Halil BERKTAY
[10.6.2019] Evet, asıl tarihsel, birincil anlamıyla cadı avları, dünyanın Batı-dışı bölgelerinde 18. yüzyıldan sonra da devam etti, ediyor (bkz Ruhumuzdaki şeytan (3) hangi Avrupa-merkezcilik?). Ama artık ön planda değil. 20. yüzyılda yerini, gene Batı bağlamında türeyen ikincil fakat daha büyük bir anlam aldı.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde, bir tarafta Nazizm ve diğer tarafta Stalinizm yükseldi; İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise bu sefer ABD ile Sovyetler Birliği karşılıklı mevzilendi. Bu kutuplaşmalar, büyük ideolojik dâvâlar uğruna hukukun ayaklar altına alındığı, insanların üzerinde tepinildiği, bireylerin çiğnendiği ve tükürüldüğü fanatizm dalgalarıyla elele gitti. Totaliter rejimlerin merkezindeki liderler, (gerçek veya hayalî) rakipleriyle bambaşka bir amansızlıkla hesaplaşır oldu. Gazetelerde tek-yanlı suçlama ve karalama kampanyaları açıldı. Sanıklar özel mahkeme ve komisyonlarca, bunaltıcı biçimde sorgulandı. Faşist ve Komünist rejimlerde vahşi işkencelere de uğratıldı. Sonra görülen duruşmalarında, gene işkence tehdidi altında susta durduruldu; abuk subuk, en ufak inandırıcılığı olmayan itiraflara zorlandı. 1930’larda Almanya ve Rusya’da; 1940’ların sonları ve 50’lerin başlarında Doğu Avrupa’da, birçoğu idam edildi. Gene 1950’lerin başlarındaki Amerika’da işlerini kaybetti; toplumun marjlarına, alacakaranlığa, müstear isimlerle çalışmaya itildi veya çareyi Atlantik ötesine, Soğuk Savaşa karşın o kadar çıldırmayan İngiltere’ye kaçıp sığınmakta buldu.
Cadı avı deyimi işte bu çerçevede güncellendi. Mecazî bir kullanıma kavuştu. Her türlü muhalefeti veya muhalefet olasılığını ezip geçmek amacıyla, kitlesel isteri nöbetleri ve ahlâkî çöküş yaratmaya yönelik propaganda kampanyaları eşliğinde gerçekleştirilen seferberlikleri anlatır oldu.
Ne acıdır ki Türkiye tarihin bu karanlık mecrasında bir bakıma başı çekti. Gerçi Sovyetlerde gizli polis (ÇEKA 1917-22, sonra OGPU 1922-34, sonra NKVD 1934-46) terörü çoktan alıp yürümüştü. Ama sathın altındaydı. Büyük göstermelik mahkemeler henüz başlamamıştı. “Devrimci diktatörlük” adına “karşı-devrimci”lere alenen neler yapılabileceğini, önce 1925-27 arasının İstiklâl Mahkemeleri sergiledi. Şeyh Sait isyanının ve İzmir Suikastinin gölgesinde, her türlü muhalefet terörize edildi ve Tek Parti iktidarının (bırakın ideo-politik boyutlarını) öncelikle psikolojik temelleri atıldı.
Stalin’in kendi rakiplerine karşı cadı avı, 1936-38 arasının Moskova Duruşmaları ile doruğuna ulaştı. 1929’da patlak veren Büyük Bunalımın sadece kapitalist Batı dünyasını etkilediği, Sovyetler Birliği’nin ise bu sırada sosyalist planlama sayesinde dinamik bir gelişmeyi sürdürdüğü, bir zamanlar Solda inandığımız efsanelerdendir. Gerçekte ise aşırı hızlı sanayileşme ve tarımın zorla kollektifleştirilmesi, 1928-33 arasında kendi krizini yaratmış, geniş işçi ve köylü kitlelerine büyük zarar vermişti. Stalin’in Büyük Tasfiye hareketi, buradan, bu korkudan -- sosyalizmin geri dönülmez zaferinden değil, bu koşullarda yeni bir muhalefetin yükselebileceği korkusundan kaynaklandı. (a) 1936’daki Troçkist-Zinovyevci Terör Merkezi (veya Zinovyev-Kamenev veya Onaltılar) Dâvâsı; (b) 1937’deki Sovyet Aleyhtarı Troçkist Merkez (veya Pyatakov-Radek) Dâvâsı; (c) 1938’deki Sovyet Aleyhtarı Sağcılar ve Troçkistler Bloku (veya Buharin-Rykov veya Yirmi Birler) Dâvâsı ile, bütün Eski Bolşevikler (başka bir deyişle, tanınan liderler nesli) tasfiye edildi ve renksiz aparatçiklerin kumanda ettiği yeni bir parti yaratıldı.
