Taha Akyol
Şükrü Hanioğlu Princeton Üniversitesi'nde tarih profesörü. Salgının etkileri konusunda Taha Akyol’un sorularını cevapladı.
Koronavirüsle mücadele cihan harpleri kadar önemseniyor. Batılı demokrasilerin zaafını nasıl yorumlarsınız?
Kovid-19, modern dünyanın İspanyol nezlesi sonrasında gördüğü en büyük pandemiktir. Dolayısıyla, mücadelenin cihan harpleriyle kıyaslanması anlamsız değildir. Bu çapta bir pandemik, etkisini rejimlerden bağımsız olarak gerçekleştirmektedir. Ona karşı yürütülen mücadelenin başarısı da rejim tipinden ziyade, olağanüstü durum, âcil eylem ve tedbir planlamalarının varlığı ile sağlık sisteminin gücü, yapılanma biçimi ve öncelikleri tarafından belirlenmektedir. Demokrasiler bunlara bağlı olarak salgına farklı cevaplar veriyorlar. Salgının Almanya ile İtalya, ABD ile Güney Kore’de yarattığı tahribat aynı olmamıştır. Bunun nedeni de “demokrasi kalitesi”nden ziyade hazırlık ve sağlık sistemleri arasındaki farklılıktır. Güney Kore’de birincisi, Almanya’da ise ikincisi güçlü olduğu için İtalya ve ABD’ye nazaran daha yüksek başarı sağlanmış durumdadır. Diğer taraftan, demokrasilerle otoriter rejimler arasında yapılacak mukayeselerde dikkatli olmak gerekmektedir. Zira, otoriter rejimlerde şeffaflık bulunmamakta, bilgi akışı sınırlanabilmekte, veriler tahrif edilebilmektedir. Tabii bu rejimler zecrî tedbirleri daha kolay uygulayabiliyor; ama vatandaşlık bilinci ve sosyal sorumluluğun yüksek olduğu toplumlar uyarma ve ikna yoluyla bu alanda doğabilecek farkı kapatabiliyorlar. Salgınla mücadele alanında başarılı ülkeler arasında olan Almanya ve Güney Kore demokratik rejimlere sahiptir. Buna karşılık, onların başarısını “demokrasi”nin zaferi olarak yorumlamak anlamlı olmayacaktır. Aynı şekilde, ABD ve İtalya’nın başarısızlığını da “demokrasi”nin zaafı olarak görmemek gereklidir. Bu yorumu yaparken, Çin, Rusya, İran gibi otokrasilerin Kovid-19 ile mücadele karnelerinin parlak olmadığının da altını çizmek gerekmektedir.
SÜPER GÜÇ AMERİKA?
Amerika, muazzam bilim ve ekonomi gücüne, köklü kurumlarına rağmen niye perişan vaziyette?
Ben, uzun süreden beri ABD’de yaşadığım için, içeriden yorum yapabilme imkânına sahip olduğumu düşünüyorum. Yaşanılan başarısızlığın değişik nedenleri vardır. En önemlisi, uzun süredir Dünya Sağlık Örgütü ve akademik kurumlar tarafından yapılan uyarılara karşılık ABD’nin, olası bir salgına yönelik olarak düşük düzeyde tedbir almış ülkelerden birisi olmasıdır. Bunun nedeni ise pek çok ülkede olduğu gibi, önlemlerin maliyetinin çok yüksek olduğunun düşünülmesi ve düşük görünen riskin alınmasıdır. Bu yaklaşımda, ABD’nin piyasa ekonomisini, diğer Batı toplumları ve demokrasilere göre sosyal devlet anlayışının fazlasıyla önüne geçirmesi de önemli rol oynamaktadır. İkinci olarak, ABD, bilim, teknoloji ve üretim kapasitesi açısından bir dev; ama sağlık sistemi açısından sorunlu toplumlardan birisidir. ABD sağlık ve sigorta sistemleri, yatırım ve planlamalarını olağan durum ve kâr oranı temelinde yaptıkları için olağanüstü halde hizmet sunma koşullarına uyum göstermeleri zaman almaktadır. Son tahlilde, belirli gelişmişlik seviyesine ulaşmış toplumlarda, salgına “kısa vâdede” verilecek cevabın başarısını, bilim ve teknoloji alanındaki sıralama belirlememektedir. Bunu tayin eden, âcil eylem planı (bunun olmadığı görüldü) ve sağlık sistemidir (kriz, ABD sisteminin, belirli sayının üzerinde, ciddî tedavi ve yoğun bakım gerektirecek hastaya hizmet sunmak üzere yapılandırılmadığı ortaya çıkarmıştır). NIH’in (Millî Sağlık Enstitüsü) yanı sıra büyük araştırma merkez ve hastaneleri dünyanın en gelişmiş sağlık kurumlarıdır. Fakat, bunların kısa vâdede hızla yayılan bir virüsün yol açtığı salgına verebilecekleri cevap sınırlıdır. Bir benzetme yapacak olursak, ABD, Kovid-19 mücadelesinde, şu anda, II. Dünya Savaşı’nın Pearl Harbor aşamasındadır. Hazırlıksız yakalanmış, şaşırmış, gücünden şüphe duymaya başlamış ve nasıl seferber olacağı konusunda hızla karar alamamıştır. Ancak, bundan sonraki aşamalarda bilim ve teknoloji alanındaki gelişmişliği devreye girecektir.
