Yıldıray OĞUR
25 Haziran 1970 günkü gazetelerde ilginç başlıklı bir haber dikkat çekiyordu: “Kendileri pis fakat vicdanları temiz iki hippi kız Halide Edip’in heykelini yıkadı.”
Habere göre İstanbul’a gezmeye gelen Hegeni ve Lena adlı İtalyan ve Norveçli iki turist kız, Sultanahmet’te dolaşırken karşılarına çıkan toz toprak içerisindeki Halide Edip’in büstünü görüp, üzülmüş, kim olduğunu etraftan öğrendikleri yazarın büstünü esnaftan buldukları su, sabun ve bezlerle yıkayıp pırıl pırıl yapmışlardı.
Bundan 50 yıl önce, iki turist kız tarafından toz toprak içinde kalmış büstünün az ilerisinde, hınca hınç dolmuş Sultanahmet Meydanı’nda İzmir’in işgalini telin eden öfkeli kalabalığı çoşturan o konuşmayı yapan 35 yaşındaki genç hatipti Halide Edip.
Konuşması sırasında bir ara “Yurdumuzun işgaline susacak mıyız; Hayııır” diye haykırmıştı.
Ama bu “hayır” onun ömrü hayatındaki tek hayır olmadı.
İstiklal Harbi’nin “Halide onbaşısı” nın bütün ömrü bir şeylere “Hayır” diye itiraz ederek geçti.
İstiklal kazanıldıktan sonra Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet’i ilanının ilk sinyallerini verdiği, İzmit’teki gazetecilerle buluşmasını eşi Adnan Bey’le birlikte o organize etmişti.
Ama asla vazgeçemediği “hayır”ları yüzünden iki yıl sonra 1925 yılında baskılardan bunalıp bakanlık yapan eşiyle birlikte yurtdışına gitmek zorunda kalmışlardı. Gitmeselerdi kendilerini bir yıl sonra diğer muhaliflerle birlikte İstiklal Mahkemeleri’nin önünde bulabilirlerdi.
Üsküdar Amerikan Koleji’nin ilk Müslüman kadın kız mezunu olan, inanmış bir Batıcı ve liberaldi ama Şapka Devrimi için görüşünü soran İngiliz gazetesine “Aptalca bir şey” demişti. Yıllarca ancak sansürlü olarak Türkiye’de yayınlanabilen yurtdışında yayınlanmış kitaplarında inkılaplar içinse “gardrop devrimciliği” demekten kendini alamamıştı.
Bu yüzden, o da biyografisinde “1939’da Türkiye’ye geri dönebildi” yazan isimlerden biri oldu.
Ama döndüğü Türkiye’de de hala “hayır” denecek çok şey oluyordu.
“Yeter söz milletindir” diyerek 1950’de Demokrat Parti listelerinden İzmir’den bağımsız olarak Meclis’e girdi ve ilk konuşmasında seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs’ın “Demokrasi Bayramı” olarak kutlanmasını teklif etti.
Ama iktidar yıllarını eli kırbaçlı rövanşist bir iktidar yandaşı olarak geçirmedi. Bir taraftan ırkçılık, mürtecilik gibi totaliter bir ideoloji olduğunu söylediği komünizme karşı çıkarken, uzun süredir hapiste olan komünist Nazım Hikmet’i kurtarmak için mektuplar imzalıyor, af tasarıları için uğraşıyordu.
Dindar sayılmazdı ama hatıratlara göre yasak kalktığı sabah, ilk Arapça ezanı eşiyle dinlerken gözleri dolmuştu. Artık iyice anlaşılmaz hale gelmiş uyduruk Türkçeli Anayasa’nın günümüz Türkçe’sine dönüştürülmesi için ilk dilekçeyi o vermiş, Türkçe’nin yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak Meclis’te bu tasarının lehine konuşmuştu.
