Bekir AĞIRDIR
1998 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli yazar Jose Saramago’nun Körlük romanı, araba kullanmakta olan bir adamın, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşmesiyle başlar. Adamın körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.
Yazarın anlattığı ya da zaten var olan ama görmek için kafaların kumdan çıkmasının gerektiği bir çürüyüşün öyküsüdür Körlük romanı. Salgın hastalık metaforuyla düzenin işleyişini eleştiren roman, insani değerlerin tümüyle kaybolduğu durumu sembolik karakterler aracılığıyla anlatan bir felsefi bulmaca biçiminde sürer.
“Güneş her biri için aynı saatte doğmadığından -bu çoğunlukla her birinin işitme duyusunun keskinliğine bağlıydı- kimi erken kimi geç uyandılar.” (romandan)
Erken veya geç uyanmak sorunun var olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Görseniz de görmeseniz de adını doğru koysanız da koymasanız da sorun orada duruyor, yaşanıyor. KONDA’nın bulgularına göre ülkedeki her 100 hanenin 36’sı gelirinin giderinden eksik olduğu koşullarda yaşıyor. Her 100 hanenin 51’i gelirine göre “sıfır veya bir” koşullarda yaşıyor, yani gelirine denk bir yaşamı kurmuş, işini ve o geliri de kaybederse yaşamını sürdürme şansı yok. Her 100 hanenin yalnızca 13’ünde gelir giderinden fazla. İnsanlar “geçim derdim var” diyor. Her 100 kişiden 80’i bugünkünden de daha ağır koşullara kendini hazırlamaya çalışıyor. Umutsuzlar, çaresizler, güvensizler.
İktidarın, bir bakıma devletin de kendilerini yalnız, çaresiz bıraktığını görüyorlar. Yaşananlara iktidar sözcülerinin gerçeklikten ırak söylemlerini de duyuyorlar. Bakkala gittiklerinde fiyatları da görüyorlar. Gerçeği söyleseniz de söylemeseniz de mahallelerindeki camiden okunan selalardan pandemi nedeniyle kaç canın gittiğini de sayıyorlar. Partizanlığı da yolsuzluğu da keyfiliği de her gün kendi mahallelerinde gözlüyorlar.
22 milyon yardım alıyor
Doğruluk Payı sitesinden alıntılayarak, Cumhurbaşkanlığı 2022 Yıllık Programı’nda ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün 2020 yılı faaliyet raporunda da açıklanan verilerine göre, 2019 yılında 3 milyon 282 bin 975 hane sosyal yardımlardan faydalanırken, bu sayı 2020’de 6 milyon 630 bin haneye yükseldi. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de bir hanenin ortalama 3.3 kişiden oluştuğu göz önüne alındığında sosyal yardım alan nüfus 22 milyona ulaştı.
Hangi süslü siyasi cümleleri kurarsak kuralım her dört kişiden birinin ancak yardım alarak yaşadığı gerçeğini değiştirebilecek miyiz? Genç seçmenleri ikna edeceğini sanarak cici videolar yayınlayınca her dört gençten üçünün hâlâ bu gelir seviyesindeki ailelerinden alacakları harçlığa mahkum oldukları gerçeğini değiştirebilecek miyiz?
Jose Saramago Körlük romanında durumu şöyle anlatıyordu: “Körleri yöneteceğini ileri süren körlerden oluşmuş bir hükûmet, yani hiçliği düzenlemek isteyen bir hiçlik.”
Kasırganın gözündeyiz. Bu kasırganın içinden geçmeden de kurtulmak mümkün değil.
Ama ülkeyi yönetenler kameralar önünde olası protestoları 15 Temmuz darbe kalkışmasının failleriyle, kendi yurttaşlarına silah doğrultmuş, Meclis’i bombalayan alçaklarla bir tutan cümleler kuruyorlardı. Ülkeyi yöneten seçilmiş siyasetçilerin muhalefete bakışı, siyasetin seviyesi bu mu olmalıdır?