1949-54 arasında Amerika, global ölçekte Soğuk Savaş, Avrupa’nın bölünmüşlüğü ve Uzak Asya’da Kore Savaşı koşullarında, Wisconsin eyaletinin Cumhuriyetçi senatörü Joseph McCarthy’nin başlattığı yeni bir Kızıl Korku dalgasıyla sarsıldı. Mc Carthy’nin 1950 Şubat’ında yaptığı bir konuşmada elindeki bir kâğıdı sallayarak (mealen) “burada Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan 205 Komünistin isimleri var” dediğini, bugün Türkiye’de pek kimse bilmez, hatırlamaz (oysa 31 Mart yerel seçimleri sürecinde, Millet İttifakı içindeki sözümona “PKK’lılar” hakkında iktidar medyasında yazılanlar, siyasî literatüre McCarthycilik diye geçen asılsız suçlama ve dezenformasyon biçiminin tipik bir örneğini oluşturuyordu). Ne kadar sahte de olsa, bu yöntemlerle büyük bir yaygara kopartıldı; yüzlerce kişi Komünist veya Komünist sempatizanı olmakla suçlandı; başta Temsilciler Meclisi’nin Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komitesi (HUAC) olmak üzere, gerek devlet dairelerinde ve gerekse özel sektörde kurulan tuhaf panellerin önüne çıkarıldı; kamu görevlileri, sendikacılar ve üniversite mensupları öncelikle hedef alındı; (bugünlerde Yıldıray Oğur’un sürekli teşhir ettiği türden) arkadaşlık, müzaheret, irtibat ve iltisak iddialarının yeterli delil sayıldığı süreçlerle insanların hayatı karartıldı, kariyerleri yerle bir edildi.
Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarındaki 1951-52 TKP tevkifatı, McCarthyciliğin Türkiye’deki izdüşümünü oluşturdu.
Hemen aynı yıllarda, McCarthyciliğin muadili Doğu Avrupa’da yaşandı. Gene Soğuk Savaşın başlarıydı; ayrıca Yugoslavya’da Tito bağımsızlığını ilân etmişti ve Stalin artık her yerde potansiyel Titolar görüyordu. Bu çerçevede, Sovyet ordusunun 1944-45’te Nazizmden kurtardığı ve aynı anda başka bir imparatorluk adına işgal ettiği bir dizi “halk demokrasisi,”,yeni Komünist yönetimleri tamamen kendi kontrolüne almak isteyen Moskova’nın emrettiği yeni terör mahkemelerine hedef oldu. İçten içe “milliyetçi” olabileceğinden (yani her durumda yüzde yüz söz dinlemeyebileceğinden) kuşku duyulan bir dizi lider, olabilecek bütün dış düşmanlarla işbirliği, yıkıcılık, casusluk, karşı-devrimcilik, Titoculara hizmet veya emperyalizme hizmet gibi grotesk iddialara maruz bırakıldı.
Macaristan’da Laszlo Rajk, komünist iktidarın mimarlarındandı. Gizli polisin (AVH) kurucusu ve içişleri bakanıydı. Ancak Matyas Rakosi’nin fazla gözüne battı. 30 Mayıs 1949’da düzmece suçlamalarla tutuklandı. Partinin gözbebeğiyken, bir gecede “Titocu casus”a ve Batı emperyalizmin kapitalizmi geri getirmeyi amaçlayan “tasmalı köpeği”ne dönüşüverdi. Hapiste işkence gördü ve iddiaları kabul ederse beraat edeceği sözü verildi. 16-24 Eylül 1949’da yargılandı. İstendiği gibi “itiraf” etti ama savcılık sözünde durmadı; suçların vahameti karşısında ibret olsun diye Rajk ve yedi arkadaşı hakkında en ağır cezayı istemek zorunda olduğunun altını çizdi. Laszlo Rajk 15 Ekim 1949’da idam edildi.
