Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Kara kara bulutların ardı
30.09.2011
3832

 Türkiye’nin üzerine kara kara bulutlar toplanmış gibi... Ya yağmur indirip havayı ferahlatacak. Veya bir tufan gazabını tüm öfkesiyle bindirerek yanardağ gibi patlatacak.

Bir dost böyle yorumladı geçenlerde Türkiye’nin içinde bulunduğu hali. Ne var ki, bahsettiği kara kara bulutlar en çok onun yaşadığı yerlerin güneşini kapatıyor.

Ülkenin diğer kısmı, “bölgeden” gelen haberlere kızsa da, üzülse de, her ne tepki verirse versin, sonuçta kendi güneşli havasının altında yaşıyor.

Ama bu hep böyle mi sürecek?

Türkiye hemen sınırının öte yanında, Bulgaristan’da bugünlerde olup bitenlere rastgele gibi bir haber gibi bakmamalı.

Romanlara yönelik ayrımcılık, tahammülsüzlük, Avrupa’nın en büyük insan hakları meselesi.

Bulgaristan’da, Roman cemaatinin liderlerinden Kiril Raşkov’un “adamlarından” birinin, 19 yaşındaki Angel Petrov’a çarpıp kaçması, olay sonucu Petrov’un ölmesi, ülke çapında protesto gösterilerine neden olmuştu.

Ancak, protestolar öyle pek de sakin gösteriler değildi. Ülke genelinde 14 şehirde sokaklara dökülen binlerce kişi, Roman mahallelerini basıp önüne gelene saldırma niyetindeydi.

Sosyal medya, Arap Baharı’nda Ortadoğu ve Afrika coğrafyasından halkların, hak ve özgürlükler talebiyle sokaklara dökülmesine neden olmuştu. Bulgaristan’daysa sosyal medya, halkın bir bölümünün diğer bir bölümüne nefret kusması ve sokaklara taşan galeyan için kullanıldı.

Bulgaristan, Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesi.

Romanlar, yedi buçuk milyonluk ülke nüfusunun yaklaşık yüzde beşini oluşturuyor.

Ülkenin en fakir, her bakımdan en az imkâna sahip grubu Romanlar.

Bu yaşananlar, Bulgaristan’a özgü değil.

Macaristan’ın Gyöngyöspata adlı kasabasında, Mart 2011’den beri aşırı sağ gruplar, “kamusal düzeni” sağlayacakları iddiasıyla Roman mahallelerinde devriye geziyor. Romanların “iflah olmaz suçlular” olduğu düşüncesinde olan halkın bağrından, sıradan insanlardan oluşan bu milisler, mahallelerin sakinlerini resmen taciz ediyor. Buna karşı da, ne Macaristan’ın, halkın yüzde 50’ye yakınının desteğine sahip muhafazakâr hükümeti, ne de emniyet güçleri kılını kıpırdatıyor.

Türkiye’de şiddetin son birkaç ayda birden tırmanıvermesine karşın, ölenlerin yakınları, herşeye rağmen itidal içinde.

İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen “Suç ve Ceza Film Festivali”ni Habertürk kanalında Belkıs Kılıçkaya’ya anlatan Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer, organizasyon esnasında ülkede çok sarsıcı saldırıların yaşanmasına rağmen, festival bünyesinde Kürt sorunu ile ilgili filmlerin gösterildiğini, her türlü görüşün açıklandığı tartışmalar da yapıldığını ve hiçbir sorun yaşanmadığına dikkat çekiyor.

Aynı şekilde, sağ-sol, farklı politik eksenlerden öğrenciler de, bu film festivalinde, “dikenli” konularla ilgili filmleri beraberce seyretmiş, farklı bakış açılarını birbirlerini dinleyerek tartışmışlar.

Yeni anayasanın yapılış biçimi, bu yarısı “kara bulutlu”, yarısı güneşli ortamda Türkiye’ye son bir şans veriyor.

Türkiye’nin demokratikleşme konusunda süregelen tüm eksiklerine rağmen, ülkenin bir kısmında ömrü 30 yıla yayılan bir savaş hâlâ bilfiil yaşanırken, bir ülkenin en temel güvencesi olması gereken yargıya yönelik bir sürü şaibe ortada dolaşırken, hâlâ bir diyalog ortamı var; birbirimizin yüzüne bakabiliyoruz...

Dünya ekonomik krizden kırılırken, Türkiye’nin orta sınıfı göreceli olarak, geçmişe oranla daha müreffeh bir yaşam seviyesini sürdürmeyi başardı. Bu hep böyle mi sürecek?

Tepetaklak giden bir ekonomi, bir gün muhakkak yaşanacak bir gerçek...

O zaman Türkiye, bunalım dönemine nasıl bir ruh haliyle girecek?

Gelecekte tarih diyeceğimiz şey bugün yazılıyor.

Suç ve Ceza Film Festivali’nde gösterilen filmlerden biri de, 2009 yapımı El Segreto del Sus Ojos(Gözlerinin Gizi) idi. Arjantin yapımı, 2010 “En İyi Yabancı Film” Oscar’ına sahip bu film, 1974’te işlenen bir cinayet ve o dönemin bu olay üzerinden anımsanıp araştırıldığı 1999 arasında gidip geliyor. Filmde, tüm yaşamını ceza mahkemelerinde uzman olarak suçları araştırmakla geçiren Benjamin Esposito, meslek yaşamı boyunca vahşetiyle kendisini en çok sarsan vakayı romanlaştırmaya karar veriyor. Tecavüz edildikten sonra öldürülen, faili de meçhul kalan genç bir kadının hayatını araştırırken, ülkesinin tarihinin en karanlık dönemlerinden birini de “hatırlıyor”.

Aslında bir polisiye olan bu film, bir yandan da, Arjantin’in 1970’lerin ortasından 1980’lerin başına kadar süren Guerra Sucia (Kirli Savaş) dönemini anlatması açısından geçmişle hesaplaşan bir film. Bir yandan, kendini “Bir hayat nasıl bomboş yaşanabilir” diye kendini sorgulayan Benjamin’in hikâyesi bu film, bir yandan da Arjantin’in.

Geçmişteki suçun failinin kim olduğuna takılıp kalan Benjamin, bu şekilde hayatına anlam kazandırmaya çalışıyor; diğer bir kahramanın ona yaptığı, “Böyle giderse, elinde geçmişin binlerce parçası olacak ama geleceksiz kalacaksın” uyarısı ve söylediği “Hatıralar, aslında sonunda elimizde kalan tek şey... En azından, aklında kalanlar güzel olsun” sözleri, geleceğini bugün yazan Türkiye için de bir şeyler ifade ediyor herhalde...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar