Şeyhmus DİKEN

Barışı dilerken
6.09.2025
19
Bir musibettir savaş, dünyaya bir çağrı olarak her daim ünlenilen bin nasihatin karşısına dikilen kötülüğün musibetin dilidir savaş.

Konstantin Kavafis’in Barbarları Beklerken şiirinin bir kaç dizesi iyi bir girizgahtır; diyordu şiirin ustası:

“Nedir bu beklenmedik şaşkınlık,

bu kargaşa?

nasıl da asıldı yüzü herkesin!

neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün…”

Dünyanın her bir yanında Eylül ayının ilk günü barış konuşulur, barış eylemlilikleri yapılır, barışa dair yürüyüşler gündemi tutar ya! İşte, barışa dair biraz da hülyalı yakarışın aslında karşıtı olan savaştan, savaşın o barbar hallerinden söz etmeli sanki!

Irkçılık, cinsiyetçilik, nefret söylemi / dili savaşın, savaşların olmazsa olmazı değil mi? Bir nevi barbarlık yani! Fiili savaş hâli yaşanmıyor olsa da toplumu bir nevi terbiye etme, hizaya getirme hâlinin diğer adı, olası savaşı dillendirme.

İşte bunun aslında somut tezahürü “dil”, hepsi bu. Şiddete hem de en acımasızına meyil eden dil. Eril, ötekileştiren, yok sayan ve yok etmeyi kural kabul eden “kahrolsun…”un üç noktalı yanına her bir kötülüğü; diğerini eklemeyi güncelleyip sokağa taşıyarak kitleselleştiren kindar ve kandar dildir savaşın dili.

Bir musibettir savaş, dünyaya bir çağrı olarak her daim ünlenilen bin nasihatin karşısına dikilen kötülüğün musibetin dilidir savaş.

Savaşların ilkinde ve ikincisinde olduğu gibi artık elde silahla, siperlere yayılarak göğüs göğüse çatışarak cepheden cepheye koşularak kahramanlık ve galibiyet nidaları ile yürütülen devri ardında on milyonlarca ölü bırakarak hayli gerilerde kaldı.

Bugün savaş artık kötücül dilin muktedir eril hükmü üzerinden yürüyor / yürütülüyor.

İşte barış diyeceksek önce o kötü dile karşı bir yeni estetik, zarif dile ihtiyacımız var sanırım.

Size bu satırları farkında iseniz geçtiğimiz 1 Eylül'de değil, bugün 6 Eylül'de yazıyorum. Nedeni şu; bu ülkede bundan tam 70 yıl önce 1955’te iki gün (6-7 eylül) süren ama etki gücü upuzun yıllar sonrasına da yansıyan bir toplu kırım, adeta lokal yok etme hal û vaktini yeniden hatırlatarak yazmak istedim.

Evet bugün o meşum kindar zamanların yıldönümü. Birkaç gün önce şeker ve harçlık verdiği mahalle çocuklarının o gece ebeveynlerinin kışkırtması ile nasıl kapısına dayanıp eşi, çocukları ile birlikte öldürülmeye çalışılan Futbolcu Rum Lefter’in ruhunu şad ederek elbette…

Biz Kürtler barışa kendi anadilimizle “Aşîtî” deriz. Belki Umberto Eco’nun Aşırı Yorum'u gibi olacak ama aşîtî, aş kökünden gelir. “Aş” değirmendir şirin Kürtçe'de. Değirmende öğütülen ise temel besin kaynağı olan buğdaydır. Buğdayın daneli başağı barışa simgedir.

Ve yabani buğday bundan tam onbin yıl evvel Diyarbakır kırsalı Hilar/ Çayönü / Qot ê berçem’de ehlileştirilerek kullanılmış ve o değirmenlerde öğütülmüştür. O değirmenlerin bazalt taşları volkanik karacadağın salgısı, püskürüsü olan lavın ateşinin taşlaşmış hâlidir.

O sebeple biz ateşin taşlaşmış değirmeninde dünyaya kazandırdığımız buğdayın ekmeğiyle konuklarımıza “werin nan bûxin” (gelin ekmek yiyin) diyerek soframızı açarız. Buradan hareketle uzanan barış elini dostluk sofrasına taşımak, iki elin parmakları arasından su misali kayarak yok olup gitmemeli.

Bijî azadî / Bijî aşîtî…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar