Vahap COŞKUN

2013-2015 Çözüm Süreci girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Türkiye, yine eski ezberlerine sarıldı. Memlekette bir Kürt meselesinin olmadığı, Türkiye’nin salt bir terör belasıyla karşı karşıya bulunduğu ve son terörist öldürülünceye kadar da bu mücadelenin devam edeceği söylemi, tek ve hâkim söylem haline geldi. Kürt meselesinin hukuki, siyasi ve içtimai boyutlarından bahsetmenin zemini daraldı; iktidarın mutlak anlatısı haricinde her türlü anlatı ihanetle, teröre arka çıkmakla ve gayri-milli olmakla etiketlendi.
Mevcutta iktidarın Kürt meselesini demokratik ve siyasi bir çözüme kavuşturmaya dair bir tasavvuru görünmüyor. Son yıllarda teknolojik donanımı üst seviyeye çıkan TSK, PKK’ye hem şehirde hem de kırsalda göz açtırmadı ve PKK’ye karşı büyük bir askeri üstünlük kuruldu. İktidar, PKK’yi baskılamasını ve büyük oranda geriletmesini yeterli sayıyor ve meseleyi derinlemesine ele alıp çözme yönünde bir adım atmaya ihtiyaç duymuyor.
İktidarın Kürt meselesine yaklaşımında odaklandığı iki alan var: güvenlik ve seçimler. Bir güvenlik kaygısı yaratmadığı ve seçimlerde menfi bir fatura çıkarmadığı müddetçe, iktidar Kürt meselesine bir mesai harcamaya gerek duymuyor. Bir güvenlik tehdidi olmadıkça ve seçimlerde iktidar aleyhine bir tablo yaratamadıkça, Kürt meselesine yok muamelesi çekiyor. İktidar, bu meseleyi çözmek yerine meseleyi yönetmeyi, diskurunu tahkim etmek için kullanmayı ve muhalefeti bununla kıskaca almayı, kendisi açısından daha yarayışlı buluyor.
Maalesef, muhalefette de Kürt meselesini politik gündeme taşıyacak bir güç yok. Muhalefetin bir kısmı zaten siyasi bir tartışmaya kapalı; İYİ Parti, Zafer Partisi ve benzerleri, iktidardan daha sert, daha dışlayıcı ve daha askeri bir hatta duruyorlar. Ana muhalefet partisi CHP ise, kendine özgün bir yol çizebilme becerisinden yoksun; ya iktidarın kurduğu çembere hapsoluyor ya da vaktini iktidarın ithamlarına cevap vermekle tüketiyor. Düşünün, Cumhuriyet’i kuran parti, aslında Cumhuriyet’e karşı olmadığını, ayrılıkçı niyetler taşımadığını ve milliyetçilikle bir alıp veremediğinin bulunmadığını ispatlamak için çırpınıyor.
Varlığı Kürt meselesine bağlı olan DEM ise, sorunu kamuoyunun gündemin oturtacak ve demokratik bir tartışmayı zorlayacak aktörlerden de dinamiklerden de mahrum. Gerek parti üzerindeki PKK gölgesi ve gerek devletin partiyi kıskaca alması, DEM’in böyle bir inisiyatif geliştirmesini, böyle bir rol üstlenmesini imkânsız kılıyor. Hülasa, siyasi arenada, bu sorunla bağlantılı olarak ciddi bir tıkanma var ve ülkenin geleceğini karartan bu tıkanmayı aşacak bir siyasi yapılanma ve hareket de ufukta görünmüyor.
Türkiye’de siyaset bu kısırdöngüyü kırmak zorunda; Kürt meselesi hiçbir zaman salt bir askeri sorun değildi, şimdi de değil. Askeri tedbirleri azamileştirerek bu sorunu kimi dönemlerde baskılayabilir, alanını daraltabilir veya geriletebilirsiniz ama çözemezsiniz.
OLMAYAN SİYASET, TIKANAN SÜREÇ…
Siyaset bir yol açamayınca ve bir çözüm tahayyülü ortaya koyamayınca, ne yazık ki Kürt meselesi, ancak bir şiddet, bir terör eylemiyle karşı karşıya kalındığında gündeme girebiliyor. Ölümler olduğunda, çocuklar toprağa düştüğünde hatırlanıyor. Ancak, hatırlamak, konuşmak anlamına gelmiyor. Kürt meselesini aklıselimle konuşamıyor, sulha-selamete varmak için nelerin yapılması lazım geldiğini müzakere edemiyoruz.
Kırk yıldır tekrarlanan bir sahne var: Çatışmalarda bir-iki asker hayatını kaybedince neredeyse yaprak kıpırdamıyor; kalıp cümleler sarf ediliyor, alışılagelen beyanlar yapılıyor ve hadise geçiştiriliyor. Fakat ölümler halkı infiale sevk edecek bir seviyeye çıkınca, o zaman da etrafı yoğun bir şovenizm ve hamaset dalgası kaplıyor. Beylik nutuklar atılıyor her seferinde. Terörün belinin kırıldığından, teröristlerin son çırpınışlarından, intikamın acı olacağından, kanlarının yerde kalmayacağından dem vuruluyor. Ölüm yüceltiliyor, dünyaya meydan okunuyor, dış güçlere hadleri bildiriliyor, vs.
12 askerin hayatını kaybetmesinden sonra da bu yine kısırdöngüye girildi. Asıl sebep tartışılmadı. Sorumluların üzerinde durulmadı. Askeri operasyonların stratejik ve taktik yanlışlıkları sorgulanmadı. Muhataplar, sorulması gereken hayati sorulara cevap vermeye zorlanmadı. Sloganlar atıldı, lanetlemeler yapıldı, zorunlu hareketler icra edildi ve bir sonraki felakete kadar beklemeye geçildi. Tabii her daim olduğu gibi olan garip-fukara çocuklara oldu ve ateş yine onların yoksul mahallelerine, yoksul evlerine ve gözü yollarda onları bekleyen ana-babalarının yüreğine düştü.
Türkiye’de siyaset bu kısırdöngüyü kırmak zorunda; Kürt meselesi hiçbir zaman salt bir askeri sorun değildi, şimdi de değil. Askeri tedbirleri azamileştirerek bu sorunu kimi dönemlerde baskılayabilir, alanını daraltabilir veya geriletebilirsiniz ama çözemezsiniz. Mesele, sadece PKK’nin bitirilmesi veya varlığını sürdürmesiyle de irtibatlandırılmaz; zira PKK’den önce de vardı bu mesele ve çözülmediği takdirde muhtemelen PKK’den sonra da var olacak.
Dolasıyla siyasetin hamasi söylevleri bir tarafa bırakıp serinkanlı bir biçimde meseleyi tahlil etmesi mecburiyeti vardır. Bu mesele, sosyolojik bir tabanı ve karşılığı bulunan siyasi bir meseledir; çözümü de siyasi olmak durumundadır. Sorumluluk da vebal de siyasetin boynundadır; eğer siyasi aktörler var olan tıkanmayı aşmaz ve toplumsal barışı inşa edemezlerse, maalesef bu acı manzaraları bitirmek mümkün olmayacak.
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
29.07.2025
22.07.2025
15.07.2025
11.07.2025
28.06.2025
15.06.2025
30.05.2025
21.05.2025
15.05.2025
29.04.2025