Alper GÖRMÜŞ
‘Patlama ânı gazeteciliği’, Türk gazeteciliğinin olağan hallerinden birini tanımlamak için ilk kez 17-18 yıl önce kullandığım ve o günden bugüne sık sık müracaat ettiğim bir kavram; evet, ‘sık sık’, çünkü bu kavram Türk gazeteciliğinin örneğini ‘sık sık’ sergilediği kendine has bir gazetecilik türünü anlatmak için gayet işlevsel bir içeriğe sahip...
‘Patlama ânı gazeteciliği’ni, süreçleri izlemeyen, o süreçler ancak nihai noktalarına yaklaşırken, hatta çoğu kez 'patlama' ânında olaya dahil olan bir gazetecilik türünü anlatmak için kullanıyorum.
Sorun doğal olarak en çok, medyanın olanı biteni izlemekte en iştahsız olduğu alanlarda ortaya çıkıyor ve elbette bu alanların başında da Kürt sorunu geliyor. Nitekim ben de
‘Patlama ânı gazeteciliği’ kavramını ilk kez eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın cenaze törenine (25 Ocak 2001) Kürtlerin kitlesel kalabalıklarla katılması karşısında şaşkınlığa düşen medyanın halini anlamlandırmaya çalışırken kullanmıştım.
Medya, Gaffar Okkan’ın cenazesinde neden çok şaşırmıştı?
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001'de uğradığı suikast sonrası hayatını kaybetmişti. Okkan'ın cenaze törenine Diyarbakırlıların gösterdiği olağanüstü ilgi bütün medyayı şaşkına çevirmişti. Gazeteler ve köşe yazarları, ertesi günden itibaren bu ‘olağanüstü durumun’ nedenlerini araştırmaya koyuldular.
Oysa ‘patlama ânının’ öncesini, yani süreci izleyen bir gazetecilik için ortada şaşıracak hiçbir şey yoktu. Gaffar Okkan, Kürtlerin kendilerini eşit yurttaş hissetmeleri için samimiyetle gayret gösteren ‘aykırı’ bir emniyet müdürüydü. Okkan, yaşamı gibi ölümüyle de ‘birleştirici’ bir rol oynamış, döneminde Diyarbakır'da oluşan barış ve sükûnet ortamı cenazesinde de sürmüştü. Medya, ‘ora’yla ancak hayatını kaybeden askerler ve ‘etkisiz hale getirilen’ PKK'lıların sayısı bağlamında ilgilendiği için bu ‘havayı’ ancak Okkan'ın cenazesinde algılayabilmişti.
Birinci neden: Gazeteciliğin kendi problemleri
‘Patlama ânı gazeteciliği’nin başlıca iki nedeninden (kaynağından) söz edebiliriz...
Birinci neden, Türk gazeteciliğinin kalitesiyle, tecrübesiyle ve onların bir türevi olan alışkanlıklarıyla bağlantılı... ‘Patlama ânı gazeteciliği’ bu çerçevede fazla çalışkan olmayan, merakı kıt, fikri takip sorunları yüksek bir gazeteciliğin yarattığı bir tür olarak çıkıyor karşımıza; burada bir dış baskı söz konusu değil.
Gaffar Okkan örneğinde neden bir dış baskıdan (devlet baskısından) söz edemeyiz? Çünkü öyle bir emniyet müdürünü Diyarbakır’a atayan bir devlet, onun bölgede yarattığı olumlu havanın medya üzerinden dalga dalga bütün ülkeye yayılmasını isterdi ve bunu medyadan beklerdi. (Tam bu noktada haklı olarak sorabilirsiniz: ‘Medya, anlattığınız nedenlerle süreci izlememiş olabilir, fakat devlet neden her zaman yaptığı şeyi yapmayıp medyayı kullanarak bu örneğin yurt çapında bilinmesini sağlamadı o zaman?’
