Ahmet İlhan

Burhan Sönmez, Masumlar ve Kuzey romanlarından sonra üçüncü romanı olan İstanbul İstanbul’ da, şehri yerin altı ve üstü olmak üzere iki ayrı dünya, iki ayrı ruh ve gerçeklik olarak ele almış. Bir kente yazılmış roman denebilir aslında İstanbul İstanbul’a. Yazar, kahramanına şöyle dedirtir İstanbul için:
“Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin, siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının, fırtınada sürüklenen geminin, dünyayı bir elmas gibi avucuna almak isteyen prensin, boyun eğmemeye yeminli son isyancının, şarkıcılık hayaliyle evden kaçan kızın, para babalarının, hırsızların ve şairlerin vardığı kent İstanbul’dur. Her hikâye burayı anlatır.”
Burhan Sönmez, John Berger’in ‘Buluştuğumuz Yer Burası’ ve Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’ eserlerinde yaptıkları gibi, modern insanın kentle kurduğu ilişkiyi sorgulayan, ona anlamlar yükleyen yaklaşımını bu kitapta İstanbul için yapmış diyebiliriz. Roman sadece kahramanlarının trajik hikâyeleri üzerinden ilerlemez, ayrıca İstanbul’un tarihle, şimdiyle, gelecekle ve insanıyla kurduğu ilişki ve anlamları da alt metin olarak işler. Yazar kahramanı Küheylan Dayı’ya İstanbul ile ilgili de şunları söyletir:
“Her kent fetih arzular ve her çağ kendi fatihini yaratırdı. Ben hayal fatihiydim. İstanbul’a inanıyor, onun hayaliyle yaşıyordum. Umutsuzluk veba gibi yayılırken, orada bana ihtiyaç duyduklarını biliyordum. Beni bekliyorlardı. İstanbul’a can vermek için bedenimi feda etmeye hazırdım.”
Romanın tümü daracık bir hücreyi merkez mekân olarak almış ve olaylar kahramanlarca hayal edilen ve anımsananlar dışında tümüyle orada geçmekte. Hücre İstanbul’da yerin metrelerce altında ve denize yakın bir yerdedir. Romanda dört anlatıcı var: Öğrenci Demirtay, Berber Kamo, Doktor ve Küheylan Dayı. Anlatıcı olmasa da karşı hücrede kalan Zine Sevda’da önemli bir karakterdir. ‘’Donu inik erkek, eteği kalkık kadından hızlı koşar” fıkrasıyla başlıyor zindandaki dört kişinin muhabbeti. Birbirini tanımayan, ayrı hikâyelerin ortak bir kaderde buluşturduğu dört kişi. Genç öğrenci Demirtay, tuhaf-gizemli yapısıyla Berber Kamo, kendisini devrimci oğlu için kurban eden yaşlı Doktor ve yine yaşlı köylü Küheylan Dayı. Zamanın ve mekânın donduğu, dünyanın ve zamanın dışına taştığı daracık, soğuk ve karanlık bir hücrede sırayla işkenceye götürülen bu dört kahraman Boccacio’nun Decameron öykülerinden veya Binbirgece masallarından esinlenilen türde hikâyeler anlatırlar sırayla. Decameron’da olduğu gibi kahramanlar daracık bir mekâna mahkûm edilmişlerdir. Binbirgece masallarında olduğu gibi de çaresiz kötücül bir yazgıya mahkûm edilmişlerdir. Her hikâye hem bir trajedi hem bir hikmet hem de bir muamma taşır içinde.
Burhan Sönmez, hikâyenin neden bir hücrede geçiyor olduğunu şöyle anlatmış:
” Biz de o hücrelerin birindeyiz. Hem İstanbul’un içindeyiz, hem de İstanbul bizim içimizde. İstanbul tek bir binayla temsil edilemez, tek bir tarihi anla ifade edilemez, tek bir dilin varlığıyla kendini gerçekleştiremez. Bütün tarihlerin biriktiği, seslerin buluştuğu ve her bir bireyin damla misali ayrı ayrı dâhil olduğu bir denizdir o.”
