Halil BERKTAY
[29 Ekim 2020] Serbestiyet’te son haftalarda çıkan bazı yazıları, özel bir nedenle çok önemsiyorum: Metin Karabaşoğlu, “Oksidentalizm: Panzehir değil zehir!” (7 Eylül); Metin Karabaşoğlu, “Görmemiz gereken gözbağı” (21 Eylül); Metin Karabaşoğlu, “Vatanseverlik görünümlü narsizmler” (13 Ekim); Metin Karabaşoğlu, “Siyasî iktidarlar fikrî iktidar derdine düşerse, çıkacak sonuç slogan üretmek” (23 Ekim); Alper Görmüş, “Neşesiz, sorudan hoşlanmayan, siyasetin esiri olmuş bir ‘reel din’ ve dindar” (19 Eylül); Alper Görmüş, “Dünyasız bir kafayla siyasî iktidar mümkün, fakat kültürel iktidar değil” (24 Ekim); İhsan Bilgin, “Batı taklitçiliği” (28 Ekim); nihayet Erkan Koca, “Hatâ neredeydi?” (29 Ekim). Hepsi, şu veya bu şekilde Doğu-Batı sorunsalı, dindar-muhafazakâr mahallenin iç âlemi, tırmandırılan genel Batı düşmanlığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu yakınlardaki “fikrî iktidar olamadık” yakınmasının (19 Ekim) arkaplanı etrafında dönüyor.
İlk altısının üzerine, bir de Etyen Mahcupyan’ın iki gün önceki “Büyük yenilgi: Kültürel hegemonya” yazısı geldi (27 Ekim 2020). Hem diğerlerini taçlandırdı, kuşattı ve birleştirdi, hem de kendi ağırlığını ekledi. Tam anlamıyla, zamanı gelmiş bir müdahale teşkil etti. Tabii katıldığım çok şey var. Saysam mı acaba? (1) Rusya ile Osmanlının paylaştığı, Batı’ya kıyasla gecikmişlik ve geçilmişlik sendromu (ben kendi sözcüklerimle ifade ediyorum). Buna karşı, hızlandırılmış yetişmeciliğin uç vermesi ve her iki toplumda otoriter, tepeden inmeci biçimlere bürünmesi (birinde sosyalizm, diğerinde Kemalizm). Modernizatör aydınların parti-devlet diktatörlükleri.
(2) Fakat anlam dünyalarında çok temel bazı sorular. Katolik Batı biz Ortodoksları nasıl geçebildi? Hıristiyan Batı biz Müslümanları nasıl geçebildi? Biz Türkleri nasıl geçebildi? Türk-İslâm sentezini nasıl geçebildi?
(3) Bu sorulara hem açıklama anlamında cevap verilememesi, hem alternatif anlamında cevap bulunamaması. “Çünkü atmak zorunda oldukları adımı bazen anlamadılar, bazen anlayıp hoşlanmadılar, bazen de eksik attılar.” Buna bir de “üstelik atmış gibi yaptılar”ı, yani gerekli adımları eksik ve yarım yamalak attıkları halde atmış gibi yaptıklarını ekleyebilirim. Hemen bütün 19. yüzyıl reformlarının bir boyutudur bu. Büyük Devletler (evet, eşitsiz emperyalist ilişkiler içinde) bir dizi reform talep eder. Yapılmayacağı veya yapılamayacağını bile bile. Bu, onların ikiyüzlülüğüdür. Karşılığında Osmanlı itiraz eder, süründürür, sonunda (faraza) yüzde otuz yapar, ama yüzde doksan yapmış gibi gösterir. Bu da bizim ikiyüzlülüğümüzdür. Zaten “mış gibi yapma” alışkanlığımız da buradan, bu “uzun 19. yüzyıl” arkaplanından gelir.
(4) Mahcupyan, “Savaş sonrasında Sovyet sisteminin en güçlü addedildiği anlarda bile” Rus aydınları ve orta-üst sınıfının Batı’nın bilim, sanat ve gündelik hayat kültürünün cazibesi altında kaldığını saptıyor. Çok doğru. Ve bu noktada, Stalin’in sadık adamı, “sosyalist gerçekçilik” teorisyeni Andrey Jdanov’un 1946’da “Rus olmayan” sanat eserlerine karşı açtığı kampanyayı hatırlamamak mümkün değil. Şu satırları, henüz yayınlanmamış, ama sanırım şimdi yayınlamak isteyeceğim Dmitri Şostakoviç ve Halim Spatar başlıklı bir çalışmamdan alıyorum: “Aynı zamanda son derece milliyetçiydi Jdanov; Lenin olsa, tipik bir Büyük Rus şovenisti derdi. Bu arada Soğuk Savaş başlamış; Jdanov dünyanın ‘emperyalist’ ve ‘demokrat’ diye ikiye ayrıldığı teorisini kurmuş; (İttihatçı ve Kemalist kuşaklardan Türk milliyetçileri için de bir küfür sözcüğü olan) ‘kozmopolitizmi’ hedef tahtasına oturtmuştu. Bu, kültür ve sanattaki bütün Batı etkilerini silip yerli ve millî Rus yapıtlarını öne çıkarmak anlamına geliyordu. Atlas Okyanusu’nun bir ucunda Senatör Joseph McCarthy ‘Amerikan aleyhtarı’ faaliyetlere karşı; diğer ucunda, SSCB’nin Rus Federe Cumhuriyeti’nin Yüce Sovyet Başkanı Andrey Jdanov ‘Rus olmayan’ sanat eserlerine karşı harekete geçmekteydi. (…) Bu suretle ABD gibi SSCB’de de bir cadı kazanı kaynamaya başladı. Merkez Komitesi bir kararname yayınlayıp bütün Sovyet kompozitörlerinden sadece ‘proleter’ müzik bestelemelerini istedi. Ardından Besteciler Birliği de özel bir kongre toplayıp, suçlanan bütün bestecilere tek tek özeleştiri yaptırdı ve alenen pişmanlık beyan ettirdi.”
Tabii bu aynı zamanda bir itiraftı Jdanov açısından. Ve ilginçtir, şimdi aynı itiraf, AK Parti iktidarındaki Türkiye’de yaşanıyor. “Fikri iktidar olamadık” deniyor; doğru, ama çözümler çok yanlış yerde, hattâ bakılacak yönün tam zıddında aranıyor ve Jdanov (veya Stalinizm) benzeri sonuçları beraberinde getiriyor. Bana göre en temel ve genel sonuç, gerek Metin Karabaşoğlu’nun (23 Ekim), gerekse Alper Görmüş’ün (24 Ekim) işaret ettiği nedenlerle, sığlaşma, kalitesizleşme, bayağılaşma, kitsch’leşme. (5) Etyen Mahcupyan da sıralamış bu çıkmazın birçok tezahürünü (ben gene kendi ilâve ve nüanslandırmalarımı iliştiriyorum): Tarihi yeniden yazma çabasını, gerekli eleştirellikten tümüyle uzaklaştırıp, şişirilmiş ve çarpıtılmış bir hamasete dönüştürmek. Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osman ve şimdi Büyük Selçuklular gibi (Payitaht Abdülhamit’i de unutmayalım), yanlış, kof, temelsiz dizileri (Mahcupyan “patetik girişimler” demiş), büyük bir ezikliğin hayalî telâfisi niyetine sunmak. Nihaî çöküş çağında, abartılacak tek tük zafer arayıp hemen onun da dizisini yapmak (Kut’ül Amare).
