Bekir AĞIRDIR
Çok yorulduk. Umutlarımız da bedenimiz de ruhumuz da yoruldu. Dünya bir karmaşa içinde. Her gün Gazze’den gelen katliam görüntüleriyle ruhumuz, insanlığımız inciniyor. Ukrayna’da neler olduğunu haberlerde görmüyoruz artık. Afrika’da açlıktan ölen çocuklar, Yemen’de, Sudan’da, Somali’de iç savaşta ölenler gündemimizde yok. Afganistan’da, İran’da kadınların çektiği eziyetler de.
Ülkemizdeki yolsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik kalıcılaşmış, yoksulluk da umutlar da mirasa dahil artık. Geleceğe dair tüm anlatılar felaket kehanetlerinden oluşuyor. Yapay zekanın üreteceği fırsatları değil yapay zekanın hayatımızı ele geçirip geçiremeyeceğini konuşuyoruz.
Sözde bireyselleşiyor, bireysel hayatlarımıza hapsolarak bu dertlerden ırak kalabileceğimizi sanıyoruz. Küçük özel alanlara dağılmış, birbirinden ayrışmış yaşamlarda artık büyük tutkular yok. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de milyonları sokağa döken gösteriler saman alevi gibi parlayıp sönüyor ve kalıcı değişimleri tetikleme gücüne nadiren ulaşıyorlar. Üzerine aylarca konuşulacak film ya da romanlar da eksiliyor artık. Sorunlar çözümlendikleri için değil, orada hep var olageldikleri ama biz sorunlara yabancılaştığımız için gündemden düşüyorlar. Buna bireysel kaçış veya kurtuluş yollarının bulunabileceği varsayımını da eklemek lazım.
Tabii siyasetin krizini ve etkilerini de hesaba katmalıyız. Yalnızca temsili demokrasi değil siyaset de krizde tüm dünyada. Endüstri toplumu kavramları ile beslenen siyasi hareketler ve söylemler, bireylerin kendi geleceklerine ilişkin özlemleri ve arzularıyla beslenmedikleri için müşterek tutkuları ateşleyemiyorlar.
Bizim gibi arada kalmış ülkelerde durum daha da vahim. Çünkü insanlar bir yandan ağır sorunlarla boğuşurken, diğer yandan tutku ve taleplerini örgütleyecek kanallar yaratacak yol bulamıyorlar. İktidar her gün siyasi alanı daraltarak siyasetsizleşmeye zorluyor toplumu. Bu yüzden gündelik hayatta karşılaşılan sorunlara verilen cevaplar tepkisel olmaktan öte gidemiyor ve hiçbir şeye çözüm de olmuyor. Bu tepkisellikler ve çözümsüzlükler yarına ilişkin hayal kurma hevesinden yoksun, bencil, öfke dolu bireyler ve birlikte yaşama iradesi zayıflayan, hukukun üstünlüğüne inancını kaybetmiş toplumlar üretiyor.
Etki ajanlığı da ne?
Medyaya yansıdığı kadarıyla şimdi de iktidar etki ajanlığı diye bir suç tanımlamak amacındaymış. Sivil toplum ve akademik çalışmaların muğlak bir suç tanımı ile keyfi biçimde denetlenmesi ve kısıtlanması hedefleniyor. Siyasetin ve güncelin kutuplaşma ve siyasetsizleşmeye mahkumiyeti şimdi de bilimden beslenme damarları tümüyle kesilsin isteniyor.
Gündelik hayatın karmaşıklığı ve hızlı ritmi içinde, öne çıkan kültürel kimlikler, farklılaşan aidiyetler, ötekileştirmeler, kutuplaşmalar derken sade birey ülke hayatını anlamlandırmakta ve kendini konumlamakta zorlanmaya başlıyor.
Bu durumda, kendi hayat alanında hayata direnen, başarmaya çalışan, kendi hedefleri ve ihtiyaçları için tutkulu olan sade birey ülke hayatının karmaşasından endişe ve korku üretiyor. Bireysel hayatla ülke hayatının değerleri, öncelikleri ayrı yönlere doğru gelişmeye, ayrışmaya başlıyor.
Her toplum kendi gündelik derdiyle boğuşurken, devletler küresel bölüşüm kavgasına dalmışken, teknolojik sıçrama bildiğimiz tüm iş ve ilişki yöntemlerini değiştirirken bir de yerkürenin ritmi değişiyor.
Geçen hafta Oksijen’in manşeti “Korkutan Nisan” idi. Habere göre küresel sıcaklıklar nisan ayında üst üste 11’inci kez rekor kırarken, Türkiye ortalama sıcaklığın en fazla aşıldığı az sayıdaki ülkeden biri olmuştu. Bazı bilim insanlarına göre insanlık iklim kriziyle savaşı çoktan kaybetmiş de olabilirdi.
İnsanlık tarihinin kaydettiği felaket kehanetlerinden bugünkülerin bir farkı var. Geçmişteki kehanetler hep uzak geleceğe dairdi. Bugünküler bizzat bizim kuşakların maruz kalacağı, yakın geleceğin yaşanabilecek kehanetleri. O denli yakın, o denli ürpertici. Akşamları sofralarda kaç evin sohbet konusu umutlarımız emin değilim. O sebepten çocuklarımızı büyümekten korkar hale getirdik.
