de kutuplar kadar uzağım. Halkın, yaşamın içinde ve her türlü değişimin etkilerini menfi müspet kendi teninde hissediyor olması ile, en doğru siyasete yakın durma sağduyusuna sahip olduğuna inanırım. Osman Can ve Mümtaz’er Türköne ile reformların limiti üzerinden yaptığımız tartışmanın da özünü bu konu oluşturuyor. Tesbitim, AK Parti’nin siyaseten ilk döneminde seçmenlerini arkasından sürüklediği, son dönemde ise seçmenlerinin reform taleplerinin arkasında kaldığıdır. AK Parti’nin neden durduğunu izah etmeye çalıştım.
Ama hâlâ ortaya çıkan reformlardaki patinaj sorununun nasıl aşılacağı ile ilgili paradoks çözülebilmiş değil. Cumhuriyet, Tandoğan veya Hocalı mitinglerinde alanları dolduran da bu halk sonuçta. Erdoğan’ın kişisel karizması, halkta bulduğu derin kabul ve kişisel kefaletiyle, Apo’yla görüşmeyi veya onu asmayı, Ermeni açılımını veya Hocalı mitingindeki ırkçılığı aynı anda destekleyecek bir kitle psikolojisi yaratma gücünü nereye koyacağımızı, bunun limit ve Osman Can’ın tercihiyle kapasite kavramlarıyla ilişkisini merak etmeli miyiz? Erdoğan’ın halk üzerindeki bu dönüştürme gücünün kendisi, halk adına bir şeyler söylüyor mu bize? Ya da halkın kötünün iyisini tercih eden bir hikmetle mi bunu yaptığını tesbit edeceğiz? Siyasetin patinajı ile halkın ehvenişeri tercih etmesiyle yaşanan tıkanmanın bir çaresi olabilir mi?
Mesela, çokça duyulan bir tesbit olarak, “Türkiye siyaseti ve bu halk Avrupa Birliği gibi dinamolar olmadığı zaman özgün reform ateşini üretemiyor” tesbitini artık çöpe atarken, –ki buna gönülden razıyım– terazinin diğer kefesine neleri koyarsak anlamlı olur?
Milliyetçilik, Türk-İslam Sentezi ve mukaddesatçılık değil herhalde. Çünkü onlar öteki kefede...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.05.2019
2.05.2019
24.04.2019
21.04.2019
18.04.2019
16.04.2019
13.04.2019
10.04.2019
3.02.2019
28.03.2019