Ahmet İlhan

Başımıza gelen iyi ve kötü şeylerde, olup bitenlerin, sadece bizim başımıza geldiklerine dair bir inanca kapılırız çoğu kez. Belki de böyle olmasını isteriz. Çünkü kendimizi, iyilik veya kötülük fiilinin bilinçli bir tercihle yöneldiği “seçili kişiler” sanmak, sonuncundan bağımsız olarak egomuza iyi gelir. Eylemin niteliği ne olursa olsun, eylemin doğrudan hedefi olduğumuz düşüncesi gururumuzu okşar. Oysa bu gerçeklikler, hiç de sandığımız gibi, tarih içinde salt bizim için gelişmiş özel durumlar olarak ortaya çıkmamıştır. Çünkü biliriz ki çok farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda ve farklı özneler üzerinde hayatın cilvesi oldukça benzer, bazen de tıpkı aynısı şeklinde işlemiştir. İyilik-kötülük karşılaşmaları; çekilen acılar, içine düşülen çıkmaz; her şeye rağmen direnç gösterme; kurulan cümleler, duyguların ifade edilişleri, zaman ve mekân üstü bir hakikat biçiminde aynılık gösterir. Belki de bu durum, insanın temel yazgısındaki zorunlu bir işleyişten kaynaklanmaktadır.
Bu kötücül yazgıdan olsa gerektir ki insanlık tarihi; savaşlar, kıyımlar, sürgünler ve bunların yarattığı tarifsiz acılarla doludur. İnsanoğlunun düşünsel, sanatsal, felsefi gelişimi de onun benliğinin derinlerinde bir kök duygu olarak saklı olan “şiddete düşkünlüğünü” yok edip ehlileşmesine yetmemiştir. Tam tersi biçimde, modernleştikçe daha sofistike, gelişmiş şiddet araç ve yöntemleriyle birbirine yönelmiştir. Zamanla bu ilkel kökenden gelen kaba şiddet eğilimi, modernize olmuş despotik-faşizan devletlerde daha planlı, programlı olarak acımasızca yürütülen kıyımlara, ezme ve yok etmelere dayalı sistemlere de dönüşmüştür. Doğaldır ki insanlık tarihi, bu acılarla dolu sayfalarının sanata yansıdığı sayısız örnekle de doludur. Arjantinli yazar Humberto Costantini de “Francisco Santics’in Uzun Gecesi” romanında; baskıcı, faşizan sistemlerin kötücül doğasını; ezen-ezilen; sömüren-sömürülen; zalim-mazlum; hakikat-yalan bağlamında ele almış. Bu kadim çatışma izleklerini; insan soyunun zamana ve mekâna bağlı kalmadan yaşayadurduğu kronik sorunlar yumağı bağlamında dile getirmiş. Bu nedenle, hikâye boyunca olup bitenler Peron faşizminin baskısı altındaki Arjantin’de geçiyor olsa da öznel tarihimizle ilişkili düşünüldüğünde bize de son derece tanıdık gelecektir. Daha da ötesi, rahatlıkla diyebiliriz ki “Francisco Santics’in Uzun Gecesi”nde serimlenen olaylar, aşağıdaki metinde olup bitenlere benzer acılarla karşılaşan her coğrafyanın, topluluğun, insanın hakikatine de denk gelir:
Santics :
‘’Parugia, yirmi bin kayıp insandan bahsediyorlar. Dalga geçmiyorum.’’
‘’Kim bahsediyor?’’
…İnsan Hakları Cemiyeti, aileler. Yalan söylüyor olamazlar. Bahsettiğim şey bu.’’
‘’Kaç kişi olduğunu söylüyorlar?’’…
‘’Yirmi bin diyorlar. Ancak on kişi de olsa…’’
‘’Yirmi binmiş öyle mi?’’
‘’Dediklerine bakılırsa evet.’’
‘’İyi de hiçbir şey demek.’’
‘’İyi ama daha fazla olabilir, emin değilim.’’
‘’Yine de hiçbir şey demek.’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Bu rakam beş para etmez diyorum. İki yüz bin kişiden kurtulmak ülkeyi düzlüğe çıkarır.’’