Son bir ayda bile yaşananlardan, yaşananlara dair iktidarın ve ekranlara kilitlediği toplamı 20 bile olmayan yandaşlarının söylemlerinden, üsluplarından anlıyoruz ki olan biten hiçbir şey anlık, bireysel, düşünmeden yapılmış işler değil. Bu yıkımın bir amacı var. Bu organize bir medeniyet tercihi kavgası. İktidar, Cumhuriyet’in 100 yıllık tarihini hızlı biçimde geri sarıyor. Toplumu da buna ikna edebileceğini hayal ediyor.
Başarabilir mi? 2022 yılında muasır medeniyet olarak hukuku, ekonomisi, kurumları, kuralları olan bir nizamı öngören bu memleketin 85 milyon insanını ikna edebilir mi?
Pandemi ve son üç ayda başka bir aşamaya geçmiş ekonomik buhranı yönetiş tarzına, olanları açıklayış biçimine bakanların gözlerindeki ışıltılarla inandırabilir mi?
Evet, bu memleketin insanlarında devlet algısı güçlü. Türk kimliğinin ana unsurlarından birisi güvenlik arayışı ve onun öznesi olarak devlet. Devlet kaos ve karmaşadan kaçışın, istikrar ve güvenliğin adresi. Güçlü devlet derlerken yalnızca kasları güçlü devleti kastetmiyorlar. Güvenilir devlet bekliyorlar. Güvenilirliği de inançtan değil hukuktan, laiklikten, eğitimden tanımlıyor.
Ama aynı zamanda devletin de zaafa uğradığını gördüklerinde devletin değişmesinden yana tavır alıyorlar. Her askeri darbeden sonra devleti değiştireceğini söyleyen partilere oy verdiler. 27 Mayıs darbesinden sonra lideri idam edilmiş siyasi hareketin devamı olduğunu söyleyen Demirel’e, 12 Mart darbesinden sonra, soğuk savaşın en sert döneminde bile “toprak işleyenin, su kullananın” diyen Ecevit’e, 12 Eylül darbesinden sonra Özal’a oy verdiler. 28 Şubat darbesi, Marmara depremi, 2000 ve 2001 ekonomik krizlerinin ardından Erdoğan’a oy verdiler.
Bugün toplum 20 yıl sonra aynı travmatik ruh haline girdi, gerçek dertlerin içine tekrar düştü. Bir bakıma toplumun da ruhuyla bedeni ayrıştı.
Anketler önemsizleşiyor
“Ruhla bedenin ayrılması için ille ölmek gerekmez. İnsan yaşarken de ruhuyla bedeni birbirinden ayrılabilir. Ama asıl sorulması gereken soru, ruhla bedenin ölmeden birbirinden ayrılmasının mümkün olup olmadığı değil, bu ikisinin nasıl olup da tekrar birleşebildiğidir.”
Böyle diyor Ayfer Tunç’un “Yeşil Peri Gecesi” romanındaki kahramanı.
“Nasıl olduğunu bilmiyorum. Ama oluyor. Bir şey oluyor. Ruhla beden birbirinden ayrılıyor. İnsan ölü gibi oluyor, ama ölü değil. Varlık bir süre ruhta yaşamaya devam ediyor ve o an için kendine ait olmayan bedenin faaliyetini, sanki ölmüş gibi izleyebiliyor. Ruhla bedenin birbirinden ayrı olduğu sırada duygular kayboluyor. Acı çekilmiyor, utanç duyulmuyor, zevk alınmıyor. Basit bir şaşkınlık ya da eylemin sonuna ilişkin bir merak bile doğmuyor.”
Bu ruh halinin içinde anketlerin neyi gösterdiğinin önemi yok. KONDA’nınkinin bile.
12 Eylül darbesinin ardından Özal iktidarıyla başlayan serbestleşme ortamında özel televizyonlar hayatımıza girmişti. Özel TV kanallarının ilk işlerinden birisi futbol maçlarının canlı yayınlarını almak olmuştu. Kuralları, standartları henüz oluşmamış ilk canlı yayınlar sırasında, bir futbolcu sakatlandığında sağlık ekibinden önce kamera ve sunucu futbolcunun yanına ulaşırdı. Ve sunucu sorardı “Nerene vurdu, kim vurdu, ne oldu, acıyor mu” diye. Böylesi bir kasırganın ortasında biz de dahil anketlerin yaptığı da bir bakıma bu.
