Yıldıray OĞUR

“Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk’ün Selanik´te doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter.”
19 Ağustos 1954 günü Atina’daki İngiltere Büyükelçisi’nden Londra’ya gönderilen bir raporda böyle deniyordu. (Dilek Güven- 6-7 Eylül)
Bir yıl sonra beklenen oldu.
Selanik’teki korumasız Atatürk’ün evinin bahçesine atılmış bir bomba, Türkiye’de binlerce insanın çılgına dönmesine, 1951’te birlikte NATO üyesi olmuş iki müttefik Türkiye ile Yunanistan’ın karşı karşıya gelmesine yetmişti
Bu köşede daha önce 6-7 Eylül pogromu üzerine uzun bir yazı çıkmıştı.
https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/sikici-hakikatler-yerine-heyecanli-yalanlar-1584139
O yüzden çoğu Yassıada Mahkemeleri’ndeki hesaplaşmaların ürünü iddialar, bazıları Yassıada’da bile konuşulmamış hayali diyaloglar, bir kısmı sorgusuz dolaşımda olan komplo teorilerinden ibaret olan 6-7 Eylül’ü kimin eseri tartışmasına bu kez girmeyelim.
Hala, televizyonlarda bile konuşanlar arasında Selanik’teki Atatürk’ün evine bir bomba atılmadığını, her şeyin Yeni İstanbul gazetesinin yalan haberine dayandığını zannedenler var.
Ama başlıktaki belgeyi anlamak için dönemin konjonktürünü biraz hatırlatmak iyi olabilir.
Türkiye ve Yunanistan, 1951’de birlikte NATO’ya girmiş, Balkan Paktı’nı imzalanmıştı. İlişkilerde bir bahar yaşanıyordu.

1952’de Bayar Atina’yı, Selanik’teki Atatürk’ün evini, Yunan Kral’ı da Türkiye’yi ziyaret etmişti.
Atatürk’ün Selanik’teki evi de bu bahar havasında restore edilip, 1953’de yeniden müze olarak ziyarete açılmıştı.
1954’da bile Türkiye’nin resmi Kıbrıs pozisyonu hala“Böyle bir sorunumuz yoktur” idi.
Ama 1955’de İngiliz kolonyal yönetimine karşı adada komünist AKEL öncülüğünde başlayan isyana, Yunan Yarbay Grivas’ın kurduğu milliyetçi ve Yunanistan ile birleşme (ENOSİS) yanlısı EOKA da terör eylemleriyle katılınca ve bu terörün muhatabı adadaki Türkler olmaya başlayınca işin rengi değişmişti.
İki NATO müttefiki karşı karşıya gelmişti.
O yüzden Soğuk Savaş’ın harareti içinde 1955 6-7 Eylül olayları sonrası ilk akla gelen olağan şüpheliler komünistler olmuştu.
Aralarında Aziz Nesin, Asım Bezirci’nin de olduğu ülkenin meşhur komünistleri hemen gözaltına alındılar.
Yassıada duruşmalarında ortaya çıktı ki bu şüphenin kaynağı ne tesadüf ki 5 Eylül 1955 günü İstanbul’da başlayan Intrepol Konferansı için İstanbul’da olan CIA direktörü Allen Dulles’tu.

6-7 Eylül olayları sırasında 5-9 Eylül’de İstanbul Hilton Otel’de yapılan 24. Interpol Zirvesi için dünyanın bütün polis teşkilatlarının başkanları İstanbul’daydı.
6-7 Eylül’den sonra “komünistler yaptı” tezinin en güçlü savunucularından biri 6-7 Eylül’ün Yassıada Duruşmaları’nda bir dava konusu olmasına neden olan ifşaatı yapan eski DP’li Devlet Bakanı, sonra sıkı DP muhalifi Fuat Köprülü’ydü.

