Halil BERKTAY
[21-22 Ocak 2025] Mao’dan önce Lenin, Lenin’den önce Marx, Marx’tan önce Fransız Devrimi ve Robespierre vardı. Onların da öncesinde Yeniçağ (Erken Modernite) ve Aydınlanma düşüncesi yatıyordu. Devrimcilerin devrim anlatımı (yani devrimin sırf iyiliği, doğruluğu, haklılığı ve faydası değil, aynı zamanda zorunluluğu, kaçınılmazlığı ve karşı durulmazlığı doktrini) gökten zenbille inmedi. Modern devletin teorileştirilmesi Machiavelli’yle başlayıp Jean Bodin, Hobbes, Locke ve Montesquieu ile gelişirken, içine bir noktadan sonra bu devlete itiraz ve isyan sorunu da girdi. Uzun süre bir ihtimal olarak kaldı; Rousseau ile olağanlaştı, giderek daha kolay kabul edilebilir bir meşruiyet kazandı. Ama aynı zamanda, bunun sınırı nedir, nerede durulur, her önüne gelen her durumda ayaklanıp devrim yapmaya kalkarsa bu iş nereye varır gibi endişeleri de beraberinde getirdi. Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’ne her ikisi, yani hem özlem hem endişe birlikte yansıdı.
Amerika’nın Bağımsızlık Savaşı ve tabii Bağımsızlık Beyannamesi (veya Bildirgesi) diyoruz, ama pekâlâ Amerikan Devrimi de denebilir; sık sık deniyor nitekim. Çünkü hem Britanya İmparatorluğu’na, hem İngiltere kralına, tahtına ve tâcına başkaldırıydı. Monarşi ve anti-monarşi, toplumsal değil ama ideolojik planda mevcuttu. Kuzey Amerika’nın feodal bir geçmişi hiç olmadı. Avrupa’nın Atlantik kıyısının beyazları Yeni Dünya’ya damarlarında kâr hırsıyla çıkageldi ve avcı-toplayıcı yerlilerden gaspettikleri alanlarda (bağımlı köylülere dayalı) aristokratik bir toprak düzeni değil, kâh köle emeğine, kâh (daha çok) ücretli emeğe dayalı kapitalist ticaret kolonileri oluşturdu. 1775-1783 arasında bağımsızlıklarını kazandıklarında da, krallığı akıllarına dahi getirmeyip (hangi hanedanı ABD tahtına geçireceklerdi?), doğrudan demokratik bir cumhuriyet kurdular.
Yukarıda gördüğünüz resim, kırk – kırkbeş yıl sonra bu tarihsel ânı ve kurucu sınıfı canlandırıyor. John Trumbull’un The Declaration of Independence tablosu. Konusu, Bağımsızlık Beyannamesi’nin 1776’nın 4 Temmuz’unda kabul edilmesi değil. Philadelphia Kongresi üyelerinin çoğunluğunca 2 Ağustos’ta imzalanması da değil. Daha önceki bir olay: metni kaleme almakla görevli beş kişilik komisyonun, hazırladıkları taslağı 28 Haziran’da Kongre’ye sunması. Sanatçıya hükümetten sipariş 1817’de verilmiş, fotoğraf öncesi çağda fotoğrafik bir realizme ulaşmak istemiş, bunun için iki yıl çalışmış, 56 imzacıdan 42’sinin hayattaki görüntülerini bulup resmedebilmiş, 1819’da bitirip satmış (yani teslim edip parasını almış); 3.7 x 5.5 metre boyutlarındaki eseri 1826’dan beri Washington DC’deki Capitol binasının büyük kubbesinin altındaki yuvarlak giriş holünde (Rotunda’da) duruyor. Ne görüyoruz? Delegelerin çoğu sol ve sağ arkada, kâh ayakta kâh oturmakta. Sağ öndeki masada, koltuktaki Kongre Başkanı John Hancock; yanında dikilen, Kongre Sekreteri Charles Thomson. Önlerinde, Komisyonun beş üyesi: (soldan sağa) John Adams, Roger Sherman, Robert R. Livingston, (asıl yazarı diyebileceğimiz) Thomas Jefferson ve (keza önemli fikrî katkılarda bulunan) Benjamin Franklin. Toplumsal bileşim hayli çarpıcı. Tek bir kadın yok; tümüyle erkek ve hali vakti yerinde bir topluluk. Zenginleri, büyük çiftlik (ve bazen de köle) sahiplerini, tüccar ve bankacıları, girişimcileri, işadamlarını kapsıyor. Kültürel bakımdan da Aydınlanma ile rezonans içindeki, entellektüel yanı güçlü bir denizaşırı burjuvazi. Yazdıklarına kuvvetle damgasını vuruyor.