Bulgaristan Komünist Partisi’nin Dimitrov ve Kolarov ile birlikte en önemli üç isminden biri olan Trayko Kostov, parti genel sekreterliği ve başbakanlık görevlerinden ansızın alaşağı edildi. Hakkındaki asılsız iddialar, öncelikle Vasil Kolarov, sonra (bir zamanlar Türk solunda pek beğenilen, sipariş üzerine hakkında Dimitrov Geçiyor diye epik kitaplar dahi kaleme alınan) Georgi Dimitrov tarafından dillendirildi. Kostov on arkadaşıyla birlikte 7-14 Aralık 1949 tarihleri arasında Sofya’da yargılandı ve iki gün sonra idam edildi.
Çekoslovakya’da Klement Gottwald ile Rudolf Slansky birbirlerini kollarken, atik davranan Gottwald oldu. Bir kere daha Titoculuk iddiaları öne çıktı. Slansky ve 13 arkadaşı “Troçkist-Siyonist-Titocu-burjuva-milliyetçi-hainler” diye yaftalanıp Kasım 1952’de yargılandı. Yukarıdaki başlık resminde, duruşması sırasında iki gardiyanı arasında sıkıştırılmış vaziyette gördüğünüz Slansky dahil on biri 3 Aralık 1952’de asıldı. Geriye mezarları dahi bırakılmadı. Külleri yol yapımında kullanıldı. Diğer üçü müebbet hapse mahkûm edildi.
* * *
Bu pis, tiksinti verici tarih hakkında son iki not: (1) Macaristan’daki Rajk dâvâsının hazırlık safhasında tutuklanıp, Stalin’in gönderdiği NKVD/KGB sorgu uzmanlarının elinde işkence görenler arasında, Janos Kadar diye biri de vardı. Her nasılsa sıyırdı. 1956’da ilk başta o da muhalif ve reform yanlısıydı. Macar ayaklanmasının seyri içinde, havayı koklayıp duruma göre saf değiştirdi. Sovyet tankları ayaklanmayı ezdi. Imre Nagy sığındığı Yugoslav elçiliğinden sahte vaatlerle çıkarıldı ve derhal tutuklanıp Sovyetler Birliği’ne kaçırıldı. Geri getirildi ve gizlice yargılanıp gizlice idam edildi. “Karşı-devrim” bu suretle ezilirken, partiyi ve hükümeti Imre Nagy’nin eski ve yakın arkadaşı Kadar devraldı. 32 yıl başta kaldı. Komünizmin nihaî çöküşünden hemen önce, 1988’de emekli oldu ve 1989’da vefat etti.
(2) İlginçtir; Çekoslovakya’da Slansky dâvâsının hazırlık safhasında tutuklanıp işkence görenler arasında da, bu sefer Gustav Husak diye biri vardı. O da her nasılsa sıyırdı. 1968’de Çekoslovakya’da parti içinden bir demokratikleşme hareketi başgösterdi. Aleksandr Dubcek “güleryüzlü sosyalizm” (socialism with a human face) çizgisini belirledi. O da Sovyetlerin başını çektiği (ve sadece Romanya’nın katılmadığı) bir Varşova Paktı müdahalesiyle devrildi. Yerine Husak geçti. Kadar gibi o da çok uzun süre başta kaldı. 1969-87 arasında 18 yıl boyunca partiyi ve devleti yönetti. Komünizmin çöküşünü gördü (oh olsun, iyi ki gördü). 1991’de vefat etti.
Sovyetlerde Leonid Brezhnev’in 18 yıl süren liderliğiyle birlikte, Macaristan’da Kadar ve Çekoslovakya’da Husak da bir zamanlar sosyalizmin giderek donuklaşması, taşlaşması ve çöküş sürecine girmesinin alabildiğine renksiz, katı, bürokratik çehreleriydi. Survivortelevizyon dizileri de ne ki? Bunlardı asıl “hayatta kalma” artistleri. İşe bakın ki, bizzat yaşadıkları tutuklanma, düzmece iddialarla suçlanma ve işkence tecrübeleri sayesinde rejimin gerçekliğini içeriden, olabilecek en mahrem biçimde tanıdıkları halde, yeri geldiğinde ve fırsat bulduklarında o rejimin başına geçmiş ve olduğu gibi sürdürmüşlerdi.
Patika ve paradigm bağımlılığının; tersten söylersek, o parti ve iktidar yapısı dışında bir hayat tanımamanın, bundan güçlü ve bundan acı örneği olabilir mi?
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYADevlet, Komün ve Demokratik Sosyalizmin İnşası; Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu... 14.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024