Gaffar Okkan’ın feci akıbetini düşününce cevap olarak benim aklıma şu geliyor: Devlet, öyle bir örneğin kamuoyunun ‘gözüne sokulması’nın Gaffar Okkan için hayati bir tehlike yaratacağını düşündüğü için, Diyarbakır’ın ardından başka illere de yaygınlaştırmaya çalışacağı bir pratiğin böylece başlamadan boğulmasını engellemek için süreci göze batmadan sürdürmek istemiş olabilir.)
Bu biçimiyle, ideolojileri ya da iktidar karşısındaki pozisyonları ne olursa olsun, Türkiye'deki 'reel' gazeteciliklerin hiçbirinin dışında kalamadığı bir sorundan söz ediyoruz.
İkinci neden: Devletten medyaya yol haritaları
Medyanın herhangi bir dış baskı algılamadığı, sadece kendi yetersizliklerinden ve problemlerinden kaynaklanan ‘patlama ânı gazeteciliği’ türünde gazeteciler birçok önemli gelişmeyi farkında bile olmadan ıskaladıkları için, süreç işbâ noktasına ulaşıp da patladığında samimiyetle afallarlar (Gaffar Okkan örneği).
Fakat süreçleri, devletin baskısı nedeniyle izlemedikleri (izleyemedikleri) durumlarda hiç şaşırmazlar! Çünkü neyin nereye gideceğini bilmektedirler ve fakat yazamamaktadırlar!
‘Patlama ânı gazeteciliği’nin bu türünün, kendisini kamuoyunu bilgilendirmekten çok devletin kendisinden isteklerini yerine getirmekle görevli sayan bir gazetecilik anlayışına has olduğunu sanırım söylemeye bile gerek yok.
‘Patlama ânı gazeteciliği’nin bu türünün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Afrin’e müdahalesi çerçevesinde nasıl işlediğini birkaç somut haber üzerinden anlamaya çalışalım...
Afrin’e ‘giremeyen’ rejim güçlerinin direnci ‘patladığında’?
19 Şubat günü akşam saatlerinde (17:00 civarında) Türk televizyonlarında yayımlanan, görüntülerle de desteklenen bir habere göre, Suriye rejimine bağlı güçlerden oluşan ve ağır silahlarla donatılmış bir konvoy Afrin’in güneyinden girerek kent merkezine doğru ilerlemeye başlamıştı.
Haber, Türkiye’nin Rusya ve İran’la Astana’da ulaştığı anlaşmaya göre ‘imkânsız’ bir gelişmeye işaret ettiği ve Türkiye’nin Suriye ile doğrudan çatışmasını ihtimal dahiline soktuğu için kamuoyunda büyük bir kaygıya yol açtı. Birdenbire nereden çıkmıştı böyle bir şey?
Haberin ‘birdenbire’lik özelliği kamuoyu için doğruydu fakat gazeteciler için değildi. Çünkü onlar on güne yakın bir süredir PYD / YPG’nin rejimle yürüttükleri pazarlıkları biliyorlar fakat bunu haberleştiremiyorlardı. (Aksi takdirde 21 Ocak’ta Başbakan Binali Yıldırım’ın kendilerine ilettiği 15 maddelik ‘Zeytin Dalı harekâtında izlenecek haber stratejisi’nin ilgili maddesine aykırı davranmış olacaklardı: “Karşı taraf adına istihbari bilgi içeren detaylara girilmemesi...”)
Reuters’in haberi de aynı nedenle ıskalanıyor...
Toplumun bilme hakkını önemseyen ve kendini bu hususta görevli sayan bir gazetecilik, hiç değilse haberin Türk televizyonlarındaki mecburi ‘patlamasından’ (19 Şubat akşamı) bir gün öncesinde saygın uluslararası kanal Reuters’in verdiği ‘rejim güçleri peyderpey Afrin’e giriyor’ haberini okurlarından mahrum etmezdi. Fakat hayır, 19 Şubat sabahı haber bültenlerinde Fox TV hariç, bu önemli habere hiç kimse itibar etmedi. (15 maddelik medya yol haritasının “Uluslararası haber kaynaklarının Türkiye aleyhine yapacağı haberleri yansıtırken Türkiye’nin milli menfaatlerinin gözetilmesi” maddesi uyarınca...)