1955’de DP’li bir devlet bakanı olan Köprülü, mahkemede şöyle demişti:
“Hadisenin ertesi sabahı hey’eti vekile toplandığı zaman burada umumiyetle bu kadar geniş bir harekette komünistlerin rolü olduğu tahmin ediliyordu. Ben de buna iştirak ettim ve nitekim o zaman görüştüğüm Emniyet Müfettişleri başta bu hadisenin bu yönden ele alınmasını söylediler. Nitekim yine o zaman Emniyet teşkilatının başında bulunan General Behçet Türkmen, bana o sırada, İstanbul’da bulunan Amerikan istihbarat şefi, [CIA başkanı Allen Dulles’in]; gördüğü vaziyet, tahribat şekillerinin tamamıyla komünist tekniği ve usullerine uygun olduğunu ifade etmiştir.”
Köprülü, Menderes ve halefi Zorlu’ya olan öfkesiyle yaptığı 6-7 Eylül açıklamasından, mahkemede konu “suçu kim komünistlere attı”ya dönünce epey pişman olmuştu.
Nihayetinde olaylarla iki NATO üyesi Türkiye ve Yunanistan karşı karşıya geldi, 50’lerin başında patlak veren sosyalist-milliyetçi isyanla Kıbrıs’taki kolonyal hakimiyetini kaybetmemek için masaya Türkiye’yi de çeken İngiltere’nin ev sahipliğindeki Londra Konferansı sonuçsuz dağıldı.
Londra Konferansı’nın sonuçsuz kalması başta İngiltere’nin, ardından Türkiye’nin işine yaramadı.
Ama sonra sorunlar aşıldı.
Kıbrıs konusunda müzakereler dört yıl daha sürdü, Londra ve Zürih anlaşmaları ancak 1959 yılında imzalandı. 1960’da da birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.
Anlaşmanın ardından Türkiye ile Yunanistan arasında yeniden bir bahar havası esti.
Yunanistan Başbakanı Karamanlis eşiyle Türkiye’ye geldi. Menderes çifti onları İstanbul’da ağırladı.
İki ülke, Batı Trakya’daki Türkler ve İstanbul’daki Rumların sorunlarını çözmek için özel temsilciler atadılar.
6-7 Eylül için devlet tazminatlar ödedi, İzmir’deki konsolosluk binasında yakılan Yunan bayrağı bir DP’li bakan tarafından törenle göndere çekildi, 1957’de DP İstanbul’dan iki Rum milletvekilini Meclis’e soktu.
Peki günün sonunda o bombayı Atatürk’ün evine kim ve niye atmıştı?
Yunanistan’da Atatürk’ün evinin bombalanması ilk başta “Yunanistan’ı zor durumda bırakmaya yönelik bir Türk tertibi” olarak değerlendirildi.
Olaydan 10 gün sonra Yunanistan vatandaşı olan Hukuk Fakültesi öğrencisi Oktay Engin ve konsolosluğun yine Batı Trakya Türkü olan kavası Hasan Uçar tutuklandı.
İstanbul göçmeni olan Yunan savcı, bombanın Türkiye’den getirildiğini, bomba talimatını Lozan Konferansı’ndaki heyette katip olarak bulunmuş tecrübeli bir diplomat olan Selanik Konsolosu Mehmet Ali Balin’in verdiği ileri sürdü. İşkence ve baskı altındaki ifadelerde Hasan Uçar, bombayı attığını, talimatı Oktay Engin’nden aldığını itiraf etti.
Yani Türkiye’de bombayı atan kişi olmakla suçlanan Oktay Engin’le ilgili iddiaların kaynağı Yunan savcının iddianamesiydi.
Oktay Engin, Türkiye’den Yunanistan’a gönderilmiş bir öğrenci değildi.
Gümülcineli Yunanistan vatandaşı bir Türk’tü. Bomba atmak ya da attırmak için kullanılacak biri de değildi. Babası Gümülcine’yi Yunanistan meclisinde temsil eden Türk milletvekillerinden biriydi, Türkiye’deki siyasetçilerin yakından tanıdığı biriydi.
Yunanistan’daki Türkler içinde ilk defa hukuk okuyan öğrenci o olmuştu. Selanik Üniversitesi’nde Hukuk okuyordu, babasının bağlantıları sayesinde daha sonra kendisinin MİT mensubu olduğu iddialarına kaynak olacak, Türkiye’den ona bir burs bağlanmıştı.
Engin, 9 ay Yunanistan’da hapsedilip, yargılandıktan sonra delil yetersizliğinden tahliye edildi ardından sınırdan yasadışı yollardan Türkiye’ye kaçtı. Daha sonra Hasan Uçar da tahliye edildi. O da Türkiye’ye geldi. Sonra ikisi tekrardan Yassıada’da da yargılandılar. Orada da beraat ettiler.
Yani günün sonunda bombayı onların attığı delilsiz bir iddia olarak kaldı.
Üzerinden geçen 68 yıl sonra çok stratejik bir anda atılan o bombayı hala kimin attığı bilinmiyor.
Stratejik olarak çok başarılı ama operasyonel olarak aslında çok basit ve etkili bir eylemdi, herkes yapmış olabilir.
Belki de sahiden komünistler yapmıştı.
1955 yılında NATO’nun kuzey kanadındaki iki üye arasındaki bir çatışmadan en karlı çıkacak ülke tabii ki Sovyetlerdi.
Tam o sıralarda Sovyetlerde de önemli bir dönüşüm yaşanıyordu.
1953’de Stalin ölmüş, yerine geçen Kruşçev meşhur Gizli Nutku’yla resmen de-Stalinizasyon devrini başlatmadan Stalin devrinin hatıraları etraftan silinmeye başlanmıştı.
Stalin’in ülke içinde ve dışında tasfiye, cinayet ve hesaplaşmaları için kullandığı kötü nam salmış gizli servis ÇEKA’nın (Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu) adı 1954 yılında KGB (Devlet Güvenlik Komitesi/ Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti) olarak değiştirildi.
Bina bile aynı kalmıştı. Sadece ÇEKA ajanları topluca KGB ajanına dönüşmüştü.
O ajanlardan biri de 1944’de ÇEKA’da çalışmaya başlayan, Ortadoğu’da gizli bir görev yapmış 32 yaşındaki Vasili Nikitich Mitrokhin’di.