Umut inşa etme günü
Tüm bu karmaşa, belirsizlik, umutsuzluğa karşın şimdi yeni bir umut inşa etme günüdür. Birey olarak da ülke ve hatta insanlık olarak da yeni bir gelecek hikayesi yazma günüdür. Kehanetlere inat sözü ele geçirmek gerek.
Jeanette Winterson’un Tutku romanında Napolyon’un ordusundaki bir er, savaşa, soğuğa, açlığa, ölümlere dayanabilmek için askere giderken kalbini geride bırakır. Savaştan bittikten ve ölümden kurtulduktan sonra, normal hayata dönebilmek, yeniden aşık olabilmek için kalbini arama ve kavuşma uğraşısını anlatır roman.
Biz de bu ülkede kimliklerin ve siyasal kutuplaşmanın gönüllü esaretine girerken kalplerimizi sarıp sarmalayıp bir yerlerde bıraktık. Akıllarımızı, gözlerimizi de rehin verdik. Her şeye bizi rehin alan bu kimliklerden, kutuplaşmadan, korkulardan, paranoyalardan bakıyoruz. Galiba hepimizin yapması gereken önce kalplerimizi geri kazanmak, olan bitene kalp ve vicdan gözüyle bakmak.
Umudu inşa edebilmek için önce iyi ve kötü tanımlarında uzlaşmak gerek. Belki de ezberimizdeki iyi ve kötü tanımlarını yeniden inşa etmek, toplumca bu yeni tanımlarda uzlaşmak gerek. Çünkü sanıyoruz ki bu kavramlar hakkında toplumda ortak bir kabul var. Belki de sorun burada, birimizin iyi dediğine ötekimiz kötü diyor. Bakın, 7 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesinde, doktora, öğretmene, kadına şiddette bile ortak tepki gösteremiyoruz. Çünkü bu denli açık kötülüğe karşın bazıları şu veya bu referansla, gerekçeyle bunları normal, iyi sayıyor.
Herkes iyi olmayı övüyor, sözde. Eğitim sistemi iyi insan yetiştirmeyi hedefliyor, aileler çocuklarına iyi olmayı öğretiyor, sözde. İyi olmanın karşısında, iyi halin karşısında hiç kimse kötüyü, kötü olmayı savunmuyor, sözde. Ama ötekileştirme, şiddet, keyfilik, hukuksuzluk, adaletsizlik, yoksulluk, açlık her yerde. Nasıl oluyorsa oluyor, örgütlü kötülükle karşı karşıyayız.
Ahlaki çürüme o denli sıradanlaştı ki, katiller, hırsızlar, tacizciler artık utanmıyor bile. Beyazın beyaz olduğunu bile bile siyah demenin, siyahın siyah olduğunu bile bile beyaz demenin siyasi tartışma olduğuna inandırıldık. ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’ gibi veciz bir zihniyeti normalleştirdik.
Nasıl barış, huzur, başarı, mutluluk gibi kelimelerin anlamları farklı kimliklerde, toplumlarda, coğrafyalarda bile farklı ise, iyi kelimesi de öyle; içi boşaldı, anlamını kaybetti sanki. İyi olmaktan, iyi davranmaktan, iyilik yapmaktan çekinir olduk. İyi olmak naiflik, romantiklik hatta saflık, enayilik sayılıyor artık.
İyilik ve kötülük kavramları üzerinde insanlık tarihi boyunca çok sayıda tartışma, yaklaşım, teori üretilmiş. Kişilerin iyilik ve kötülük kavramlarını zihinlerinde nasıl oluşturdukları, nelerden ve nerelerden referans alarak iyilik/kötülük tanımları yaptıkları, felsefe, din bilimleri, sosyoloji, antropoloji, psikoloji, hukuk gibi birçok bilim dalının konusu kuşkusuz.
Tartışma ve teorilerde iyilik/kötülük ya da iyi olmak/kötü olmak arasında geceyle gündüz gibi birbirinden farklı yaklaşımlar olduğu kadar kavramları daha geçişken kılan gri bir alan olduğunu savunan yaklaşımlar da var. Galiba yaklaşımlar ve teoriler arasındaki temel farklılık bir önkabulden besleniyor. İyilik ya da kötülük insan doğasında olan bir dürtü müdür yoksa sonradan öğrenilen bir şey midir? İnsanın doğasında da olsa, sonradan öğrenilen bir şey de olsa iyilik/kötülük ya da iyi olma/kötü olma halleri, içinde yaşanılan toplumdan, koşullardan ve zamandan bağımsız olarak tanımlanabilir mi?
KONDA’da gerçekleştirdiğimiz araştırmalardan birisi de toplumun iyi/iyilik algı ve tutumları hakkındaydı. Bulgulara göre toplum nezdinde “iyi insan” tanımı iki farklı temele oturuyor: “Hangisi en iyi insandır?” sorusuna yanıt olarak iki tanımdan birini seçmelerini istediğimizde yüzde 57 oranında “iyi insan” kavramı “erdemli biri” olarak tanımlanırken yüzde 43 oranında “inançlı, dindar biri” iyi insan olmanın en uygun tanımı olmuştu.