Nereye kadar? Aynı akşam Afrin’e giden konvoyun görüntüleri rejim tarafından servis edildiği ve Türk hükümeti yetkilileri açıklamalarda bulunduğu için haberin televizyonlardaki mecburi ‘patlayışına’ kadar...
Haberleri Türk medyasından alan biri için durum şu anda ise şöyle: Afrin’e gitmek isteyen rejim güçlerine ait bütün konvoylar vurulduğu için orada PYD / YPG dışında başka güç yoktur.
Türk medyasına göre durum böyle de, uluslararası medya, Afrin’e törenle giren silahlı rejim güçlerinin ellerinde Suriye bayrakları ve Esad fotoğrafları olmak suretiyle çektirdikleri fotoğraflar ve filmlerle dolu. Bunların bir bölümünde de Öcalan ve Esad’ın yanyana fotoğrafları görülüyor.
Afrin’e ‘giremeyen’ rejim güçlerinin direnci ‘patladığında’ Türk medyası tabii ki şaşırmayacak, çünkü neler olup bittiğini biliyor, sadece yazamıyor.
Suriye’deki ateşkes Afrin’i etkiler mi?
‘Afrin’e giren rejim güçleri’ haberini hiç sektirmeden bir başka ‘cız’ haber izledi: Suriye’de bir aylık ateşkes ihtimali... Merak edilen soru şuydu: Birleşmiş Milletler’de (BM) oylanacak ‘Suriye’de ateşkes’ karar tasarısında olumlu bir sonuç çıkarsa, bu karar TSK’nın Afrin’deki operasyonunu da kapsar mıydı?
Bu soru insanların kafalarında vardı fakat hiç kuşkusuz kafalarında aynı soru olan gazetecilerin haberlerine bir türlü yansımıyordu. 15 maddelik Zeytin Dalı listesinde doğrudan buna dair bir madde yoktu ama, muhtemelen gazeteciler bu ihtimali deşmeyi ‘şuyuu vukuundan beter’ sayıp ‘cız’ haber muamelesi yapmışlar ve hiç bulaşmamayı tercih etmişlerdi.
Oylamadan önce, Türk gazetecilerin çok iyi takip ettiğini bildiğimiz Barzani’ye yakın Kürt sitesi Rudaw’ın ilgili haberi de muhtemelen aynı nedenle ıskalanmıştı: Habere göre, Rudaw’a konuşan tasarının iki sahibinden biri Kuveyt'in BM Temsilcisi Mansur El Uteybi, “Suriye'nin tamamında şiddetin durdurması çağrısında bulunuyoruz. Suriye'nin bütün bölgelerinden bahsediyoruz” demişti. (Tasarının kabulünden sonra Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi Vassily Nebenzia da Güvenlik Konseyi'nde alınan ateşkes kararının bütün Suriye'yi kapsadığını söyledi. Ben bu yazıyı yazarken, YPG de açıklanan ateşkese Afrin’de uyacağını açıkladı.)
Türkiye tarafı, ateşkesin Afrin’le hiçbir ilişkisinin olmadığını düşünüyor ve bu doğrultuda diplomasi yürütüyor. Belki de Türkiye tezini kabul ettirecek ve Afrin’deki harekât sürecek.
Peki ya tersi olur da BM, Türkiye’yi de ateşkese zorlarsa? İşte o zaman ‘patlama ânı gazeteciliği’nin arabasına binmekle yetinenler büyük bir şaşkınlığa uğrayacak. Çünkü böyle bir gelişmenin mümkün olduğunu imâ eden gelişmelerin hiçbirinden haberleri yok!
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025