Benim derdim, sadece ilk iki paragrafıyla. Toplumsal olayların akışı içinde, diye başlıyor (human events diyor; “beşerî” diybilsek iyi de “insanî” veya “insanları ilgilendiren” gibi ifadeler çok hantal, onun için toplumsal diye çevirmeyi tercih ediyorum), bir milletin (people diyor; kavim, halk veya millet olabilir ama hem çağ, hem ideolojik bağlam sanırım millet demeyi gerektiriyor) kendini başka bir millete raptedegelmiş olan siyasî bağları koparıp dünya devletleri arasındaki ayrı ve eşit konumuna kavuşması zorunlu hale gelebilir. İşte bu noktada, insanlığın kanaatine duyduğumuz saygı, neden bu adımı attığımızı açıklamayı gerektiriyor. Cümlenin ana mecrası bu şekilde (1). Ancak arada çok kritik bir alt-cümle var. Jefferson ve arkadaşları, söz konusu “ayrı [bağımsız] ve eşit” konumu Tanrı’ya bağlamak gereğini duyuyor.
Bunda ne var, diyebilirsiniz. Hemen herkes yapmıyor mu bunu? 1921’de Mehmed Âkif de “Hakka tapmaya” bağlamayacak mı milletinin hürriyet ve istiklâlini? Ama hayır, galiba burada biraz farklı bir din ve tanrı anlayışı söz konusu. Çünkü söz konusu “ayrı ve eşit” statü, “Doğa Yasaları’nın ve Doğa’nın Tanrısı’nın” (herkese) kazandırdığı bir hak olarak gündeme geliyor. Tanrıyı ve inancı böyle tarif ediyorlar. Hıristiyanlık demiyorlar, İsa Mesih demiyorlar, Hıristiyanlığın Tanrısını çağrıştıracak başka herhangi bir ifade kullanmıyorlar; üzerine basa basa, büyük harflerle “Doğa Yasaları”na ve “Doğa’nın Tanrısı”na başvuruyorlar. Çünkü çağ Isaac Newton çağı. Yerçekimi Yasası, evrenin tamamını bir doğa yasaları bütünlüğü olarak kavramanın önünü açmış. Bilimsel Devrim öyle bir noktaya gelmiş ki, birçok konuda Kutsal Kitapların lâfzında (literalist yorumunda) ısrarın imkânı kalmamış. Din ile bilimi bağdaştırmanın yeni yolları aranmaya başlamış. Dönemin büyük şairi Alexander Pope (1688-1744), 31 Mayıs 1727’de ölen Newton’ın Westminster Abbey’deki mezarının kitabesine “Doğa ve yasaları gecenin karanlığında saklıydı / Tanrı ‘Newton vücut bulsun’ dedi ve her şey aydınlandı” diye yazmış (Nature and its laws lay hidden in night / God said ‘Let Newton be,’ and all was light). Böylece bir yandan doğa yasalarının da Tanrının eseri olduğunu vurgularken, madalyonun diğer yüzünde Tanrıyı yeniden tanımlamış. Tanrı, artık evrenin zembereğini kurup bırakan ve gerisine karışmayan bir Yaradan. Evrenin Saatçisi (Clockmaker of the Universe) ya da İlk Muharriki (Prime Mover of the Universe). İşte Aydınlanma’nın bu “deist teoloji”sidir ki, Newton’ın ölümünden ve Pope’ın dizelerinden elli yıl sonra hemen aynen Bağımsızlık Beyannamesi’nde yankılanıyor.