Asıl kültür alanına girersek — “bin yıllık fethi” (Devlet Bahçeli) şimdi Ayasofya ve Kariye üzerinden sürdürmek. Bizans mozayiklerinin üzerine perde çekmeyi kültürel hegemonya zannetmek (bkz yukarıdaki başlık resimleri). Böylece asıl mimariyi mahvetmek: Khora/Kariye’nin o muhteşem tonozu ve kubbesini tümüyle yoketmek; tavan yüksekliğini üçte bire indirip iç mekânı alabildiğine basıklaştırmak, yassıltıp orantısız bir ucubeye dönüştürmek — ama sonra bir de alçıyla sıvamadık diye övünmek. (6) Madalyonun diğer yüzünde, Mahcupyan’ın kendi ifadeleriyle, Türk ve Müslüman kültür özelliklerimizin “kültürel hegemonya açısından elverişli bir değer” olduğunu sanmak. “Bize ait” sanatları (hat, ebru, çini, minyatür vb) canlandırarak, dünyaya “aslında” ne denli büyük katkılar yaptığımızı anlatmak.
Çoğaltayım mı biraz? Kültürel hegemonyayı altedeceğim diye, Batı’nın toptan reddine yönelmek. (7) Mahcupyan “kültürel ve fikri hegemonya kapitalizmin veya emperyalizmin sonucu değildir. Tersine, kapitalizm ve emperyalizm büyük bir kültürel ve fikri sıçramanın ve onun yarattığı hegemonyanın sonucudur” demiş. Tamamen değilse de büyük ölçüde katılıyorum (neresine katılmadığımı eleştiriler bölümünde söyleyeceğim). Ama işte İslâmcılığın, Türkçülüğün ve karışımlarının, buradaki hatırı sayılır doğruluk çekirdeğini, gerçeklik payını hiç görememesi. Dolayısıyla Batı bilimi, kültürü, sanatı ve düşüncesinin olanca etkisini, çekiciliğini, güzelliğini… ne derseniz deyin; sırf emperyalizm ve kolonyalizmin, yani şiddetin, baskının, sömürünün hesabına yazmak (bunun bir benzeri, Solun 1980 sonrası çöküşünü sırf 12 Eylül rejiminin baskı ve zülmüne bağlayıp, kendi kendisiyle yüzleşmeyi reddetmesi). Sonuçta, Batı’nın sırf emperyalizme indirgenmesi; bu dükkânda değerli hiçbir şey kalmaması. “Batı taklitçiliği”nin kapsamını habire genişletmek ve sonunda bilimin kendisini de bu hedefe oturtmak. Bizatihî bilimsel yöntemin kendisiyle hesaplaşmaya girmek. Pozitivizme çatarken, aslında bilimi ve bilim metodolojisini küçümsemeye, görelileştirmeye ve önemsizleştirmeye çalışmak. Faraza sosyal bilimler alanında, Ekonomi, Sosyoloji, Antropoloji, Felsefe, Tarih vb disiplinlerde mevcut olanca birikimi, bütün insanlığın hazinesi değil sadece “Batı bilimi” olarak kategorize edip, seçici eleştirisi yerine külliyen reddinin kapısını aralamak.
İngilizcede bir deyim vardır, throwing the baby out with the bath water diye. Bebeğin kirli banyo suyunu boşaltırken kendisini de çöpe atmak demektir. Türkçede pire için yorgan yakmak, kabaca buna denk gelir. İşte tam bu şekilde, bilimciliğin veya bilimperestliğin, bilim fetişizminin haklı eleştirisinden bir sıçramayla, bizatihi bilimi hedef tahtasına koymak. İnanç alanı ile bilim alanını (ayrılmışken) tekrar birleştirmek. Aradaki sınırı kaldırmak. Bilimin içinde farklı metod ve yaklaşımlar olabiliyor diye, vahyi de bu farklı metod ve yaklaşımlardan biri gibi konumlandırmak. Dikkat edin: farklı, manevî bir hakikatla ilişkilendirmek yerine, getirip doğrudan bilim ile aynı platformda, bilimsel yöntem ile rekabete sokmak.
