Ali BAYRAMOĞLU
Çağdaş demokrasilerin asgari koşullarından en önemlisi belki de ayrışma fikridir. “Ayrışma”, akla kuvvetler ayrılığını getirir, ancak ondan daha öte, sosyal, kültürel alana uzanır. İktidarın, hukukun, düşüncenin, kültürün, toplumsal olanın kendi iç işleyişlerinde ve birbirlerine karşı özerk olabildiği bir duruma işaret eder.
Toplumsal ve siyasal hayatın unsurları arasında doğal ilişkiler kadar bir mesafenin de bulunması, etik kuralların bu mesafeden beslenmesi çoğulculuğun olmazsa olmazıdır. Özgürlük ve eşitlik gibi temel demokratik erdemleri derinleştiren, sağlamalarını yapan bu mesafe ya da ayrışmadır.
Düşünce siyaset karşısında özerk olamıyorsa, sosyal, kültürel, dinsel sahalar siyasi iktidar ve siyaset karşısında özerkliğini, kendiliğinden işleyişini ve çok sesliğini koruyamıyorsa, özgürlük, eşitlik gibi erdemler araçsallaşır ve anlam kaybeder.
Ayrışma modelleri, neşet ettikleri yerden, tarihsel deneyimden ve zamandan bağımsız bir şekilde tüm insanlığın ortak bir kazanımıdır. Açık düzene işaret ederler. Bu düzen ne denli evrenselse, onun karşı kutbu da o kadar evrenseldir. Özerklik yerini bağımlılığa, özgürlük yerine itaate, eşitlik hiyerarşiye bırakınca, bu, hangi coğrafyada, hangi gerekçelerle, hangi politik dil ve yapıda gerçekleşirse gerçekleşsin, kapalı düzenin tarifidir.
Batı Doğu fay hattının tam ortasında bulunan, bu fay hattında, değer sistemlerinin birbirine sürtünmeleriyle sarsılan, bununla baş etmeye çalışan Türkiye, yıllar yıllı bu iki model arasında salınıp durdu. 1950’den itibaren çeşitli denemeler yaşadı, geçişler, sentezler peşinde koştu. Bunları yaparken demokratik erdemler ve çoğulculuğun gerekleri istikametinde epey yol da aldı. Ancak bu yol, büyük resme oranla görece ve sınırlı kaldı.
Nitekim 2003’de başlayan son büyük deneme de hüsranla sonuçlandı. Bu deneme Türkiye’nin siyasal ve toplumsal tarihi bakımından önemliydi. 90’ların ortalarından itibaren kabarmaya başlayan toplumsal-siyasal bir dalga, yeni bir denemenin, çabanın safhanın işaretlerini taşıyordu. Ülkenin derin tarihsel yarığı harekete geçmiş, ülkenin iki yakası, Batılı seküler yaka ile yerel muhafazakar dindar yaka arasındaki ekonomik, sosyal, kurumsal denge ve temaslar biçim değiştirmenin arifesine gelmişti.
Bu safha bir yandan bir umudu barındırıyordu. FP-AK Parti çizgisi yerel ve evrensel değerleri bir araya getirme iddiasıyla İslami hareket içinde görece ama anlamlı bir kopuşun taşıyıcısı olmuştu. Bugün kim ne derse desin, bu bir ilkti. Türkiye, AK Parti’nin iktidar olmasıyla birlikte yeni bir denemeye girişti. Bu deneme ülkenin kurucu toplumsal kimliklerinin, laik ve seküler kesimlerin kendi içlerinde bir değişim yaşayıp yaşamayacaklarını, bu mümkün olursa birlikte bir sentez üretip üretemeyecekleri iddiasını, velhasıl yeni bir demokrasi imasını içeriyordu. Ufukta ayrışma modeli ışığı vardı.
Öte yanda açılan sayfa, muhafazakar kesime ilişkin bir siyasi zıplamayı, iktidar mekanizmalarında ve mevcut siyasi dengelerde bir yer değiştirmeyi, kültürel nitelikli, sınıfsal içerikli sert bir iktidar mücadelesini, kimlikçi siyasetlerin ve tutumların derinleşmesi ihtimalini de barındırıyordu. Bu, yeni ve derin bir iniş anlamına gelecekti.
Sonuç olarak umutlar karşılıksız kaldı.
Bugün yeni bir iniş dönemi yaşıyor, dar alanlarda hareket ediyoruz. Düşüncenin siyasete bağımlılığı zirve yapmış durumda. Siyasetteki güç yoğunlaşması, olağanüstü koşulların varlığı, milli irade-çoğunlukçuluk ilişkisi ve kendine haslık iddialarıyla doğrulanıyor. Kültürden üniversitelere, basından sivil yapılara, yargıdan ekonomi yönetimine değin toplum ve devletin temel parçaları, özerk işleyişlerinin sınırlanmasına tanıklık ediyorlar.
“Neden” sorusunun konjonktürel gelişmeler içinden çekip çıkarılacak pek çok yanıtı var. Devletin omurgasının kırılması, Gülen meselesi, Ortadoğu dengeleri, Kürt meselesi, kültür savaşları, kimlikçi meydan okumalar bunların başlıcaları...
Bugün yaşadığımız iniş ilk kez olmuyor, muhtemelen son kez de olmayacak.
Nitekim konjoktürel hadiseler yaşananları tek başına açıklamak için yeterli olmuyorlar. Siyasi hayatı yönlendiren faktörler, kendi başlarına ve sadece bu hadiselerden oluşmuyor. Bu hadiseler karşısındaki siyasi tercihler ve refleksler, daha belirleyici bir rol oynarlar.
Böyle olunca ilk akla gelen, iktidardaki siyasi parti ve kişilerin siyasi sorumluluğu olacaktır. Ancak uzak açıyla bakıldığı zaman, sorun bir siyasi partiye, bir siyasiye indirgenemeyecek kadar derindir.
Zira siyasi hayatımızdaki temel meselelerden birisi, “siyaset yapma tarzı”nın bir zamandan bir diğerine, bir ideolojiden bir başkasına uzanan ortak özellikleri ve sürekliliğidir. Bu süreklilik çerçevesinde hakim siyaset yöntemimiz, kayıp endişesine dayalı “zor siyaseti”, “sadakat arayışı”, “alan genişletme ve alan koruma hamleleri” ile “içe kapanma eğilimi”nden oluşur. O zaman görmek gerekir ki, bu ülkede temel kronik sıkıntı, konjonktürel sorunlardan, yeni durumlardan çok, bizim bunlarla baş etme yöntemimizden ileri gelir. Bu yöntem, sağdan sola, İslami kesimden seküler gruplara, askerden sivile herkeste ortaktır.
Yöntem, bir yönüyle zihniyet meselesine de gönderme yapar. Bu yön, çok parçalı bir toplumda, her kesimde karşımıza çıkan, yüksek “öteki” endişesidir. Kimliklerin birbirlerine bakarak ürettikleri, birbirlerine yönelttikleri, birbirine benzeyen endişeler, güvensizlik üzerine kurulu siyaseti beslerler.
Kabul etmek gerekir ki, bu zihniyet çekirdeğiyle, “cemaatler toplumu”ndan “kamusal alan toplumu”na, hiyerarşi, merkeziyetçilik ve itaatin egemen olduğu bir düzenden, özerklik, özgürlük ve eşitliğin düzenine geçiş kolay değildir.
Bu geçiş, Türkiye’nin sosyolojik ve tarihsel malzemesi bakımından da engellerle doludur. Bu sayfada bir kaç ay önce yayınlanan, “Bu topraklarda demokrasi bir hayal mi?” makalede şunları yazmıştım:
“Bu topraklarda her biri ayrı bir toplumu andıran kültürel, yerel, etnik farklı topluluklar yan yana yaşar. Bu topluluklar içinde iki büyük kesim, “dindar-muhafazakâr” ve “seküler-laik” cemaatler (...) birbirlerini yaşam biçimlerine tehdit olarak görür, uzlaşmaz iki değer sistemini temsil ettiklerini düşünürler. Kendi alanlarını ötekinin aleyhine, keyfi biçimde genişletmeye çalışırlar. Bu iki farklı tasavvur bu yolla ve birlikte, siyasi ruhumuza yıllar yılı cemaatçi bir siyasi kültür zerk etmişlerdir. Kimlikçi algılar, keskin doğrular, bu nedenle biraz da kader gibi, siyaset anlayışımızın temelini oluşturur…”
Bu iki büyük kütlenin varlığı, çatışması, çatışmanın tarihsel, sosyolojik boyutları bir bütün ele alındığında karşımızda belirleyici, aşılamaz ya da aşılması çok zor bir yapı çıktığı aşikardır.
Bu yapıyı ters yüz etmeye soyunan her girişim de determinizme karşı büyük bir meydan okumadır. Bunun zor ama gerekli bir meydan okuma olduğuna şüphe yok. Bu meydan okumalar tarihi determinizm karşısında yenilgiye uğrayabilirler, hatta bugün olduğu gibi bu yapıyı besler ve yeniden üretir duruma gelebilirler.
Ancak hiç bir meydan okuma tarihin çöplüğüne gitmez. Toplamda, siyasette, zihniyet dünyasında küçük ama anlamlı birikintiler oluşturur. Sorular, sorgular ortaya çıkarır. Dalgalar da böyle oluşur. Demokrasi mücadelesi, ayrışma modeli hedefi, değişim kavgası bunun için süreklidir ve sürekli olmalıdır.
2018’e girmeye bir ay kaldı. Yeni yılın siyasi hareketlilik ve siyasi kampanyalar yılı olacağına hiç şüphe yok. 2019, demokrasi mücadelesi ve imkanları için Türkiye için yeni bir başlangıç olabilir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
8.06.2025
5.06.2025
2.06.2025
29.05.2025
18.05.2025
15.05.2025
10.05.2025
8.05.2025
4.05.2025