Geçelim. İkinci paragraf (2), Hobbes, Locke ve Hume’un izinde, Doğa Yasaları’ndan Doğa Durumu’na (state of nature) ve Doğal Haklar (natural rights) doktrinine geçerek başlıyor: “Aşağıdaki gerçekler bizim için izahtan varestedir: Tüm insanlar eşit yaratılmış ve Yaradanları tarafından bazı vazgeçilmez haklarla donatılmıştır; Yaşama, Hürriyet ve Mutluluğu kovalama hakkı da bunlar arasındadır.” Marx’ta bu, henüz ailenin, özel mülkiyetin, sınıfların ve devletin olmadığı bir düzen diye ayrıntılandırılıp ilkel komünizm adını alacak. Gene Marx’ta, bu eşitlikçi yeryüzü cenneti (Adem ve Havva’nın düşüşü misali) yepyeni kötülüklerin: mülkiyetin, sınıfların ve devletin ortaya çıkmasıyla yitirilecek. Oysa 17. ve 18. yüzyıl düşüncesinde bunlar kötü değil iyi gelişmeler. Özellikle devlet, Marksizmdeki gibi derinleşen sınıf çelişmelerinin üzerine bir zulüm ve zorbalık aracı olarak oturmuyor; tersine, Locke’un insanların özsel iyiliğine ve işbirliği ihtiyacına dayandırdığı Toplum Sözleşmesi temelinde, gönüllü onaylarla vücut buluyor: “İnsanların bu hakları güvence altına almak amacıyla kendi aralarında kurduğu yönetimler, haklı yetkilerini yönetilenlerin rızasından alır.”
Ama ya herhangi bir Hükümet [Yönetim] Biçimi söz konusu hakları çiğnemeye girişirse? O zaman “söz konusu yönetimi değiştirip veya feshedip yeni bir Hükümet kurmak ve Mutluluk ve Güvenliklerini gerçekleştirmelerine en fazla olanak sağlayacak ilkeler ve yetkiler temeline oturtmak, Halkın Hakkı olacaktır.” Devrimin Rousseau’dan mülhem olasılığı böyle giriyor, Amerikan Devrimi’nin temel, kurucu metnine. Tekrar belirteyim; bu da “izahtan vareste gerçekler” kapsamında. Fakat o kadar pürüzsüz gitmiyor ki, burada yutkunuyorlar biraz. İsyan o kadar basit ve kolay mı olmalı? Galiba hayır: “Tabii basiret, uzun süredir varolan Hükümetlerin [Yönetimlerin] sudan ve geçici nedenlerle değiştirilmemesini gerektirir; esasen tecrübe, insanların durumlarını düzeltmek amacıyla alışageldikleri yönetim biçimlerini [derhal] ilga etmek yerine, kötülüklere katlanılabilir oldukları sürece katlanmayı yeğlediklerini gösteriyor.” (3)
Bu duraksama ve hatırlatma niçin önemli? Çünkü bir, yetmiş küsur yıl sonraki Komünist Manifesto’dan (1848) itibaren Marx’ta ve Marksizmde göremeyeceğimiz bir fikri içeriyor. Açıyorum: toplum sırf çelişki ve çatışmadan ibaret değil; insanların komşulukları, alışkanlıkları, paylaştıkları, bir arada yaşama kültürleri, gelenekleri, örf ve âdetleri ve bunların kurumsal ifadeleri de hayatlarında büyük yer kaplıyor ve onları bir arada tutmaya yarıyor. Dolayısıyla iki, devrimin ciddi bir maliyeti var, olacak, çünkü bütün bunların da yıkılmasını içeriyor. İlginçtir; Philadelphia Kongresi’nin düşünsel önderleri, daha Bağımsızlık Savaşı’nın ilk başlarında görebiliyor bunu. Aydınlanma ile Devrim aynı şey değil. İki farklı moment. Biri düşünce, diğeri eylem. Eylem başladığında, artık tamamen kendi kurallarıyla yürüyecek. Eylemin eşiğinde, sanki Kongre’nin tereddütlü mensuplarını, hattâ belki kendi kendilerini ikna etmeye çalışıyorlar. Benzersiz bir adımın arifesinde, tartışılmaz bir haklılık arıyorlar. Nitekim bir sonraki cümlede, ancak, diyorlar, “ancak hep aynı amaca yönelik uzun bir gasp ve istismarlar zinciri onları mutlak bir Despotizme boyun eğdirme niyetini açığa vuruyorsa, o zaman böyle bir yönetimi devirip gelecekteki güvenlikleri için yeni Önlemler almak, onların hakkı ve görevi sayılmalıdır.” (4) — Ve siz biliyor musunuz biz şimdiye kadar nelere sabırla tahammül ettik deyip, “mevcut Yönetim Sistemlerini değiştirmeye mecbur” kalmalarının gerekçesi olarak, “Büyük Britanya Kralı”ndan çektiklerini sayıp dökmeye başlıyorlar (5).