Daha geniş bir bağlamda, Batı, Batı bilimi, Batı kültürü, Batı medeniyeti karşısında sürekli “bizim medeniyetimiz”in üstünlüğünden dem vurmak. Ama içini dolduramamak. Yılmayalım ve kimliğimize daha fazla sarılalım gibi genel çağrılardan öteye geçememek. Bir zamanlar, faraza Kürt veya Ermeni sorunlarındaki resmî çizgiye “Türkün Türke propagandası” derdik. Çünkü dış dünyada tek bir kişiyi bile ikna etmesi imkânsızdı. Şimdi bununla örtüşen belki bir “Müslümanın Müslümana propagandası”nın vücut bulması. Ama bu sloganların ötesinde, şu “bizim medeniyetimiz” tek tek bilimler alanında, faraza İslâmî bir Fizik, Kimya, Biyoloji, Ekonomi, Sosyoloji, Tarih vb kuramı ve metodolojisi va’zedebilmekten çok ama çok uzak. Ancak ışık yıllarıyla ölçülebilecek kadar uzak.
Sonuçta, devlet dışında bir alan ve enstrüman kalmıyor elde, istenmeyen hegemonyaya karşı. (8) Mahcupyan şöyle yazmış: “Ancak yenme isteğinin bu denli ‘açlık’ ima etmesi, temeldeki sorunun her geçen gün ağırlığını artıracaktır. Böylece acilci bir ruh haline geçersiniz… Bir an önce büyük bir atılım yaparak Batı ile eşitlenme ve onu geçme hırsına kapılırsınız. Ve doğal olarak en kolayı seçersiniz: Yani askeri alanda ilerleme ve ölmeye itiraz etmeyen kitlelere dayanma…” Ben olsam biraz daha açarak dış politika derdim bunun adına. Görünen de o zaten: uluslararası ilişkilerde güç gösterileri ve boy ölçüşmeler. Irak (Kürt Özerk Bölgesi). Suriye ve Kuzey Suriye. Afrin, İdlib, “Barış Pınarı.” Libya. Mavi Vatan. Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs. Yunanistan. Fransa. Rusya. S-400’ler. Bu yüzden ABD (Trump’ın dostluğuna rağmen). Nihayet Dağlık Karabağ ve Ermenistan-Azerbaycan savaşı.
Böyle böyle, ister haklı ister haksız (ki her zaman da tümüyle haksız değil), fakat Türkiye’nin kapışmadığı ve çatışmadığı kim kaldı, ister yakın ister uzak çevresinde? Etkinlik arama, “belâ arama”ya dönüştü diye yazmış bir arkadaşım sosyal medyada. Financial Times’da David Gardner uzun bir inceleme kaleme almış, hükümetin gelip Putin duvarına toslamasını öne çıkaran. Rusya’nın İdlib’de Türkiye’nin desteklediği muhalif gruplardan birini bombalayıp (en az) 78 milisi öldürmesini, Azerbaycan’a misilleme olarak yorumluyor. Ekonomik darboğaz ve TL’nin çöküşüyle de birleştiriyor. (Merkez Bankası Başkanı, Türk Lirası aşırı değersiz demiş; Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, dolar kurunu hiç önemsemediğini söylüyor; bari ben de, sağlık sektörünün borçlarını ödeyememesi yüzünden çok az grip aşısı getirilebildiğini ekleyeyim.) David Gardner kapsamlı tahlilini, Ankara için şimdi “çok fazla kırmızı ışık yanıp sönüyor” diye noktalıyor.
Hal böyleyken, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Dr Serdar Çam, Charlie Hebdo’daki (benim de gerçekten adî bulduğum) Cumhurbaşkanı Erdoğan karikatürü nedeniyle, “Piçsiniz, orospu çocuğusunuz” diye tweet atıp şecaat arzediyor Fransa’ya karşı. Bu nasıl bir dil, sorumlu bir politikacı ve devlet adamından? İnsanın nutku tutuluyor. Ama artık böyle bir düello mantığı hâkim. (9) “Bunlar insanı psikolojik olarak bir süre için rahatlatabilir” demiş Mahcupyan (tabii henüz bu küfür yokken; ama cuk oturmuş). Türkiye freni patlamış on tonluk bir kamyon gibi gidiyor yokuş aşağı. Aslında hiç istememesi gereken bir yere; Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması çukuruna sürükleniyor.
* * *
Şimdi benim de bir itirafta bulunmamın sırasıdır. Bundan iki gün önce Etyen Mahcupyan’ın yazısını ilk okuduğumda, biraz kızmıştım aslında. Çünkü gözüm öncelikle bir tarihçi olarak hatâlı bulduğum noktalara takılmıştı. Hemen onları da sayayım. Daha kısa bir dizi: (1) “Bunun [Batı’nın farklı bir zihniyet yapısı geliştirmesinin?] tarihini 11. yüzyıla kadar geri götürmek gerekir.” 11. yüzyıl, yani 1000’li yıllar? Yok öyle bir şey. Çok ama çok erken. O sırada, Kavimler Göçü’nün Germenleştirdiği Batı Avrupa, Karanlık Çağlar klişesiyle tarif edilen geçiş yüzyıllarından daha yeni çıkıyor; feodal toplum ancak kuruluyor. Henüz Haçlı Seferleri ve Arap-İslâm âleminden çalma-öğrenme süreci başlamamış bile.
(2) “Batı dünyası bu geçişi [yani yansımacı düşünüşten mütekabiliyetçi düşünüşe geçişi?] yaptıktan sonra, Rönesans ve devamı sayesinde yeni anlam dünyasını daha da güçlendirdi ve Doğu ile arayı sürekli açtı.” Hayır. Bir kere Batı diye bir şey yoktu henüz. Batı ile Doğu bu kavramlarla oluşmamış ve ayrışmamıştı. İkincisi, Mahcupyan’ın sözünü ettiği yeni anlam dünyası daha önce kurulmuş değildi. Ortaçağda kurulmuş da Rönesans ve sonrası ile güçlenmiş değildi. Ancak Rönesans ve sonrasında kurulmaya başladı.
(3) “Geniş 16. yüzyılda (1450-1650) yaşanan küreselleşme Batı’nın bilim, sanat ve gündelik hayat kültürü açısından üstünlüğünü apaçık hale getirmişti.” Gene hayır. Hep aynı noktadan: üstünlük daha önce oluşmuş da Erken Modernite ile “apaçık” hale gelmiş değildi. Ancak Yeniçağda, ancak oluşmaya başladı.
(4) “Çıkış noktası olarak şunu hazmetmekte yarar var: Osmanlı kurulduğu anda da, Fatih ve Kanuni zamanında da ve Türkiye Cumhuriyetine geçildiği noktada da fikir ve yaratıcılık açısından hep Batıdan ‘geri’ydi.” Tekrar hayır. Hele “Osmanlı kurulduğu anda,” yani 1300 dolaylarında hiç böyle bir gerilikten söz edilemez. Etyen Mahcupyan 1-2-3-4’teki görüşlerini hangi Avrupa Ortaçağ, İslâm ve Osmanlı düşünce tarihi okumalarına dayandırıyor? Hele şu 4. iddiası, benim tanıdığım pek çok ciddi, eleştirel, evrensel ölçülerde çalışıp ürün veren, anti-Oryantalist ve anti-Oksidantalist Osmanlı tarihçisinin tüylerini diken diken edebilir. Böyle bir hüküm, ancak henüz çok ilerideki yol ayrımlarından hareketle gerisin geri düşünerek, “demek öncesinde de geri olmuş olmalılar” tarzı retrospektif bir akıl yürütmeyle verilebilir kanısındayım.
(5) “Çünkü kültürel ve fikri hegemonya kapitalizmin veya emperyalizmin sonucu değildir. Tersine kapitalizm ve emperyalizm büyük bir kültürel ve fikri sıçramanın ve onun yarattığı hegemonyanın sonucudur.” Buna önemli ölçüde katıldığımı ama biraz da katılmadığımı daha önce de söylemiştim. En basiti, Hindistan’da, Afrika’da modern okulları kimler açtı? Modern hukuku kimler getirdi? Mahkemeleri kimler kurdu? Fikri ve manevi üstünlüğü, hangi maddi-askeri-siyasi üstünlük Batı dışı Öteki’lerin, the Rest’in kapısına taşıdı ve içeri soktu? Sonuçta kapitalizmin dünya çağında yayılması ve birçok örnekte doğrudan sömürge imparatorluklarıdır ki, kendi sıraları geldiğinde, söz konusu fikrî-manevî üstünlüğe ekstra bir katkıda bulundu. Zaten böyle olmasaydı, Batı kültürü dediğimiz şey emperyalizmle çıkagelmeseydi, “iyi Batı” ile “kötü Batı”yı ayrıştırmak çok daha kolay olurdu.