KGB’deki ilk görevi 1954’de Melburne Olimpiyat Oyunları’nda Sovyet takımına eşlik etmekti.
Sonraki kariyeri emekli olduğu 1984 yılında kadar KGB’nin arşivlerinde geçti.
Ama onu bir köyden alıp, önce hukuk okutan sonra da istihbarat teşkilatında görev veren rejime olan sadakatını kaybetmeye başlamıştı.
Kruşçev’in Gizli Nutku ile kafasında artan soru işaretleri, Sovyet tanklarının 1968’de Prag’a girmesiyle büyümüştü.
Beklediği fırsat 1972’da karşısına çıktı.
1972’de KGB’nin Moskova’da ÇEKA’dan miras tarihi Lubyanka binasından, şehrin dışında Yasenova’daki yeni binaya taşınmasına karar verildi.


Mitrokhin’e bu taşınma işlemi sırasında özel bir görev verilmişti:
Arşivdeki 300.000 dosyanın yeni merkeze nakledilmeden önce kontrolü, indeks kartlarının yazılması…
Yüzbinlerce KGB belgesine sınırsız erişim hakkı vardı.
Önce dosyalarda gördüğü isimleri, kod adlarını ve önemli bilgileri hafızasına kaydetmeye ve her akşam eve döndüğünde bunları yazıya dökmeye başladı.
Ama bu çok verimli olmuyordu.
Sonra ofiste buruşturup çöp sepetine attığı kağıt parçalarının üzerine küçük el yazılarıyla notlar almaya başladı.

Her akşam notlarını çöp kutusundan çıkarıyor ve ayakkabılarının içine gizleyerek KGB merkezinden kaçırıyordu.
Sonra güvenlik görevlilerinin sadece arada sırada çantasını aradığını farketti.
Bu kez kağıtları ceketinin, pantolonunun içinde dışarıya çıkarmaya başladı.
Her gece Moskova’daki dairesine geldiğinde notlarını yatağının altına saklıyordu. Hafta sonları notları, Moskova’nın biraz dışındaki köydeki kulübesine taşıyor, orada daktiloya geçiriyor, kağıtları da yükseltmiş temeller üzerine inşa edilmiş kulübenin döşemesinin altındaki toprağa gömdüğü bir süt yayığının içinde saklıyordu.

Süt yayığı dolunca bu kez bir çamaşır kazanı, sonra iki teneke, iki alimünyum kutu doldurdu.
Her hafta sonu kulübesinin altında fareler, kedi dışkıları arasında sürünerek belge gömüyordu.
1972’den 1984’e kadar buna azimle devam etti. 12 yıl boyunca bir kez bile aranmadı.
Yaz tatillerini bile Moskova’nın 600 kilometre güneydoğusunda, 1918’de Bolşeviklere isyan edince, onlarca insanın karşı devrimci diye asıldığı Penza köyündeki başka bir aile kulübesine köylü kıyafetleri içinde sırt çantasıyla taşıdığı belgeler üzerinde çalışarak geçiriyordu.
Belgeleri okudukça rejime olan öfkesi artıyordu.
Soljenistin’e karşı yapılan karalama operasyonları, sabotaj planları ama en çok Afganistan işgali dosyasından etkilenmişti.
1978’de darbeyle ülkenin yönetimini ele geçiren Afgan sosyalistlerinin hizip liderlerinden Babrak Karmal, KGB ajanıydı.

Aralık 1979’da Kabil Radyosu’ndan ‘Amerikan emperyalizminin ajanı’ Devlet Başkanı Hafızullah Emin’in devrim mahkemesi tarafından yargılanıp, idam edildiğini o duyurmuştu.
Mitrokhin belgelerden, aslında ABD’yle de ilişki kurmaya çalışan Emin’in sarayı basan KGB özel kuvvetleri tarafından öldürüldüğünü öğrenmişti. KGB timinin başında Aliyev soyadlı bir Azeri KGB ajanı vardı.
1984’de emekliye ayrıldıktan sonra Afganistan KGB dosyaları üzerinde çalışmaya devam etti.
Kimsenin bilmediklerini biliyordu ama bunları kimseye de anlatamıyordu.
Arşivini Batı’ya kaçırıp, herkese anlatmanın zamanını beklemeye başladı.
O zaman 1991’de geldi.
Sovyetler dağılmış, bağımsızlığını kazanmış eski Sovyet cumhuriyetleriyle sınırlar hala belirsiz haldeydi.
Tekerlekli bir çantanın altına belgelerden bir kısmını doldurdu, üzerine giysiler, ekmek, sosis yerleştirdi ve Riga’ya giden bir trene bindi.
Sınırı aranmadan geçti.
Riga’da önce ABD elçiliğine gitti. Ama vize almak isteyen Ruslarla dolu elçilikteki görevli Mitrokhin’in anlattıklarını anlayamadı, bugün git yarın gel dedi.

Sonra İngiliz elçiliğine gitti. Rusça bilen bir kadın diplomat ona çay ikram etti, anlattıklarıyla yakından ilgilendi, belgeleri inceledi.
Mitrokhin, tekrar Rusya’ya döndü.
Belgeleri gömdüğü kulübesine gitti. Toprağın altında sakladığı tenekelerdeki 2000 belgeyi çıkardı. Tekrar sorunsuz sınırı geçerek Riga’ya gitti, İngiliz elçilik görevlisine teslim etti. Belgeler yeniden incelendi.
Ve Mitrokhin ailesiyle birlikte 1992 yılında altı sandığa doldurduğu KGB arşivinden aldığı notlar ve resmi belgelerle İngiltere’ye iltica etti.

MI-5’ın elinde artık 1917’den 1984’e kadar KGB arşivi vardı.
Mitrokhin’in ve arşivin varlığından çok sınırlı sayıda istihbarat yöneticisi ve üst düzey siyasetçinin haberi oldu.
MI5, Mitrokhin ve ailesini gizli bir eve yerleştirdi.
Dört yıl sonra belgeleri incelemek üzere Cambridge Üniversitesi’nden MI5’in resmi tarihçisi Profesör Christopher Andrew davet edildi.

Andrew, Mitrokhin’le tanıştı, belgeleri incelemeye başladı. 1996 yılında belgelerin onay verilen kısmının Andrew ve Mitrokhin imzasıyla kitap olarak yayınlanmasına karar verildi.
Hala Mitrokhin İngiltere ve bütün dünya için bir sırdı.
Kitap hazırlanırken ilk sızıntı 1998 yılında Alman Focus dergisinde çıktı. “Bir kulübede bulunan KGB arşivindeki belgelere” dayandırılan haberde Mitrokhin’in adı geçmiyordu.
Habere göre Alman sosyal demokratlarının efsane lideri Willy Brandt, İkinci Dünya Savaşı sırasında Stockholm’de yaşarken Rus istihbaratı NVKD’ye bilgi vermişti.
Aslında Mitrokhin’in notlarına göre Brandt’ın temas halinde olduğu kişi Leon Troçki’nin Norveçli eski sekreteriydi. Yine belgelere göre KGB 1962’de Kruşçev’in onayıyla Başkakanken Brandt’ı bu belgeleri açıklamakla tehdit etmişti.
Mitrokhin bütün bu yazışmaları not edip, saklamıştı.
1999 yılında Andrew ve Mitrokhin imzalı Mitrokhin Arşivi kitabının ilk cildi çıktı.
Mitrokhin de kitapla ilk kez kamuoyuyla tanıştı.


1200 sayfalık ilk cilt yayınlanmadan önce The Times gazetesine kapak oldu.

Arşiv önce İngiltere’yi karıştırdı. Arşivde KGB’nin İngiltere’deki en uzun süreli ve en değerli ajanının 1930’lardan itibaren Sovyetlere bilgi sızdıran, üst düzey bir kamu kurumunda sekreter olarak çalışmış Melita Norwood olduğu ortaya çıkmıştı. Norwood, İngiliz atom silahlarıyla ilgili bilgileri KGB’ye ulaştıran kişiydi.
Ama 1999 yılında 87 yaşında yaşlı bir kadındı.

Zamanında ondan şüphelenilmiş ama hiçbir işlem yapılmamıştı. Bazı İngiliz gazeteci ve siyasetçilerin de Sovyetlerle işbirliği içinde çalıştıkları ortaya çıktı.
Ama esas skandal İngiliz hükümetinin Mitrokhin’in varlığından yıllar sonra haberdar edilmesi olmuştu. Hükümet ile MI5 karşı karşıya geldi, derin devlet tartışmaları başladı.
Mitrokhin Arşivi kitabından kıvılcımlar diğer ülkelerde de yangınlar çıkarmaya başladı.
İtalya’da KGB’ye işbirliği içinde 250 kişinin listesi ortaya çıktı. Listede dönemin Türkiye’yi de Öcalan yüzünden epey kızdırmış komünist Başbakanı Massimo D’Alema’nın hükümetine yakın çalışan bir görevlinin de adı vardı.
Liste İtalya’yı ve hükümeti sarsmıştı. Araştırma komisyonu kuruldu. Belgelere göre o sırada Avrupa Komisyonu başkanı eski İtalya Başbakanı Romano Prodi de Aldo Moro’nun kaçırılması sırasında yanlış bilgilendirilerek KGB tarafından kullanılmıştı.

KGB’nin Papa’yı uzun süredir takipte olduğunun ortaya çıkması Papa suikastı ile KGB ilişkisine dair tartışmalara neden oldu.
Arşivin ikinci cildinde Batı ve Avrupa dışındaki ülkelerdeki KGB faaliyetlerinin belgeleri vardı. Belgelere göre Hindistan Başbakanı Indra Gandi, KGB’den çantayla para almıştı.

Filistin lideri Mahmud Abbas 1980’lerde KGB’ye çalışmıştı.
KGB’nin Filistin’deki esas adamı ise 70’lerde Türk solcularını da kamplarında eğiten George Habash’ın liderliğini yaptığı Marksist-Leninist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (PFLP) iki numarası Wadi Haddad’dı.

Belgelerde yok yoktu.
KGB, ABD Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Henry Kissinger’ın telefonunu dinletmişti, tüm ABD silah fabrikalarında casusları vardı, Fransa’da 35 kadar üst düzey siyasetçi Soğuk Savaş sırasında KGB için çalışmıştı. Batı Almanya’da KGB, bütün siyasi partilere, yargıya ve polise sızmıştı. Savaş durumunda ABD, Kanada’da hatta İsviçre’de kullanılacak gizli silah depoları hazırlanmıştı.
İsviçre’de altına telsizli bomba zulalarının gömüldüğü küçük bir şapel bulunmuştu.


En dikkat çekici belgeler ise özel sabatoj planlarıydı.
Mitrokhin belgelerinde yayınlanan özel sabatoj planları, 1967’de KGB başkanı olan Andropov’un talimatıyla hazırlanmışlardı.
Her sabotaj eyleminda aynı kavramlar kullanılıyordu. Eylemlerin adı; ‘Zambak’tı. (Liliya). Patlayıcı cihazına ‘Buket’ deniyordu. Sabotajcıdan ise ‘Bahçıvan’ (Sadovnik) olarak bahsediliyordu.
Sabotaj planları arasında 1968’de İtalya ile Batı Almanya arasında yılda 10 milyon ton petrol taşıyan bir petrol boru hattını sabote ederek Batı kamuoyunun dikkatini Prag Baharı’nın bastırılmasından uzaklaştırmak, Prens Charles’ın 1969’da Galler Prensi olarak göreve başlama törenlerinde suçu Galler milliyetçilerine atılacak bir bomba patlatmak, Avrupa başkentlerindeki İsrail bürolarını Filistinlileri kullanarak bombalamak, Montana’daki bir barajı, New York Limanı’nı patlatmak gibi planlar vardı.
Mitrokhin belgelerine göre KGB’nin en aktif olduğu ülkelerden biri büyük bir komünist hareketin olduğu Yunanistan’dı.
1967’deki askeri cuntadan sonra yer altına çekilen Yunan Komünist Partisi’ne destek için özel bir yardım programı başlatılmıştı. Yardımın içinde gerilla savaşı hazırlığı için askeri destek de vardı. Yardımların havadan indirileceği noktalar belirlenmişti. Askeri yardımlar Bulgar-Yunan sınır hattındaki ormanlık bölgeden geçiriliyordu. Hedef gerilla savaşıyla Yunan cuntasını devirmekti.
Yunanistan’daki sabotaj planlarından biri bizi de yakından ilgilendirmekteydi.
Plan Nisan 1969 tarihliydi.
Atina’daki KGB bürosunun hazırladığı sabotaj planında hedef Selanik’teki Türkiye Başkonsolosluğu’nun yanındaki Atatürk’ün eviydi.