Yani sonunda devrim arzusu ve iradesi, gene devrimden duyulan endişeye ağır basmış oluyor. Bu da, katlanılamazlık noktasına gelmişlikle belirleniyor. Sıkı, titiz, kılı kırk yaran bir mantıkla, bu da topu taca atmak demek. Çünkü objektif bir ölçüsü yok ve olamaz, Eski Rejimlerin katlanılır olup olmadığının. Bu tamamen sübjektif; yaşayana ve söyleyene bağlı. Zamanla dayanılmazlık veya katlanılmazlık devrimci bir söylem olup çıkacak. Nitekim bundan sonra hemen hiçbir devrim olmayacak ki, devrim öncesi ve sonrasında devrimciler (devrimci gruplar, partiler, yazarlar, liderler, propagandacılar) koşulların artık dayanılmaz hale geldiğini iddia etmesin. Başka bir deyişle, biz “katlanılabilir” kötülüklere karşı “sudan ve geçici nedenlerle” değil, gerçekten katlanılamaz kötülüklere karşı, “mecbur” olduğumuz için ayaklandık demek, sadece devrimci liderliğin öznel bilinç ve iradesini yansıtıyor. Kantçı terimlerle konuşacak olursak, her bir ayrı duruma özgü “farazî (hipotetik) emredicilik”leri aşıp “kategorik (evrensel) emredicilik” kertesine ulaşamıyor.
Gene de iyi, sonrasına göre. Amerikan devrimcileri, devrimin artıları ve eksilerine ilişkin gelecekteki iki yüz küsur yılın tartışmasını henüz kendi vicdanlarında yaşıyor. Fransız Devrimi’nden ve özellikle de Marksizm tarafında teorileştiriliş (veya aşırı-teorileştiriliş) tarzından itibaren, artık bu iç muhasebenin zerresi kalmıyor. Tereddüt yok. Uzlaşma arayışı yok. Maliyet yok. İçsel çelişki dışa, dış kavgaya vuruyor. Bir tarafta yüzde yüz inançlı devrimciler ve diğer tarafta karşı-devrimciler (daha doğrusu, saf devrimcilik ve saf karşı-devrimcilik) yer alıyor.
——————–
DİPNOTLAR
(1) İlk paragrafın orijinali: When in the Course of human events, it becomes necessary for one people to dissolve the political bands which have connected them with another, and to assume among the powers of the earth, the separate and equal station to which the Laws of Nature and of Nature’s God entitle them, a decent respect to the opinions of mankind requires that they should declare the causes which impel them to the separation.
(2) İkinci paragrafın başlangıcının orijinali: We hold these truths to be self-evident, that all men are created equal, that they are endowed by their Creator with certain unalienable Rights, that among these are Life, Liberty and the pursuit of Happiness.–That to secure these rights, Governments are instituted among Men, deriving their just powers from the consent of the governed, –That whenever any Form of Government becomes destructive of these ends, it is the Right of the People to alter or to abolish it, and to institute new Government, laying its foundation on such principles and organizing its powers in such form, as to them shall seem most likely to effect their Safety and Happiness.
(3) İkinci paragrafın ortasındaki kritik tereddüt cümlelerinin orijinali: Prudence, indeed, will dictate that Governments long established should not be changed for light and transient causes; and accordingly all experience hath shewn, that mankind are more disposed to suffer, while evils are sufferable, than to right themselves by abolishing the forms to which they are accustomed.
(4) İkinci paragrafın, tereddütten gene de devrime dönüş cümlesinin orijinali: But when a long train of abuses and usurpations, pursuing invariably the same Object evinces a design to reduce them under absolute Despotism, it is their right, it is their duty, to throw off such Government, and to provide new Guards for their future security.
(5) Somut şikâyet ve talepler dökümüne geçiş cümlelerinin orijinali: Such has been the patient sufferance of these Colonies; and such is now the necessity which constrains them to alter their former Systems of Government. The history of the present King of Great Britain is a history of repeated injuries and usurpations, all having in direct object the establishment of an absolute Tyranny over these States. To prove this, let Facts be submitted to a candid world.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024