TRUMP OLMASAYDI DA…
Trump’ın sorumluluğu? Meselâ Roosevelt gibi biri olsaydı, ne gibi farklar olabilirdi?
Ben, kişilerden ziyade sistemin belirleyici olduğuna inanıyorum. ABD başkanının yetkileri çok geniş, ama yoğun bakım ünitelerinin sayısını kısa sürede birkaç katına çıkarmak ve tüm dünya salgından kırılırken bunları işletecek doktor ve sağlık personeli bulmak, başkanın kim olduğundan bağımsız olarak çok zor. Buna karşılık, ilk önlemlerin daha önce başlatılması alanında daha dikkatli davranılabilirdi. Bunun da Cumhuriyetçi ya da Demokrat olmakla, ekonomik tercihlerle ilişkisi yok. Bence, böylesi tercihlerin belirleyeceği kararlar orta vâdede alınacak. Geçtiğimiz günlerde Trump’ın ticaret danışmanı Peter Navarro ile ülkenin en üst salgın hastalıklar uzmanı Dr. Anthony Fauci arasında, görünüşte sıtma ilacı Hydroxychloroquine’in Kovid-19 tedavisinde kullanımı üzerine yaşanan tartışma, daha derine inen bir çatışmayı yansıtmaktadır. Bunu, sağlık yetkilileri ile Başkan Trump’ın kullandıkları söylemlerin satır aralarında da görebilmek mümkündür. Trump, pek çok eyâlet valisi ve ekonomi uzmanı, bâzıları Sosyal Darwinist olarak yorumlanması mümkün, ölümleri “istatistik”e indirgeyen ifadelerle, ülkenin kısa sürede “normal”e dönmesi arzusunu dile getirirken, sağlık uzmanları, bu konuda tedbirli davranılmasını, aksi davranışın yeni dalgaları tetikleyebileceğini dile getirmektedir. Bu alanda “sağlık” ve “ekonomi” merkezli yaklaşımların bir süre sonra çatışacağını söylemek kehânet olmayacaktır. Bunların hangisinin egemen olacağı konusunda ise siyasî ve ekonomik tercihler önemli rol oynayacaktır.
‘POST MODERN FAŞİZM’
Avrupa da dökülüyor. Batılı toplum tiplerinin ve demokrasilerin zaafı belli, öyleyse 1930’lar gibi otoriter rejimler yükselecek denilebilir mi?
Avrupa’da otoriterlik, salgın öncesinde zemin kazanmış durumda idi. Eski kıtada bir süredir, “radikal sağ popülizm,” “sağ radikalizm,” “yeni popülizm,” “sağ aşırılık,” “milliyetçi popülizm” benzeri kavramsallaştırmalar ile tanımlanan hareket ve partilerin yükselişi izlenmektedir. Bu, Doğu Avrupa’da daha güçlüdür, ama Batı Avrupa’da da etkisini hissettirmektedir. Fransız ve İtalyan neo-faşist hareketleri üzerine ayrıntılı bir inceleme kaleme alan Andrea Mammone’nin “yeni sağ popülizm,” “milliyetçi popülizm” benzeri kavramsallaştırmaların yanıltıcı olduğu tespitine katılmamak zordur. Dolayısıyla, “değişik popülizm türleri” olmanın ötesine geçen, “post-modern faşizm” olarak nitelenmesi mümkün hareketlerin ivme kazanması söz konusudur. Böylesi bir ortamda, yaşadığımız krizin, bu grupların “demokrasi” ve “çok kültürlülük”e yönelik yeni eleştiriler getirmesine neden olması da şaşırtıcı olmayacaktır. Bunun örnekleri de görülmektedir. Sâbık İtalyan başbakan yardımcısı ve Lega Nord lideri Matteo Salvini, salgının Avrupa Birliği yanlısı Giuseppe Conte hükûmetinin vazifesini yapmadığını ortaya koyduğunu iddia ederken, Almanya, İspanya ve Fransa’da aşırı sağ partiler Schengen Anlaşması’nın yürürlükten kaldırılması talebini dile getirmektedir. Afd lideri Alice Weidel, Bundestag’ta salgının sorumlusunun, “açık sınırlar dogması” olduğunu iddia etmiştir. Kovid-19 sonrası dönemde bu söylemin güç kazanacağı anlaşılmaktadır. Tabiî bunun yanı sıra Viktor Orbán gibi liderlerin, salgını bahane ederek otoriterlik dozunu artırmaları da söz konusudur. Bu da bilhassa Doğu Avrupa’da yaygın hale gelebilir. Buna karşılık, Kovid-19 krizi, kendi başına 1930’lar otoriterliğini tetikleyecek bir gelişme olmak yerine, başlamış, mesafe almış bir sürece katkıda bulunacak bir unsur olacaktır.