Totaliter bulduğu eğitim sistemini eleştiriyor, üniversite özerkliğinden geri adım atacak adımlara karşı çıkıyordu. Yeni rejime ilk büyük “Hayır”ı demesi de fazla uzun sürmedi. DP iktidarının henüz birinci yılıydı. Atatürk büstleri tahrip ediliyordu. Demokrat Parti buna karşı sert bir Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkarmaya karar vermişti. Halide Edip için en başta fikir özgürlüğüne aykırıydı bu. Kanunun aleyhine konuşacağını duyan, kendisi gibi DP vekili eşi Adnan Adıvar “Kurbanın olayım Halide, sen bu tip konuşmalar yapma, yanlış anlaşılır, çok kötü olur” diye dil dökmüştü ama kafasına koyduğu gibi Meclis kürsüsüne çıktı:
“...bu milleti Atatürk yoktan var etmiş değildir. Atatürk bu milletin evladıdır. Atatürk’e dil uzatmak gibi bir saygısızlığın önüne geçmek için bir kanun yapmayı bir Şark zihniyetinin mahsulü diye telakki ederim. Tarih boyunca put haline gelen ve bugün yerlerinde yeller esen eski sanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor.”
İstiklal Harbi’nin onbaşı Halide’sinden gelen itiraz teklife karşı olan başka DP’lileri de cesaretlendirmişti.
Telaşa kapılan teklifin sahibi Demokrat Partili vekillerin ise eski defterleri açması ise uzun sürmedi. Sultanahmet Mitinglerinin baş hatibi haksız bir şekilde mandacılıkla suçlandı.
Tepkilere kızıp bir kere daha kürsüye geldiğinde ise söylediği bir söz DP’li vekilleri iyice çileden çıkarmıştı. Vekiller, kendi partilerinin bir vekiline karşı masa sıralarına vuruyordu:
“Nasılsa sevk-i talih, İzmir’in ısrarı üzerine ve sayın bir büyük adamın evime kadar gelerek bize yardım ediniz demesi üzerine ve hissen demokrat olduğum için hiç de mizacıma uymayan bu muhitin içine düşmüş bulunuyorum.”
Dünyaca ünlü bir yazar, kahraman bir İstiklal Harbi gazisi, büyük bir entelektüel olarak bu “üsttenci” sözleri DP’li vekilleri incitmişti. Sonra özür diledi ama hakkında kampanyanın başlamasını engelleyemedi.. Yurtdışındayken Atatürk’ü eleştirdiği kitapları çıkarılıp yazı dizileri yapıldı. 1925’de onun mahkemesinde yargılanmaktan son anda kurtulduğu Kılıç Ali şimdi DP milletvekili olarak ihbarcıların başını çekiyordu.
1954 seçimlerine gidilirken, artık otoriter eğilimleri artan Demokrat Parti iktidarıyla yol ayrıma geldiğini anlamıştı. Ama sessizce de çekilmek istemiyordu. Cumhuriyet gazetesine gönderdiği ve sanki İzmirli hemşerilerine bir konuşma yapıyormuş gibi kaleme alınmış Siyasi Vedanamesi, gidişata kocaman bir “Hayır” olduğu kadar Türkiye’nin hala güncel olan demokrasi meseleleri üzerine de bir manifestoydu:
“Demokrasinin bir çok şekilleri ve zamana göre tefsirleri vardır. Müfrit sağ veya sol rejimler, ideolojilerine daima demokrasi damgası vururlar. Gerek Demir Perde arkası, gerek ırkçı diktatörlükler derler ki: Halkın sesi, Hakkın sesidir; halk ve millet isterse muayyen bir durum yaratmak için mukadderatını