…
Santics dilini yutmuştu…
Görülebileceği gibi benzer diyaloglar; baskı altında, demokratik değerlerden tümüyle uzak, faşizan yönetimlerin hüküm sürdüğü tüm ülkelerde, hemen her gün şahit olduğumuz olağan bir konuşmadan alınmış gibidir. Nitekim gözaltında kaybedilen on binlerce kişi ve trajik acıları ne yazık ki bu acıları, vahşeti olağan gören hatta destekleyen-üreten; zihnen, vicdanen körleşmiş kötülük mekanizmasının bilinçli-bilinçsiz kuklaları, birçok ülkenin uzak-yakın geçmişinde şahit olduğumuz şeylerdir. Elbet, muazzam bir sinsilik ve acımasızlıkla çalışan şiddet mekanizmalarına karşı tek başına mücadele eden, direnen yürekli insanların kahramanlıklarına ve ne yazık ki sistemin dev çarkında öğütülüşlerine de şahidizdir.
Adı geçen romandan alınan üstteki diyaloglar, Peron faşizminin baskısı altında inleyen Arjantin’de gerçekleşir. Arjantinli şair ve yazar Humberto Costantini, bizi 1977 Buenos Aires’ine götürüyor ve bize bir dramatik gerilimin asla durmadığı, kusursuz bir kurguya sahip özenle işlenmiş, olgun bir eser sunuyor. Roman, terör ve ölümün hâkim olduğu, muhaliflere vahşice saldırıldığı bir ortamda, kahramanının etik anlayışının sıkıştırdığı vicdanıyla uzun bir gece boyu şehri dolaşmasını anlatıyor. Çoğu Arjantinli sanatçı gibi politik baskılar yüzünden 1976 yılında ülkesini terk etmek zorunda kalan Costantini, on altı kısa bölümden oluşan romanda bizlere Francisco Santics’in bir cuma akşamüstü başlayan ve ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla sona eren bu gerilim dolu uzun gecesini anlatıyor. Okuma sırasında bölüm içerikleri hakkında bilgi sahibi olabilmemiz için bölüm başına birkaç satır ekleyen yazar, bir yandan da Santics’in başına geleceklere dair ironik ipuçları sunuyor.
Faşist yönetimlerin kurulmaya çalışıldığı ve iç çatışmaların yaşandığı birçok ülkede olduğu gibi, yetmişlerin Arjantin'inde de klasik anlamda sağ-sol iki kamp, birbirine karşı savaş halindedir. Rejim sağ-faşizan olunca askerlerin/işkencecilerin ve sivil destekçilerin yakalayıp yeraltının mahzenlerine ve hapishanelere doldurduğu direniş savaşçılarına akla hayale sığmaz türlü eziyetler edilir ve birçoğu da öldürülür. Ama bu tür tarihsel süreçlerde her zaman ve her yerde, bu durumu uzaktan izleyen, hemen pozisyon almayan büyük bir çoğunluk da vardır. İlk bakışta ne kahraman ne de cellat olan bu sessiz kitle, gençliklerinde belli belirsiz solcu ya da ılımlı sağda konumlanmalarına rağmen, bu tür keskin olay ve olgular karşısında tavır almaz, sosyal olarak görünmez olur, rüzgârın hangi yöne döneceğini görmeye çalışarak sürecin tamamlanmasını beklerler. Romanın başkarakteri Francisco Sanctis de onlardan biri olarak solcu geçmişine rağmen, yaşı ilerlemiş, konforunu bozmak istemeyen biridir. Ta ki sözünü edeceğimiz o meşhur ve uğursuz telefon gelene dek.
Humberto Costantini, karakterinin iç çelişkilerini son derece gerçekçi çözümlemelerle sunarken, bir romandan çok, bir ülke hakikatinin tarihsel sürecini nesnel ve abartısız bir gerçeklik biçiminde göz önüne seriyor. Costantini, okuruna, bir ülkenin maruz kaldığı tüm işkenceleri, bir halkı aşan çelişkili durum ve güçleri ve buna kayıtsız kalıp sessizce izleyenlerin o kayıtsızlık-kararsızlık halleriyle, harekete geçtiklerinde bir kahramanın yükünü yüklenmelerindeki çok ince sınırı gösteriyor. Bu bağlamda “Francisco Sanctis'in Uzun Gecesi”, içimizdeki iyi adam ile çevremizi saran tüm kötülüklere kayıtsız kalan adamın ruh halleri arasındaki geçici ve değişken sınırı anlamak için çok önemli bir sanatsal gösteri sunuyor, diyebiliriz. Yazar, okurunu, metnin başında içine düşürdüğü şaşkınlıktan, kesinliklerinden, ani yargılarından, katı, acımasız tutum ve önyargılardan romanın sonunda vazgeçirir. Okurunu, tutumunu sürekli gözden geçirmeye çağırır ve onu sert, keskin yargılarda bulunmaya karşı uyarır. Roman, içeriğindeki can yakıcı, üzücü, gergin olaylara karşın yine de yazarının bir yazarlık maharetiyle zorunlu hallerde ölçülü bir şekilde ortaya çıkardığı bir mizahi anlayışa zengin, yumuşak bir üsluba; akıcı, güçlü ve çağrışımcı bir anlatıma sahip.
