Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Mutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler
28.09.2025
163
Mutlak vasatlıkta, nefes alınsa da; yaşanmaz. Mutlakiyette de, birileri yaşar ve diğerleri sadece nefes alır. Cumhuriyetçilik; “olabileceğinin en iyisi olma” şansını ve imkânını veriyor ve sağlıyor her kişiye : “Mutlakiyet” ise, sadece “bağlantıları” kadar olma şansını ve imkanını veriyor

Bugünün Türkiyesi’nde tam olarak ne oluyor?

Ne yaşıyoruz biz?

Birçok detayı, üzerimize sağanak gibi 21. yüzyılın ikinci çeyreğine günler sayarken yağan olayları takip edip anlamaya çalışıyoruz. Türkiye’nin 21. yüzyılın ikinci çeyreğine günler sayarken yaşadığı, bir metamorfozun mücadelesi ve çekişmesidir: “Mutlakiyetçiler” ve “Cumhuriyetçiler” arasında geçen ve Türkiye’nin ruhu için verilen, bu yüzyılın geri kalanında nasıl bir yer, toplum, ülke olacağımız ve olamayacağımızın mücadelesidir.

Mutlakiyetçiler, merkezi otoritenin tek bir odakta toplandığı; iktidar gücünün, yargı, yasama ve seçim; diğer bir deyişle, denge ve denetleme yoluyla “değiştirebilme gücü” ile sınanmadığı bir düzene inanır ve böyle bir sistemi desteklerler. Mutlakiyetçi sistem, hiçbir kurum veya bireyin, gerçekten “değiştirebilme”, “sorgulayabilme” gücüne sahip olamadığı, gücün tek elde sınırsız ve biçimde toplanabildiği bir düzendir. “Tek el”, monarşik olabilir, ailevi veya aynı klik içinde nesilden nesile kan bağı veya benzeri akrabalık/ortaklıklarla devredilebilir, tek bir odakta toplanabilir. Fransa Kralı XIV. Louis’nin 17. yüzyıl ortasında sarfettiği, “L’état, c’est moi” (Devlet, o benim) gibi bir anlayıştan bahsediyoruz. Mutlakiyetçilik, tarihteki herhangi bir “yekpare güç, tek lider” fikrinden, “devletin” varlığı ile ayrılıyor. Ortada bir “devlet” de olmalı ki; tüm kurumları ve bürokrasisi ile, o “mutlak güç”, “tek bir bütün”, “tek bir vücut” imişçesine hareket edebilsin. Elbette mutlakiyetçilikte, “kusursuz bir bütünlük” söz konusu olmalı: farklı sesler, düşünceler ve tabii ki, “denge ve denetleme mekanizmalarının” herhangi bir biçimine hoş bakılması söz konusu olamaz. Mutlakın içine eritilemeyen, her zaman ve her şekilde potansiyel bir tehdittir: sadece açıkça muhalif olan değil, kontrol edilemeyen her türlü düşünce ve birey, “mutlakı” bozacak “varoluşsal tehdit” haline gelir.

Türkiye, ilk önce Haziran 2015 seçimleri ve ardından da Kasım 2015 seçimlerine giden kanlı dönem; ardından 2016 Darbe Girişimi, 2017’de Başkanlık Referandumu ile, “mutlakiyetçilik” sürecine girdi.

Farklı mutlakiyetçi kişi ve gruplar, bir kartopuna tutunup da çığa dönüşürcesine, “metamorfozu”, mutlakiyetçilikten yana tamamlamak üzere birleşiyorlar. İronik biçimde; son günlerde, “mutlak butlancılar” olarak adlandırabileceğimiz grup da, tam bu hukuki terime denk düşercesine “mutlakiyetçi”. Mutlakiyet vuku bulsa, onlar da “mutlu mutlakiyet peykleri” olup, Satürn’ün halkaları imişçesine ekseninde dönmek üzere ana gezegenlerinin yörüngesine oturacaklar.

Öte yanda ise, “mutlak” dışında, “göreceli”, bakanın gözü ve deneyimine dayanan; en önemlisi, bundan dolayı da, eşitlik, dayanışma ve özgürlüğe-bir başka “çoklu güce” inanan bir “Cumhuriyetçi” yönelim var.

Osmanlı İmparatorluğu içinden de, “Cumhuriyetçi”; bireye dayanan, tek bir insanın olabileceğinin en iyisi olabileceği idealini ve hatta “rekabetçi demokrasi” iddiasını 80 yıl önce (1945’te Nuri Demirağ’ın “Milli Kalkınma Partisi”ni kurması ile) çıkaran Türkiye Cumhuriyeti, 21. yüzyılın ikinci çeyreğine ilerken bu ideali yerle yeksan ediyor.

Tam o noktada, tarihin ana aksını taşıyan “Cumhuriyetçiler”; toplum karşı çıkıyor. Türkiye’deki “toplumsal muhalefet” olarak adlandırdığımız kitle, yüzde 60-70’e yaklaşan bir “Cumhuriyetçi” refleksi temsil ediyor.

Toplumsuz ve halksız (mikro güç odaklarının makro güç odaklarına bağlı-bireyi ezen) “mutlakiyetçilik” ve 21. yüzyılın ikinci çeyreğine gelmişken de, bireyin iradesi, zekâsı, yapabilirliği-olabileceğin en iyisi; yaratıcılığın en iyisi ve mutlak vasatlık arasında bir seçimi yaşıyoruz.

Mutlak vasatlıkta, nefes alınsa da; yaşanmaz. Mutlakiyette de, birileri yaşar ve diğerleri sadece nefes alır.

Cumhuriyetçilik; “olabileceğinin en iyisi olma” şansını ve imkânını veriyor ve sağlıyor her kişiye : “Mutlakiyet” ise, sadece “bağlantıları” kadar olma şansını ve imkanını veriyor.

Eğer ki, “Osmanlı” konseptinde kalırsak “tebaalaşmadan vatandaşlaşmaya giden yolda” 19. yüzyıl ve öncesinde çok can veren var…

Şimdi; neden tarihin aksını Osmanlı İmparatorluğu’nda bile olmayan bir “yalana” kırmaya ve “Mutlak-i Musmutlak” bir yekpare iktidar olmaya doğru gidiyoruz?

“Mutlak-i Musmutlak” bir azınlık (yüzler, belki binler, onbinler); 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde tüm bir toplum, toplumlar; milyonlar ve ötesi belki üzerinde hegemoni kurabilir mi?

Mutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar