Akın ÖZÇER
Ergenekon davası, önceki gün açıklanan kararla birlikte, hızla değişen siyasi gündemimizin ilk sırasına yerleşti. Dava, Türkiye’nin tam da yargılamaya konu oluşturan derin devleti nedeniyle pek demokratik olmayan geçmişiyle yüzleşmesinde bir ilk olarak önem taşıyordu. Ama tabii mahkemenin “Ergenekon terör örgütü” (ETÖ) olarak adlandırdığı derin devletin sadece darbeye zemin hazırlamaya yönelik eylemleriyle sınırlıydı. Örgütün diğer eylemleri, mesela terörle mücadele bağlamında işlediği faili meçhuller dava kapsamında değildi. O davalara halen Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi bakıyor. Dolayısıyla Ergenekon’u değerlendirirken, BDP milletvekili Altan Tan’ın dikkat çektiği gibi Fırat’ın Doğusundaki eylemlerini de göz önüne almak gerekiyor.
Konunun faili meçhuller veçhesi iki nedenle önem taşıyor. Birincisi, derin devletin faaliyetlerinin mevcut –muhalif seçmenlerin nefret ettiği- “AKP” hükümetini devirmekle sınırlı olmadığını ortaya koyması bakımından. İkincisi, tam da bu nedenle içinde bulunduğumuz çözüm sürecinde, yani Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi bağlamında çok daha kapsamlı bir yüzleşmenin gerekliliğini göstermesi açısından.
Bu nedenle ve gerekçeli kararın daha açıklanmadığını, ayrıca temyiz aşamasının da tamamlanmadığını dikkate alarak, davayı verilen cezaların yüksekliği ve olası hataları üzerinden değerlendirmenin çok da doğru olmadığını düşünüyorum. Aynı şekilde mahkûm olan kişiler ve geçmişte üstlenmiş oldukları görevler üzerinden yapılacak bir değerlendirmeyi de yanlış buluyorum. Bu tür değerlendirmeler bizleri yanlış sonuçlara götürebilir ki en vahimi siyaset mühendisliği yaparak davayı olduğundan faklı takdim etmek olur kuşkusuz.
Siyaset mühendisliği ve darbeler cenneti
Kabul etmek gerekir ki son 53 yılda ikisi doğrudan, biri muhtıra, diğeri post modern, bir başkası da elektronik olmak üzere darbeler yaşayan Türkiye’de Helsinki sürecine karşın askerin siyasete müdahalesi son iki yıla kadar azalacağına arttı. Süreç başladığında “AKP” diye bir parti yoktu ortada. Kamuoyunun karşısına AB’nin Türkiye’yi bölmek istediği gibi söylemlerle çıkan kimisi atanmış şahsiyetler vardı ve onlar kapalı kapılar ardında Kopenhag siyasi ölçütlerine uyum sürecini tümden engelleyemeseler de sürekli olarak frenlendiler bu ülkede.
Bunları ezbere söylemiyorum, bir bürokrat olarak küçük bir kısmına tanık olabildiğim yaşadıklarıma dayanarak dile getirmeye çalışıyorum. DPT AB İhtisas Komisyonu’nun siyasi kriterler raporunu görüşlerini almadan nasıl çıkardığımızın hesabını soranlar, Ceza Kanunu’nun 312. maddesi (eski 301) değişmesin diye üniformalarıyla koşuşturanlar ve üçlü koalisyon döneminde demokratikleşme paketlerini tırpanlayanlar Erdoğan’ın “otoriterleşmesine” karşı tepki gösteren demokratlar değildi haliyle.
Bu örnekleri daha da arttırmak mümkündür elbette. Bu ülkede demokrasinin en alt düzeyde kalması için siyasete müdahale edenleri gördükten sonra insanın on yıllar boyu sakız gibi yinelenen resmi söylemlere inancı kalmıyor. 80’li yılların başında AK (Avrupa Konseyi) nezdinde merhum Daimi Temsilcimiz kendisini ziyaret eden genç meslek memurlarına “herkesin altında son model araba, bize kaplumbağa (Wolskwagen) veriyorlar” diye dert yanmıştı. Türkiye’nin AK üyeliğinin askıya alınması söz konusuydu o yıllarda. Konsey üyeliğimizin bir dönem Yunanistan’ın başına geldiği gibi askıya alınması kötüydü tabii ama üyelik yükümlülüklerini yerine getirmek şöyle dursun, iki de doğrudan askeri darbe yapmak iyi bir şey miydi ki?
Türkiye hem demokrasi üreten Avrupa Konseyi gibi bir kuruluşa üye oluyor, hem de demokrasinin temel direklerinden biri olan askere siyaset yasağına “özel koşulları” bahanesiyle uymuyordu. İlginçtir ki özel koşullar safsatası AB üyeliğine giden yol açıldığında yine ortaya atıldı. Artık kimler tarafından olduğunu ayrıca belirtmeme gerek yok herhalde. AB tarafı özel koşulları kabul etmeyince AB karşıtı söylemler dile getirilmeye başlandı. Hatta Rusya, İran ve Çin’le birlikte hareket etmeyi önerenler çıktı. Türkiye’nin özel koşullarını kabul etmeyenlere aba altından sopa göstermek için belli ki.
Darbeye eksik teşebbüsü cezalandıran Balyoz davasına bakarsak, bu özel koşulların en hafif tabiriyle askerin siyasete müdahale hakkını içerdiğini görüyoruz. Yargıtay ne der bilemeyiz elbette ama Ergenekon davasında da mahkeme darbeye teşebbüs görüyor. Tesadüf bu ya, Ergenekon sanıklarının çoğunluğu AB karşıtı söylemleriyle, bazıları ayrıca Rusya- İran-Çin ekseni önerileriyle tanınıyor.
Karara sanıklar lehine aşırı tepkiler
Mahkemenin kararına gösterilen tepkileri iki grupta toplayabiliriz. Birinci grupta kararın özüne, Türkiye’de darbe teşebbüslerinin yargılanmasına karşı olmamakla birlikte cezaları aşırı bulanlar, özel yetkili mahkemelere karşı olanlar ve yargılamada birtakım usulsüzlükler yapıldığını öne sürenler var. Makul sayılabilecek bu tepkileri bir tarafa bırakmakta yarar var. Üzerinde özellikle durulması gereken tepkilerse, özellikle ana muhalefet liderinin dava sürecinde konuyla ilgili sarf ettiği sözler kadar vahim gördüğüm mahkeme kararına tepkileri.
Silivri ile arasına mesafe koymadığı takdirde partisinin sosyal-demokrat olduğunu yutturamayacağı açık olduğu halde öteden beri Ergenekon diye bir örgüt olmadığını savunan, sanıklarına arka çıkmaya devam eden CHP Genel Başkanı diyor ki “ Silivri’deki yargı olağanüstü dönemin bir mahkemesidir, dolayısıyla bu mahkemenin kararları meşru değildir. Görüşlerini izah için gazetecilere bir İngiliz fıkrası anlatarak lâfı bu yargılamanın adil olmadığı noktasına getiriyor. Bazı Ergenekon sanıklarının daha önce başvurduğu AİHM bu iddiayı reddetmiş ama olsun, varsın önemli olan siyaset mühendisliği değil mi?
Sayın Kılıçdaroğlu’na göre, Başbakan Erdoğan “ben bu davanın savcısıyım” dediği için iddia makamındaymış. Kendisi de Sayın Baykal sanıkların avukatı olduğunu beyan ettiği için savunma yapıyor anlaşılan. Diyor ki sıkıyönetim mahkemeleri 12 Eylül döneminde Evren’in dediklerini nasıl yerine getirmişse, kendisinin bir süre önce Evren gibi diktatör ilan ettiği Erdoğan’ın talebi de siyasi otoriteye bağlı bu mahkeme tarafından olumlu değerlendirilmiş. Uzun lâfın kısası CHP Genel Başkanı demek istiyor ki ortada örgüt yok, darbeye teşebbüs yok, sadece masum AK Parti muhalifleri var.
Yargılanan değil, yargılayan darbeci görüşü
Kılıçdaroğlu gazetecilere bunları söylerken kendisinin darbeleri savunuyor görünmesini arzu etmiyor. Hayır diyor, “demokrasilerde halkın iradesi önemlidir, halkın iradesine ipotek konulmamalıdır.” İyi güzel de arkasından “darbeye teşebbüs edenler olmuşsa, tabii ki cezalarını çekeceklerdir” türünde içi boş bir söz dahi çıkmıyor ağzından. Sadece “darbenin her türlüsüne karşıyız” diyor ve şöyle devam ediyor: “ bir ülkede bir başbakan çıkıp yasama ve yürütme benim için ayak bağıdır diyorsa orada bir sorunumuz var demektir. Demokrasiye karşı bir hınç, birikim var demektir.” Bu sözlerle, mahkemenin darbeye teşebbüsten mahkûm ettikleri değil, “asıl Başbakan bir tür darbecidir” gibi bir anlam çıkıyor. Bilmem böyle anlaşılmıyor mu yoksa?