Ev, planda VAZA yani “vazo” olarak kodlanmıştı. Amaç evin bahçesinde atılacak tahrip gücü yüksek olmayan bir bombayla NATO’nun en kırılgan kanadı olan kuzeyinde Türkiye-Yunanistan ilişkilerini baltalamaktı.
Nisan 1969, Türk-Yunan ilişkilerinin Kıbrıs nedeniyle gerildiği bir döneme denk geliyordu.
Yunanistan’da iktidarda sağcı askeri cunta vardı. Türkiye’de ise Demirel hükümeti.
Şimdi planın Türkçe tam çevirisini okuyalım:

“KGB Atina Temsilciliği Tarafından Nisan 1969’da Merkeze Önerilen ‘Özel Siyasi Eylem’
14 Nisan 1969 tarih ve 24/[Line]F sayılı operasyonel mektubumuz VAZA kod adlı hedefe karşı bir Zambak [sabotaj operasyonu] gerçekleştirmek için bir taslak plan ortaya koymaktadır.
Operasyonun kod adı YAYTSO [‘Yumurta’].
Operasyonun amacı ve hedefi NATO’nun güneydoğu kanadına manevi ve siyasi zarar vermektir.
Yunanistan ve Türkiye arasında süregelen anlaşmazlıklar ABD ve NATO liderliğinde büyük endişe yaratmakta ve Güneydoğu Avrupa bölgesindeki Amerikan politikasının zayıf halkasını oluşturmaktadır.
VAZA’ya bir Zambak operasyonu düzenlenmesi Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkileri daha da kötüleştirebilir.
Operasyon, Türkiye’den göç etmiş ve oradaki Rum azınlığın durumundan memnun olmayan bir Yunanlı adına gerçekleştirilecektir (sabotajın gerçekleştirilmesi için başka bir varyant [bahane] da olabilir).
VAZA Selanik’te iki katlı bir evdir. Ev ve eklentisi Türk başkonsolosluğuna ait… Hiç mobilya yok, sadece bir masa, demir tekneler ve bir ocak var. Evin üst katında Atatürk’ün [Türk ulusal kahramanı] kıyafetleri ve bir fotoğraf portresi sergileniyor. Bir masa dışında hiçbir mobilya yok.
VAZA’nın yanında, yaklaşık 15-20 metre uzaklıkta, Türk başkonsolosluğunun iki katlı binası var. Bu ev aynı zamanda konsolosluk görevlileri için lojman olarak da kullanılıyor.
VAZA ve konsolosluk ortak bir avluya sahiptir (Evlerin ve avlunun yerleşim planının ayrıntılı bir açıklaması ektedir).
Buket [patlayıcı düzeneği] yerleştirmek için en uygun yer VAZA’nın yaklaşık bir metre uzağındaki çalılıklardır.
VAZA halka açık değildir. Türk konsolosluğunun izniyle ziyaret edilebilir; VAZA’yı gözetlemek ve VAZA’ya gelen ziyaretçilere eşlik etmek üzere özel bir görevli vardır.
VAZA ve konsolosluk iki jandarma tarafından 24 saat boyunca korunmaktadır. Koruma noktaları hareketlidir ve kimse VAZA’ya yaklaştırılmamaktadır. Hedefe yaklaşmak için en uygun zaman gece karanlığıdır.
Buket’in Özellikleri:
Buketin büyüklüğü ve ağırlığı VAZA’ya yönelik saldırıdan elde edilmek istenen sonuçlarla bağlantılı olmalıdır. Açıkçası, VAZA’ya ciddi zarar vermenin bir anlamı yoktur; ahlaki ve siyasi bir etki elde etmek daha iyidir. Buket’in gücü hesaplanırken, patlama ile konsolosluk yaşam alanları arasındaki mesafenin 15-20 m olduğu akılda tutulmalıdır.
Etkiyi arttırmak ve istenen sonuçları elde etmek için Buket, Yunan vatandaşları için Türkiye’de yayınlanan bir gazeteye sarılmalıdır.
Selanik’te hava sıcaklığı kışın sıfırın altından 14°C’ye kadar, yazın ise 24°C’den yukarıya doğru değişir. Zaman zaman yoğun sis görülür.
Bahçıvan [sabotajcı], turizm sezonunun en yoğun olduğu dönemde yabancı turist olarak ülkeye gönderilmelidir. En büyük turist akını Haziran’dan Ağustos’a kadar gerçekleşir. Bahçıvanın kimlik belgelerine göre, İskandinav ülkeleri, Danimarka, Hollanda ve Belçika hariç, Yunanistan’a dost bir ülkenin veya tarafsız bir devletin (ABD, İngiltere, Batı Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya, Kanada, Libya) vatandaşı olması gerekir.
Bahçıvan Atina’ya vardığında bir araba kiralayabilir, ülkenin güneyindeki tarihi yerleri ve bazı adaları ziyaret edebilir. Böylece Bahçıvan iklime ve ülkedeki duruma tamamen alışır.
Buketi bir DLB [ölü mektup kutusu] aracılığıyla ikametgahtan aldıktan sonra, Bahçıvan demiryolu ile Selanik’e gider.
Zambak’ın taşınması ve Bahçıvan’ın faaliyetleri için tahmini süre aşağıdaki gibidir:
Bahçıvan, Atina’ya vardıktan sonra ertesi gün bir araba kiralayabilir, Atina ve banliyölerinde bir veya iki gün geçirebilir, ardından arabayla aşağıdaki rotayı izleyebilir: Atina-Pátrais-Spártia-Návplion-Epidhauros-Kórinthos-Atina.