Özetlersem, Batı ile Batı dışı’nın (the West and the Rest’in) yollarının nasıl, ne zaman ayrıldığı konusunda, meğer çok “erkenci” bir tavrı varmış Etyen Mahcupyan’ın. Biraz şaşırdım doğrusu. O kadar “erkenci” ki, daha 1000-1300 arasında farklı ve üstün (veya, üstünleşmesi mukadder) bir “Batı”dan söz edebiliyor — ki bu da neredeyse Batı diye bir kategorinin hep varolduğu, ezelden beri hep mevcut ve üstün olduğu fikrine götürüyor.
Çok kısaca söylersem, bunlar çok aşırı iddialar; günümüz dünya tarihçiliğinin, haydi tamamının değil ama çok ciddî damarlarının, epey bir zamandır terkettiği pozisyonlar. Bugün bu Doğu-Batı sorunsalıyla ilgilenen birçok tarihçi, sonradan Batı içinde yer alacak toplumlar ve kültürler için özsel bir farklılık fikrindeki Avrupa-merkezci ve Oryantalist yaklaşımı reddedip, “erken” değil “geç” bir yol ayrımı fikrinde buluşuyor. Peter Stearns (Western Civilization in World History), Jared Diamond (Guns, Germs and Steel), Michael Cook (A Brief History of the Human Race), Clive Ponting (World History: A New Perspective), son otuz kırk yılın anti-Avrupamerkezci literatüründen benim kullandığım, oldukça da tanınan bazı örnekler. Peter Stearns, örneğin, neden Ortaçağda başlamadığının güzel bir tahlilini sunuyor. Jared Diamond ve Michael Cook, en azından Erken Moderniteye kadar Avrasya içinde bir Asya-Avrupa ayırımı yapılamayacağını işliyor. Clive Ponting, Avrasya’nın uzun süre en geri kuzeybatı periferisindeki Avrupa’nın biricik avantajının okyanusa çıkıntı yapması, dolayısıyla (henüz bilinmeyen) Amerikalara coğrafî yakınlığı olduğunu; ancak Yeni Dünya’nın yağmasıyla zenginleşip 1500-1750 arasında Hint Okyanusu ekonomik bölgesine nüfuz edebildiğini uzun uzadıya anlatıyor.
Tabii bunlar biraz ahret sorusu niteliğinde, her kuşağın kendi terimleriyle (ama Şark despotizmi, ama Asya Üretim Tarzı, ama Batı mucizesi, ama kültürel hegemonya) tekrar ve tekrar tartışacağı. Ve her kuşak kendi ayrışmalarını yaşayacak; nitekim bugün de muhafazakâr, gayet Batı-merkezci muhalifleri pekâlâ mevcut, özetlediğim eleştirel yaklaşımların (işte bir tanesi, bugün, 29 Mayıs günü Erkan Koca’nın yazdığı ünlü Bernard Lewis). Kaldı ki, Etyen Mahcupyan ve ben de iki başımıza şıp diye çözemeyiz bu meseleyi. Ama çağdaş historiyografinin biraz daha farkında olabiliriz sanıyorum.
Mamafih, aradan geçen iki günde biraz balans ayarı yaptım kendi kendime. Bu eleştiriler Mahcupyan’ın yazısının önemini ve ana doğrultusunun haklılığını küçültmemeli. “Kendilerini Batı karşısında yenik hisseden ve bu kabuğu gerçekten yırtmak isteyenlerin, söz konusu hamasi arayışları bırakıp cesur olması gerekiyor” demiş. Asıl sorun bu. Yüzde yüz katılıyorum.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024