OSMANLI’DA SALGINLAR
Biraz da tarihe bakacak olursak, Osmanlı başta veba olmak üzere salgınlara karşı ne gibi tedbirler alıyordu?
Osmanlı merkezî ve adem-i merkeziyetçi yapının ön plana çıkarttığı bölgesel yönetimler on dokuzuncu asır öncesinde de veba başta olmak üzere salgın hastalıklara karşı önleyici tedbirler geliştirmeye çalışmışlardır. Bu alanda, on dördüncü asrın ilk yarısında kıta nüfusunun % 30’nun ölümüne neden olan veba salgını sonrasında Avrupa’da geliştirilen, şehirlere giriş yapanları ve gemileri 40 gün bekletme (quarantena), hastaları lazaretto (izolasyon ev ve gemileri) adı verilen mekânlarda toplama benzeri uygulamalar, farklı biçimlerde, yazılı kurallar olmaksızın uygulanmıştır. Örneğin, salgın dönemlerinde limanlara giriş yapan gemiler bekletilmiş, bazen de geri yollanmıştır. Cüzzamlı hastaların izole edilmiş hastahanelerde toplanması ise Batı’da geliştirilen lazeretto yöntemi ile benzerlikler göstermiştir. Ancak, bu uygulamalar en büyükleri 1778 ve 1812 yıllarında patlak veren veba salgınlarının başını çektiği sari hastalıkların yayılmasını önlemekte yetersiz kalmıştır.
OSMANLI’DA MODERN TIP
Osmanlı’da modern karantina uygulamaları nasıl başladı?
Dile getirdiğim yetersizliklere karşılık, on dokuzuncu asırda, 1831 tedbirleri ile başlayan (gemilerin bandıralarına göre Büyük Liman ya da İstinye’de bekletilmesi, hastaların Kız Kulesi’nde tutulması) ve 1838 Karantina reformu ile neticelenen yeni uygulamalar modern, tıbbî çalışmaları dikkate alan, yazılı kuralları hayata geçirmişlerdir. Bu reformların, Batılılaşma çerçevesinde gerçekleştirilen “nizâm ithali”nden ziyade yerel ıslahâtçıların başını çektiği modernleşme çabalarının ürünü olduğuna işaret etmek gereklidir. Birsen Bulmuş, Plagues, Quarantines and Geopolitics in the Ottoman Empire (2012) adlı, derinlikli araştırmaya dayanan eserinde, modern karantina uygulamasını savunan Cezayirli Hamdan bin el-Merhum Osman ve Kolera Risâlesi (1831) müellifi Hekimbaşı Behcet Mustafa Efendi (şarbon hastalığından vefat etmiştir), modern Osmanlı tıbbının öncülerinden Vak‘anüvis Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi benzeri entelektüellerin bu alandaki rolünün göz ardı edilmemesi gerektiğini, “karantina” ve geliştirilen diğer önlemlerin Osmanlı modernleşmesinin ürünü olduğunu vurgulamaktadır. Bu reformcular, on sekizinci asrın en önemli ıslahat projelerinden birisini geliştiren ve vebadan ölen Moralı Süleyman Penâh Efendi’nin oğlu Osman Efendi’nin başını çektiği, salgın hastalıklara karşı önlem almanın gereksiz olduğu, Avrupa usûllerini kullanmanın dinî açıdan sorunlar yaratacağı yolundaki muhafazakâr yaklaşımları da çürüterek modern uygulamanın önünü açmışlardır.
VİRÜS SONRASI DÜNYA?
Büyük salgınlar, dünya harpleri dünya düzenini değiştirdi. Korana Salgını nasıl bir dünya yaratacak?