İnsanlar her zaman fark etmezler belki ama anladıklarında zekâlarıyla alay edilmesine kızarlar. Son on yıla baktığımızda, bir çırpıda hatırladığımız bazı şeyler var: hükümete yönelik bir e-muhtıra, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na karşı Anayasa Mahkemesi’nin –tabii ki güvenilir bir kaynaktan duyduğum kadarıyla- birilerinin telefonundan sonra almak zorunda kaldığı 367 kararı ve AK Parti’yi kapatma davası. Şimdi bütün bunların hiçbir önemi yok da, Başbakan’ın otoriterliği mi demokrasi sorununa yol açıyor Türkiye’de? Başka bir deyişle Ergenekon sanıklarını demokrasi mücahitleri olarak bağrımıza mı basmamız gerekiyor?
MHP lideri Bahçeli de aynı dalga boyutunda. Mahkûm edilen TSK mensuplarının savunuculuğunu üstleniyor genel olarak ama mahkemeyle siyasi iktidar arasında organik bir bağ kurmayı da ihmal etmiyor. Hatta diyor ki “ülkemiz askeri darbe dönemlerinden sonra, sivil nitelikli bir darbeyle karşı karşıyadır. Mahkemeler AKP’nin arka bahçesi haline getirilmek istenmiştir. Başbakan’ın hoşuna gitmeyen, siyasi tercihini beğenmediği kim varsa ya darbeci, ya da demokrasi karşıtı olarak lanse edilmektedir.”
Yazının girişinde mahkemenin ETÖ olarak adlandırdığı örgütün terörle mücadele kapsamında diğer (Fırat’ın Doğusu’ndaki) eylemlerinin başka bir mahkemede görüldüğüne dikkat çekmiştim. Gerek CHP, gerek MHP liderlerinin açıklamalarına bakılırsa, bu davalar açılmadan önce bu ülkede her şey güllük gülistanlıkmış meğer. Türkiye demokratik bir ülkeymiş, Kürtler sorun yaşamıyormuş, AKP hükümeti gelmiş, mahkemeleri ele geçirmiş, muhaliflerini yargılatmış, Bahçeli’nin deyimiyle bir tek “havalara uçmadığı” kalmış.
Markar Esayan “Siyaset mühendisliğinin yeni stratejisi” başlıklı yazısında diyor ki “artık günümüzde siyaset mühendisliği “demokratik değerleri ve özgürlüğü savunma” görüntüsü ardından veriliyor. Tıpkı Batı’nın Mısır’daki darbeyi “Sisi demokrasiyi güçlendiriyor” savıyla desteklediği gibi.Kılıçdaroğlu’nun söylediklerini duyduktan sonra bu görüşe katılmamak mümkün değil. Aslında Gezi Parkı protestolarıyla başlayan “daha çok demokrasi” vurgulu AKP ve Erdoğan karşıtlığı da aynı temele dayanıyor.
Ne var ki AK Parti ya da Erdoğan’ı körü körüne savunmak gibi bir dertleri olmayan gerçek liberal ya da sosyal demokratlar için önemli olan öncelikle bu ülkede on yıllardır demokratikleşme çabalarını boşa çıkaran Ergenekon zihniyetinin bir şekilde mahkûm edilmesidir. Bu, eli kana bulaşmamış olan kişilerin mutlaka ağır cezalara çarptırılmaları gerektiği anlamına gelmiyor tabii. Ama darbe yapmayı ya da siyasete müdahale etmeyi kendisinde hak gören bir zihniyete de kimsenin itibar kazandırmaya hakkı yok.
Hedef, darbe ya da demokrasi, hangi araçla olursa olsun, bizden olmayanları iktidardan düşürmek belli ki. Ama bu dürüst bir yöntem değil. Demokratlar olarak, bizden olan, olmayan ayırımı yapmaksızın demokrasinin evrensel ilkelerinin geçerli olduğu bir düzeni savunmak durumdayız. Kimsenin darbeye teşebbüs edenleri, siyaset mühendisliğiyle bu topluma demokrat olarak yutturmaları mümkün değil. Toplum manipüle edilebilir belki ama Alzheimer hastası yerine konulduğunda hep ters tepki veriyor. Ne kadar makyaj yapılırsa yapılsın aynadaki demokrat görüntüsü yakın geçmiş hatırlandıkça pul, pul dökülüyor çünkü.
Yazarlar
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.05.2023
24.05.2018
9.02.2018
24.04.2018
11.04.2018
28.03.2018
22.03.2018
15.03.2018
1.02.2018
7.02.2018