Dört kahramanın ve Zine Sevda’nın farklı hikâyeleri olsa da bir şekilde devrimcilik veya muhaliflik üzerinden zindanda ve işkence altında buluşur kaderleri. İşkencenin ve hücrenin insanlık dışı etkisini, sürekli hikâyeler anlatarak unutmaya çalışırlar. Doktor en iyimserleridir, Berber Komo hiçbir şeye inancı olmayan kötümser ve öfkeli biri, Demirtay genç, tecrübesiz ve zayıf, Küheylan Dayı ise dev cüssesi gibi koca yürekli ve direngen. Konuşmalara pek katılmayan Zine Sevda ise efsanevi bir direngenliğe, cesarete ve cürete sahip genç bir kız. Bütün kahramanlar hemen her gün işkenceye götürülürler. Bir çeşit cehennem atmosferidir orası. Merhamet ve vicdan yoktur, işkencecilerde. Kahramanların onlardan kurtulma ümitleri de yoktur. İnsanın nasıl bu kadar kötü olabileceğini sorgulayan Küheylan Dayı’ya, “bu yaşamda insan en çok kendinden korkar” diyen Berber Kamo şöyle cevap verir:
“Asıl insan onlardır, Küheylan Dayı. Bu gerçeği anlamadın mı hâlâ? Tanrı doğayı yaratıp yeri göğü var ettiğinde, buna karşı Şeytan da insanı sahiplenmiş, onu bilgi ağacının meyvesiyle beslemişti. Bilgi edinen insan, diğer canlıların yapamadığını yaptı, varoluşunu bildi. Bildikçe varlığına hayran oldu. Kendisinden başka kimseyi sevmedi, Tanrı’yı bile. Tanrı’ya bağlılığı, ölümden sonraki yaşamı istemesindendi. (...) ben devrimcilere katılmadım, çünkü insan konusunda yanılıyorlar. İnsanın iyiliğe yatkın olduğuna, kötülükten kurtarılabileceğine inanıyorlar. Bencilliği ve insafsızlığı, olumsuz koşulların sonucu sanıyorlar. İnsanın ruhundaki cehennemi görmüyor, onun dünyayı cehenneme çevirme hevesini fark etmiyorlar.”
İnsan kendisiyle yetinmeyen tek varlıktır. Kuş, sadece kuştur, çoğalır ve uçar. Oya insan yetinmez, arar, sorar, ister, elde eder, değiştirir. Değiştirdikçe zamanın hızı artar, hız arttıkça onun arzusuna gem vurulmaz olur. Kimi rahatı, konforu ve hazzı arar, kimi özgürlüğü, yaşamın anlamını, kimi de şiddetin, korkunun, kötülüğün verdiği gücü arar. Her arayan, aradığına kavuşur şüphesiz. İşkenceciler kötülüğün, acının içinde ilerledikçe ve kurbanlarının bedenleri üzerindeki güçlerini gördükçe kendilerinden geçer ve işlerini gönül rahatlığıyla yapmaya devam ederler. Özgürlük ve hak arayıcıları iyiliğe inanmanın saf duygusunu canlarıyla, kanlarıyla öderler. Haklı ve iyi olmak bir erinçtir onlar için. Roman bu yönüyle politiktir. Yazar, Türkiye’de yaşanmış ve yaşanmakta olan kadim çatışma ve şiddet alanlarına isim vermeden göndermelerde bulunur. Devletin katı ideolojik ve refleksif yapısını ve buna dair kötü icraatlarını ve bu icraatların kurbanlarının ruh hallerini işlerken güncel siyasi, politik dile sapmaz, kendi dili üzerinden anlatır. Bir çare üretemez elbette ama iyilik ve kötülük öznelerini, kendi fiillerinin üzerine düşünmelerini sağlamaya çalışır. Akıcı, rahat ve şiirsel bir dili var Sönmez’in. Anlatıda şiire de sık sık göndermeler var. Yazar, yer yer masalsı, tahkiyeci bir üslupla anlatısını kurmuş. Can yakan kederli sahnelerde de santimantalizme kaçmadan, yeri geldiğinde ironi ve mizaha başvurarak anlatısını oluşturmuş.
Yazar, romanı, Hallacı Mansur’un bir sözüyle bitirmiş:” Cehennem acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin görmediği yerdir.” Zira yerin metrelerce altında işkence altında inleyen, acı çeken insanların, yerin üstündekiler tarafından hatırlanma, belki de kurtarılma umutlarının boşunalığını anlatır roman. Kahramanlar işkence altında can çekişirken İstanbul’u içinde hem yaşamı hem ölümü barındıran bir sis basmıştı ve hayat hem yer altındaki hem de yer üstündeki gerçekliğini koruyarak devam ediyordu.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.05.2022
15.04.2022
5.04.2022
24.03.2022