Post-Kovid-19 dünyası hakkında tahminler yürütebilmek için gerekli verilerin en önemlileri olan “salgının ne kadar süreceği” ve “yapacağı tahribatın derecesi” elimizde bulunmamaktadır. Bu nedenle de değişik senaryo ve modeller geliştirilebilmesi mümkündür. Kovid-19, 1918-1920 İspanyol nezlesi benzeri birden fazla dalga halinde yaşanır, milyonlara ulaşan ölüm rakamları ortaya çıkarırsa etkileri derin olacaktır. Buna karşılık tek dalga, birkaç ay içinde sonlandırılan bir kriz olarak kalırsa yaratacağı ekonomik sorunların aşılmasını takiben kısa süre içinde unutulacaktır. Ben, popüler hale gelen “Covid-19 Sonrası Dünya” hakkında dile getirilen “tarihin dönüm noktalarından birisi,” yaklaşımının bu nedenle sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra, salgının yaşam felsefesi alanında büyük bir dönüşümü tetikleyeceği, “bilim”in ön plana çıktığı, popülist siyasetçilerin zemin kaybettikleri bir dünyanın şekilleneceği konusunda da şüphelerim var.
Siz farklı mı düşünüyorsunuz?
17 ilâ 100 milyon insanın hayatına mâlolduğu tahmin olunan İspanyol nezlesi karşısında dönem tıbbı çaresiz kalmıştı. Daha influenzanın “virüs” kaynaklı olduğu bilinmiyordu, tedaviyi mümkün kılacak farmakolojik ürünler yoktu, ikincil bakteriyal zatürelere karşı kullanılacak antibiotikler de mevcut değildi. Bu gelişme, dönemin egemen akımı “bilimcilik (scientism)”in ağır bir darbe almasına, “her şeye kadir” olduğu düşünülen bilimin, geleceğin “din”i haline geleceği tezinin sorgulanmasına yol açmıştı. Günümüzde ise durum farklıdır. Hastalığa neden olan virüsün büyütülmüş fotoğraflarını akıllı telefonlarımızda görebilmemiz, aşı çalışmalarının ne aşamada olduğunu medyadan öğrenebilmemiz mümkündür. Ancak, buradan hareketle, “bilim”in ön plana çıkacağı bir topluma geçileceğini söyleyebilmemiz zordur. Günümüz gelişmiş toplumlarında, “aşıyı bulmanın,” bir “mucize”den ziyade bütçeden ciddî ödenekler alan sağlık araştırma kurumlarının “işi” olduğuna inanılmaktadır. Dolayısıyla, bu gerçekleştiğinde, bireylerin, “bundan sonra geleceğimizi bilim insanları şekillendirsin,” popülist siyasetin yerine “teknokrasi” alsın demelerini beklemek çok da anlamlı olmayacaktır.
Toplumsal hafızanın ileride Kovid-19 krizini nasıl hatırlayacağını düşünüyorsunuz?
Bu alanda da “süre” ve “tahribatın çapı” belirleyici olacaktır. Buna karşılık, genel bir yorum yapmak gerekirse, modern toplumsal hafızanın pandemikleri “unutma” eğiliminin ağır bastığını söylemek mümkündür. İspanyol nezlesi örneğinden yola çıkacak olursak, modern çağların en kapsamlı “pandemik”i olan, milyonlarca can alan bu salgın, ancak Kovid-19 benzeri yeni salgınlar ortaya çıktığında, kıyaslama yapmak üzere gündeme gelmektedir. Konuyu ele alan roman, hatırât, film ve sanat eserleri, Norveçli ressam Edvard Munch’un hastalık sonrasındaki durumunu resmettiği Self-Portrait with the Spanish Flu tablosu benzeri örnekler istisnâ edilirse, yok gibidir. Yaşanan trajediyi kolektif hafızada tutacak anıtlar, müzeler, sergiler, anma günleri de bulunmamaktadır. Bunun temel nedeni, modern kolektif hafızanın, araçsallaştıramayacağı, siyasal mesaj üretiminde kullanamayacağı trajedileri unutmayı tercih etmesidir. Kovid-19 da uzun vâdede, büyük ihtimalle, böylesi bir unutulma duvarının arkasında kalacaktır.
KİMDİR?
Princeton Üniversitesi’nde tarih dersleri veren Prof. Şükrü Hanioğlu, 18. ve 19 yüzyıl tarihçiliğinde saygın bir bilim insanı. Belli başlı eserleri:
Doktor Abdullah Cevdet ve dönemi, İstanbul, 1981
Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jon Türklük, İstanbul, 1986
Young Turks in Opposition, Oxford Univ. 1995
Prepretaion for a Revolution, Oxford Univ. 2001
A Brief History of the Late Ottoman Empire, Princeton Univ. 2008
Atatürk: An Intellectual Biography, Princeton Univ. 2011
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
30.12.2025
28.12.2025
24.12.2025
23.12.2025
21.12.2025
19.12.2025
16.12.2025
14.12.2025
12.12.2025
10.12.2025