bir tek şahsa teslim edebilir. Fakat... buna hakikî demokratlar diktatörlük derler. Gene derler ki, millet, herhangi seçtiği ve mutlak bir ekseriyeti haiz bir meclise de isterse her hakkı, hattâ insan haklarını, anayasayı da çiğniyecek bir kudret verebilir. Böyle bir hal kendini hattâ İngiliz tarihinde dahi göstermiştir. Fakat buna tarih meclis – diktatörlüğü damgasını basmıştır. Gene derler ki, mademki halkın sesi Hakkın sesidir, o halde herhangi ihtisas ve bilgiye dayanırsa dayansın, halk kalabalığı hükmünü istediği gibi verebilir. Buna tarih bugün bilhassa haklı olarak anarşi adım verir. Hulâsa, herhangi rejimde, bilhassa demokraside, bütün kuvvetler arasında muvazene, insan münasebetlerinde nizam, idarede istikrar teessüs etmez ve şahıslar, zümreler kabiliyet ve ihtisaslarına göre kullanılmazsa, o demokrasiden hayır umulmaz... Biz de demokrasi te’sis etmek istiyorsak, ilk yapacağımız iş, memleket hayatım normal yürütebilecek en hayatî motor olan idare cihazını mutlak ve mutlak bütün zaman için partiler ve şahıslar haricinde
işleyebilecek bir hale getirmektir. Bu yapılmazsa, değil bizde herhangi bir demokraside de dahi beka mümkün değildir. Hepimizin mensub olduğumuz partiden ve seçeceğimiz milletvekilinden bunu sarahatle ve ısrarla istememizi temenni ederim. Bizim demokraside eksik görünen şey, salâhiyet ve kontrol denilen şeylerin ayarlanmamış olmasıdır. Salâhiyet olmazsa hiç bir şey yapılamaz, derece derece de olsa kontrola tâbi olmıyan salâhiyet ve kudret ergeç insan haklarını çiğneyebilir... Efeleri düşündüğüm zaman daima Akif’in en çok sevdiğim bir mısraını hatırlarım: Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.”
Siyasetten çekildikten sonra evinden olan biteni sessizce izledi. 6-7 Eylül olayları için “Hepimizin yüzünü kızartan olaylar” dedi. 27 Mayıs darbesinden sonra ise sustu. Torununa göre susmasının sebebi, darbeye karşı konuşmasından çekinen İstanbul valisi Refik Tulga’nın sık ziyaretleriyle artık hastalığı ilerleyen Halide Edip’le yakından alakadar olmasıydı.
Kimsenin ağzını açamadığı günlerdi. Halide Edip, sessizliğini ise yine bir “Hayır” demek için bozdu. 27 Mayısçıların 147 öğretim üyesini üniversiteden atmasına karşı Cumhuriyet gazetesine “Ruh Mikropları” adlı bir yazı gönderdi.
Yazının girişi “O kadar ümitle ve sevinçle karşıladığımız 27 Mayıs devrimcileri” diye başlıyordu ve 147 öğretim görevlisinin üniversiteden atılması kararından bu yüzden şok duyduğunu söylüyordu. Ama devamında söyledikleri yine ona yakışan bir itirazdı:
“Ruh denilen şeyin içindeki mikroplardan kurtulması için, labaratuvarda hiçbir çare bulmak imkanı yoktur. Bu mikroplar her memlekette vardır... Bizdeki salgınlar öteden beri jurnalcilik şeklinde kendisini göstermiştir. Bir devir kapanıp bir başka devir açılınca, ihtiraslar, kinler vesair gibi ruh mikropları saikiyle insanlar kendilerine hiç fenalık etmemiş kişileri de lekeler, jurnal ederler.”
Son zamanlarında en büyük derdi, Kayseri Cezaevi’nde yatan eski Demokrat dostlarıydı. Yakınlarında onları kitapsız bırakmamalarını söylüyordu.
10 ocak 1964 günü sabaha karşı evinde vefat ettiğinde Türkiye, Başbakan asmış, iki başarısız darbe denemesi daha geçirmiş, henüz Halide Edip’in özlemini duyduğu demokrasinin çok uzağında bir ülkeydi.
Altı yıl sonra 10 Mart 1970 günü Türk Kadınlar Cemiyeti, elli yıl önce tarihi konuşmasını yaptığı Sultanahmet Meydanı’na küçük bir büstünü dikti. Törene Adalet Partisi’nin İstanbul Belediye Başkanı olan Fahri Atabey de bir çelenk göndermişti. Atabey, Yassıada’nın en rezil davası olan Bebek Davası’nda yargılanmış DP’li bir doktordu. Ama onun çelengini törene katılan solcu gençler “ABD Başkonsolosluğu’na göndersin” diyerek “Kahrolsun Amerika” sloganları eşliğinde parçaladılar.