Bu rota Bahçıvan’ın dört ya da beş gününü alacaktır. Bahçıvan Atina’ya vardığında bir otele yerleşir. Ertesi gün Buketi almak için DLB operasyonunu gerçekleştirmeye hazır olduğunu belirten bir sinyal verir. DLB operasyonu ertesi gün gerçekleşir.
Buketi aldıktan sonra Bahçıvan, daha önce otelden rezervasyon yaptırmış olduğu Selanik’e giden bir sonraki trenle yola çıkar. Tren Atina’dan 11.42’de hareket eder ve Selanik’e 19.29’da varır; trende gözetleme için kontrol ettikten sonra VAZA’yı geçer.
Karanlık çökerken, Bahçıvan kendi seçtiği bir rotada ilerler, ancak son aşamada eski kaleye girer ve burada küçük çiçeği [fünyeyi] Buket’e yerleştirir. Bahçıvan, kalenin kuzey kapılarından VAZA’ya giden İsail Caddesi’nden aşağı iner ve St Paul Caddesi’ne çıkar. Bu 15-20 dakika sürer.
Bahçıvan, İsail Caddesi’ne çıktığında garajdan St Paul Caddesi’ne doğru ilerler. Bahçıvan [VAZA] çiti boyunca ilerlerken Sıçrama [patlamasına] neden olur. Bahçıvan Buketi VAZA çitine yakın olan çalılara atabilir veya Buketi VAZA çitinin içinde yere bırakabilir. (Güzergâhın ve tesisatların konumunun bir şeması ektedir).
Sıçramayı (patlamayı) tamamladıktan sonra Bahçıvan Áyios Dhimitrios Caddesine çıkar ve stadyum yönünde ilerler (20-25 dakika yürüyüş). Stadyum alanında, Bahçıvanın Buketi saklamak ve taşımak için kullanılan TWA veya BOAC havayolu çantasını gömebileceği bir miktar atık alan vardır. Bahçıvan Selanik’ten Eğer durum Bahçıvanın Buketi bir araya getirmesine izin vermiyorsa, o zaman stadyumun boş bir arazisinin olduğu bölgede ondan kurtulabilir. VAZA güvenlik görevlisinin dikkatini çekerse, kaleden geceyi geçirmek istediği Delta Otel’e giden yabancı bir turist olduğunu, ancak şehre ilk kez geldiğini ve otelin yolunu bilmediğini söylemelidir.”
Plan böyle.
Neredeyse herşey 1955 yılında Selanik’te Atatürk’ün evinin bahçesine atılan bombayla aynı.
Ama her şeyin düşünüldüğü 1969 tarihli planda 1955’deki 6-7 Eylül’e hiçbir atıf yok.
Peki plan neden uygulanmadı?
Moskova’daki KGB merkezi, 12 Mayıs 1969’da gönderdiği bir mektupla Atina şubesinin bu planını beğenmiş ama rafa kaldırmıştı:
“YAYTSO [Türk Başkonsolosluğu] hedefine karşı bir Lily [sabotaj operasyonu] hazırlamak amacıyla malzeme toplamak için rezidans tarafından yürütülen çalışmayı onaylıyoruz. Bu hedefi dosyaya koyduk ve ihtiyaç duyulması halinde bu hedefe karşı bir Zambak operasyonu gerçekleştirme konusuna geri döneceğiz. Sizden, ilave veri toplamak ve olası değişiklikleri dikkate almak amacıyla YAYTSO hedefini mümkün olduğunca gözlem altında tutmanızı rica ediyoruz.”
Nedense Mitrokhin Arşivi, kitap olarak yayınlandığı 1999 yılından sonra Türkiye’de pek ilgi çekmedi.
İki cilt olarak yayınlanan MI5 onayından geçmiş arşiv belgelerinde Avrupa, Asya, Afrika ülkelerinin hepsiyle ilgili ayrıntılı bilgiler, belgeler vardı ama nedense Türkiye ile ilgili belgeler ve bilgiler sanki ayıklanmış gibiydi.
Kitabın içinde bir bölümün en sonuna, ek olarak konmuş bu planın dışında.
1999 yılında Sabah gazetesinde küçük bir haber olan o sabotaj planı da daha sonra hiç gündeme gelmedi.
Halbuki bu plan sadece 1955’deki 6-7 Eylül Olayları’na ilişkin değil, genel olarak Soğuk Savaş’ta Türkiye’de olan biten hakkında göz açacak bir plandı.
Belki de Türkiye’de bu kadar göz açıklığı istenmiyordur.
Yazarlar
-
Akif BEKİVer elini kayyumokrasi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNYıkıcı korku değil kurucu cesaret 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanHukuk devletinden uzaklaşmak boşuna değildi, tam da bugünler içindi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSuriye’de haberler kötü 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciPiyasaları kim hazırladı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ1 Eylül Dünya Barış Günü ve toplumsal sorumluluk 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAUmut Hakkı, Özgürlük ve Demokratik Gelecek: Toplumun Vicdanına, İktidara ve Halklara Çağrı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURErbil’deki tartışma: Zor yakalanan mı zor olan mı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUMerkeziyetçilik bütün kötülüklerin anasıdır! 