Roman kahramanı Santics, dini bir eğitimden tanrıtanımazlığa, devrimci bir yaşam mücadelesinden düzenin mütevazı, pısırık, apolitik, sıradan bir vatandaşı olmaya evrilen bir hayatın sahibidir. Utangaç, militan gençliğinin çok uzağında kalarak elde ettiği ve özenle koruduğu huzuru, eski bir tanıdığından gelen bir telefonla, tamamen bozulacaktır. Çünkü artık evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, ortalama bir gelire ve akıllı, sağduyulu bir eşe sahip olmuş, klasik müzik zevki taşıyan biri olarak Santics’in geçmişin gerilimlerini andıran maceralara girmeye hiç niyeti yoktur. Ancak buna rağmen hayatın silik, sıradan bir vatandaşı olarak varlığını sürdürmeye çalışırken bir öğle vakti eski bir arkadaştan (Elena Vaccaro) gelen telefon ile olayların gidişatı değişir. On yedi yıl önce kendisinden hoşlanan şişko, silik bir kızdır Elena. Santics’i mutlak görmek ister, nedenini söylemez. Önce buluşmayı reddeder Santics ama ısrar sonucu kısa bir süre için buluşmayı kabul eder. İşte bu kabul ile birlikte Santics’in zihin dünyasında müthiş heyecanlı, akıcı, dramatik, çarpıcı hesaplaşma sahneleri yaşanır. Yazar, okuyucuyu da roman boyunca bu hesaplaşma sahnelerinin gerilimi içine ustaca çeker.
Elena, eski kız arkadaşı değildir artık, son derece güzel, şık ve sportiftir. Santics’e nedenini sormaması şartıyla gizli bir olaydan bahseder. İki devrimci, hava kuvvetleri istihbaratı tarafından kaçırılacak ve öldürülecektir. Elena, bu iki kişinin adreslerini ısrarla ezberlettirerek onlara haber verme görevini bir emri vakiyle Santics’e yükler ve ortadan kaybolur. Roman bu sahneden itibaren müthiş bir politik gerilim örneği olarak sürer. Latin Amerika edebiyatının büyülü gerçekçilik özelliklerini yer yer hissettirse de daha çok hiper gerçekçilik olarak kurgulanmıştır. Yazar, tıpkı Jose Saramago gibi sık sık metinlere müdahale eder, okuyucuyu uyarır, yönlendirir. Okuyucuyu içine çektiği olayın dehşetli gerçeğiyle baş başa bırakmak için sık sık bu uyarıları yapar. Ey okuyucu, okuduğun bir roman değildir, bir hakikattir, nerede yaşarsan yaşa senin hakikatindir, uyarısıdır bu.
Santics o iki kurbanı kurtarıp kurtarmamanın ve devrimci geçmişinin muhasebesini son derece canlı, hakiki, derin psikolojik sorgularla sürdürür. Okuyucu, kahramanla birlikte nefes nefese koşturup çekilen tüm sıkıntılardan sonra en azından iyi bir sonla karşılaşma düşüncesine kendini tam hazırlayacakken gerçek, olanca şiddeti ve ağırlığıyla okuyucunun yüzüne çarpar.
Sonra ne mi olur?..
Sonrası yüreğinizin derinliğine, enginliğine, iyiliğine ve bu tür acılara dair tecrübesine kalmış…Acıdan felç olup uzun bir süre kımıltısızca, sıkışan nefesinizin düzelmesini bekleyebilirsiniz…Ya da Perugia gibi kayıtsızca arkanızı dönüp gidebilirsiniz…Veya takatiniz kalırsa sorarsınız kendinize: Bu uzun geceler, bir gün biter mi?..
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.05.2022
15.04.2022
5.04.2022
24.03.2022