İnsanları kızdırdığında mandacılıkla suçlanan Halide Edip’in büst açılışında atılan sloganlardı bunlar.
Çünkü, 68 hareketinin yükseldiği, Vietnam’da savaşmış ABD 6. Filo gemilerinin İstanbul’da protesto edildiği, tepkilerin merkezinde de iktidardaki Adalet Partisi’nin olduğu zamanlardı. Daha sonra deşifre olacak ordu ve aydınlar içindeki bir cunta da darbe hazırlığı içindeydi.
Halide Edip’in mütevazi büstü açılmasından dört gün sonra sabaha karşı bilinmeyen kişiler tarafından dinamitle patlatıldı.
Büyük infial yaratan olay solcu öğrencileri bir kere daha sokağa dökmüştü. “Amerikalı it evine git” sloganları atan üniversiteli kızlar “Halide Edip bayrağını yıllar sonra yine taşıyoruz” pankartıyla yürüdüler.
Büst bir hafta sonra yine Amerika karşıtı sloganlarla yeniden açıldı. Solcular büstü o günlerde başında eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın olduğu MTTB’lilerin ve “dinci”lerin dinamitlediğini iddia ediyordu.
Ama üç yıl sonra açılacak Bomba Davası’nda savcının başka bir iddiası vardı. İddianameye göre büstü 27 Mayıs darbesine giden olayların dönüm noktası olan 28 Nisan olaylarının öncüsü olan isimlerden biri olan doktor Memduh Eren patlatmıştı.
Savcıya göre bu, 9 Mart 1971’de ülkeyi darbe şartlarına hazırlamak için yapılan tehdiş eylemlerinden biriydi.
İddianameye göre genç bir psikolog doktor olan Memduh Eren’in cunta içinde bağlı olduğu iddia edilen emekli albay Talat Turhan’ın evine gelerek “Halide Edip’in putunu devirdim. Kendisini zaten Türk kadını olarak görmüyorum” demişti.
Ama işkence altında ifadelerin alındığı, yapımı süren Boğaziçi Köprüsü’nü havaya uçurmak gibi uçuk iddialar içeren bir davaydı bu. Mahkumiyet alanlar afla affedildi.
Ama tam olarak kimsenin kendinden göremediği Halide Edip’in Sultanahmet’te bir kenara atılmış büstünün kaderi değişmedi.
Her zaman onu temizleyecek hippi turist kızlar da çıkmadı.
Büstün harap hali zaman zaman gazetelere haber oldu. 1996’da büst biraz toparlanıp, bir kere daha törenle açıldı.
Sonraki yıllarda büste Halide Edip’in neredeyse bütün yüzünü kaplayan komik bir yuvarlak gözlük eklenmişti.
Bu ucube halinden şikayet eden haberler çıktı ama kimsenin pek umurunda olmadı.
Halide Edip’in büstünün kaderi de uğruna çok mücadele ettiği Türkiye’nin demokrasisine benzedi.
100 yıl önce sesiyle inlettiği Sultanahmet’in bir kenarında öylesine duruyor. Sanki bizden ümidini kesmiş, gelip kıymetini bilecek, tozunu silecek yeni turistleri bekliyor...
(Bu yazıda Halide Edip ile ilgili bilgiler tabii ki İpek Çalışlar’ın muhteşem Halide Edip biyografisinden alındı.
Halide Edip’in Siyasi Vedanamesi’ni ise sevgili arkadaşım avukat Gülçin Avşar sayesinde keşfettim. Eğer Halide Edip’in son 20 yılında verdiği hukuk ve demokrasi mücadeleleri, yaptığı müthiş konuşmalar üzerine yazmaya niyetlendiği kitabını bitirirse gizli Halide Edip Muhipleri Cemiyetimiz’i kamuoyuna ilan edebiliriz.)
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025
26.05.2025