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNYargı İstanbul Yönetimini Görevden Alınca CHP Direniş Kararı Aldı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERGeri Çağırma Hakkı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRT20 Yılda Ne Değişti? 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBarış Umudu 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilMillî mi, Evrensel mi? Muhafazakâr Savunma Sözlüğünün Anatomisi 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞDİYANET NE ZAMAN ”KENTLİ” OLACAK? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Kusursuz fırtına’nın tam ortasında: Türkiye krizler kavşağında hangi yola sapacak? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazRüşvetçileri merak eden bir savcı var mı? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNLevant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluKim demiş İslam ülkeleri bir araya gelemiyor diye 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: İtalya-Güney Tirol Özerk Bölgesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBir Demokrasi Kurultayı hikâyesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞAnayasa Madde 66: Türk vatandaşlığı 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMalazgirt ruhu: Sultan Alpaslan ve Cevdet Sunay yeni Türkiye’ye el sallıyordu 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAktaş serbest, Özer niye tutuklu? İşte skandalın kanıtı 3 rapor 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİPlazma Toplumu: Bir sinyal okyanusunda yüzen balıklar gibiyiz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKızışan Ortadoğu ve Amerikan sağında ihtilaflar 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasLiderleri neden ‘insan üstü’ gibi görüyoruz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan çok beğenmiştir… 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunBarışın kaçınılmazlığı… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYATürk futbolunun acı gerçeği: Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuAnkara neden huzursuz? 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBüyük hesaplaşmaya doğru 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCezaevinden yükselen çığlık: Yaşamak istiyorum! 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANSiyaset kulislerinde konuşulan baskın seçim senaryosu… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluGerçekten “adrese teslim” kadro ilanı, memurken başka yerde okuma rahatlığı ve yandaş medyanın “ezbe 28.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİR"KILIÇ KININDAN ÇIKARSA!" 28.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Baba Evi’nde Yarenlik… 28.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktanİslam ülkelerinin liderleri de acaba bir gün utanır mı? 27.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgünİsrail hedefine ulaşırken… 27.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİran yeniden menzilde 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelTek adama alışmış bir ülkede CHP'de ‘çift lider’ stratejisi ne kadar çalışır? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava Tümseği 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKalıcı toplumsal barış: Engeller, imkanlar 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKardeşlik 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMutlak kötülüğün mutlak zaferine doğru mu? 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİller Bankası Genel Müdürü Recep Türk: Listemizde sadece Aydın yok 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANBitmeyen CHP tartışmaları (II): Yelin kayadan toz koparması 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayEnflasyon raporu: Faiz, fiyatlar, sofradan eksilen tabaklar 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçDiyanet anayasaya aykırı bir hukuk rejimi öğütleyemez! 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları

























































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
2.09.2025
30.08.2025
27.08.2025
23.08.2025
20.08.2025
18.08.2025
16.08.2025
13.08.2025
11.08.2025
9.08.2025