Araştırmalar genel eğilimi gösterir, toplumun ruh haline dair ipuçlarını verir elbette. Ama bu kasırganın siyasi tercihlerdeki etkisi bugün ölçülenden daha büyük kaymalara neden olacaktır. İnsanlar şu anda canı burnunda yaşıyor. Hele enflasyonun çok daha hızlanacağı açık olan kısa dönemde insanlar öncelikle günlük geçim derdi, ekmek fiyatı, bir ampul söndürsem, bir radyatör kapasam peşinde olacaklar. Günlük dert, açlık, yoksulluk, çocukların beslenmesi kaygıları ağır basacak. Bu karmaşadan kurtulmanın yolunu ortalık soğuduğunda düşünecekler. O nedenle siyasi tercihlerdeki değişimi birkaç ay sonra daha net görebileceğiz. Şu anda seçmen kızgın, endişeli, çaresiz. Ama aynı zamanda sistemin nasıl çözüldüğünü, eğitimin nasıl çöktüğünü, hukukun nasıl keyfileştiğini de her gün toplumsal bellek kaydediyor.
Tam da bu nedenle artık çoğunluk iktidara değil muhalefete bakıyor. Gözünü, kulağını, yüzünü muhalefete dönmüş, bir çıkış bekliyor. Bu süreçte iktidarın oyun planı belli. Her türlü toplumsal muhalefeti 15 Temmuz parantezine alacağını, dolayısıyla da şiddet politikalarını, yöntemlerini artıracağını açık açık söylüyor.
Mesele muhalefettekilerin ne yapacağı. Yalnızca muhalif partilerin değil, sivil toplumun da yurttaşların da ne yapacağı.
Gidişatla derdi olan herkes ister parti ister yurttaş olsun Türkiye’yi, bu memleketin geleceğini yeniden düşünmek zorunda. Dünyanın Türkiyesi’nde yeni bir geleceği nasıl kuracağımızı düşünmek, topluma anlatmak, toplumu o geleceğe inandırmak zorunda.
Eskiyi unutmalı
Yüz yıldır çok yol geldik, hatalarıyla, kazanımlarıyla. Kimlikleri, kimliklere sıkışmaları da kimlikler arası kutuplaşmaları da ürettiği tüm melanetleriyle yaşadık. Şimdi ne önceki dönemlerin ne de bu iktidarın yaptığı hatalara kilitlenmeden, iktidarınki gibi intikam, rövanş duygularının şehvetine kapılmadan, bütün farklılıklarımızla bir arada onurlu ortak yaşamı inşa etmek zorundayız. Birbirine bakarak, itişip kakışarak değil birlikte geleceğe bakmak zamanı. Birleşmek, tek olmak, birbirine benzemek değil bir arada ve birlikte hareket etme, ortak geleceği kurma zamanı.
Bunun yolu da yeni bir başkan bulmak değil yeni bir ütopya yazmak. Eğer toplumsal muhalefet hâlâ ve yalnızca adayın kim olacağı etrafında şekilleniyorsa, ülkenin okumuş yazmışlarının kasırganın gözündeyken bile birbirine ilk sorusu adayın isminin belli olup olmadığı oluyorsa, vay halimize.
Eğer bu siyasi yapı, siyasal kültür, bu hal ve tarzıyla devam edecekse, Metin Altıok’un dizeleriyle, “Bir yarım umuttur elimizde kalan, göğüslemek için karanlık yarınları” demekten başka elde ne kalır ki.
Halbuki bu tuhaf zamanlarda, olağanüstü sıkıntıların içinde, kasırganın gözünde toplumun ortak umuda, ortak heyecana, ortak başarıya ihtiyacı var. Toplum da biliyor hissediyor ki kasırganın gözünden çıkmanın başlangıç noktası önce ışığı görmek.

Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.11.2025
27.10.2025
20.10.2025
6.10.2025
29.09.2025
8.09.2025
1.09.2025
25.08.2025
18.08.2025
11.08.2025