Toplumun yarıya yakınına göre iyi insan “dürüst”, üçte birine göre de “ahlaklı” ve “namuslu” insan demek. Elbette bu bulgu ve oranlar en az tercih edilen örneğin yardımsever, çalışkan, ilkeli gibi özellikleri toplumun önemsemediği anlamına gelmiyor; ancak “iyi insan” denildiğinde çoğunlukla akla gelen ilk özellikler “dürüst”, “ahlaklı”, “namuslu” olmak.
“Siz ne kadar iyi bir insansınız?” ve “Çevrenizdekiler sizi ne kadar iyi görüyor?” şeklinde sorulunca toplumun yüzde 62’si hem kendisini iyi biri olarak görüyor hem de çevresindekilerin kendisini iyi gördüğünü düşünüyor. Toplumda her beş kişiden dördü karşılık beklemeden tanıdığı birine, her dört kişiden üçü de tanımadığı birisine yardım etmiş. İslami şart olan zekat veya fitre verdiğini belirtenler ise yüzde 60 mertebesinde. Diğer dikkat çekici bir bulgu ise, her iki kişiden birinin dilenciye para vermesi. Gönüllü olarak bir projede yer alanlar, dernek veya vakıflara bağış yapanlar ise dörtte bir oranlarında.
Araştırmanın tüm bulgularını değerlendirdiğimizde ilginç nokta şu idi: Toplumda iyilik kavramının ana hatlarına dair bir fikir birliğinden bahsedilebilir. İnsanların çoğunun iyi / iyilik tanımlamalarında öncelik sıraları değişse de hemen hemen aynı özelliklere işaret ediyor. Ancak gündelik hayata ve etrafımıza, yaşadıklarımıza baktığımızda iyinin, iyiliğin, erdemli olmanın, dürüstlüğün, ahlaklı olmanın da örneklerinin giderek azaldığını gözlüyoruz.
Toplumun iyilik tanımı
Bugün içinde olduğumuz gündelik hayat ritmi, iyiliğin toplumsal hallerini çoğaltan koşullar yaratırken, bireyler toplumsal iyinin tanımı, kapsamı konusunda ikircikli. Bu iki boyut bir bakıma merkezkaç kuvveti gibi, bir yandan olumlu öte yandan olumsuz enerji ve güç üretiyor. Araştırma bireysel iyi olma tanımlarında, davranışlarında toplumsal mutabakat olduğunu gösterse de toplumsal iyi olma halini kısıtlayan başka araştırmalar da var elimizde.
Toplumun davranış kodlarını belirleyen en önemli karakteristiklerden birisi ahlaki ve kültürel kodları. Bu toprakların ahlaki ve kültürel kodları güçlü olsa da son elli yıldaki büyük iç göç ve gecikmiş modernleşmenin telaşı ve savrukluğu bu kodları değişime zorluyor. Gecikmiş bir modernleşme yaşayan toplum, kentleştiği, özellikle de metropolleştiği oranda ahlaki/kültürel kodlarını sürdürmekte zorlanıyor. Bu bir bakıma doğal bir süreç, ama güncel bazı gerilimler, kimliklere sıkışmalar ve kutuplaşmalar nedeniyle de ahlaki ve kültürel kodlar güncellenirken, ortak kabuller, iyi-doğru-güzel tanım setleri ayrışıyor. Ayrı değer setleriyle yaşayan cemaatler haline dönüştük bir bakıma.
İyilik/kötülük olarak tanımlanan tutum ve davranışlar, içinde yaşadığımız topluma, zamana göre belirleniyor, değişiyor, doğru. Fakat bireylerde bu mekanizmanın harekete geçmesi, çalışması için bir dürtüye ihtiyaç var. Bu dürtü, kimi zaman zihni ve ruhi gönüllülük bazen de zorunluluk. Ancak zihnin ve ruhun kendi doğasından ötürü iyi davranmaya yönelecek bir arzu ve gayret ihtiyacından söz edebiliriz. Diğer bir deyişle, kişinin önce iyilik yapma sürecini tetikleyen bir dürtü gerekiyor, sonra neyi/nasıl yapacağına dair karar verdiği zihnî süreç çalışıyor.
O dürtü merhamet, vicdan, adalet arayışı, ama onları da kaybettik belki. Aslında tek tek bireylerin merhametli, vicdanlı olması yetmiyor karşı karşıya olduğumuz meseleleri çözmeye.
O dürtüyü de sorumluluğu da tek tek bireylere veremeyiz. Bir toplumsal esenlik, toplumsal iyilik tanımına, mekanizmalarına ve düzenlemelerine ihtiyacımız var. Toplumsal esenliğin ve iyi olma halinin tek tek bireylerin iyi olma hallerinden ve iyiliklerinden oluşabileceği umudu gerçekçi değil. Bir toplumsal uzlaşıya, ortak yaşamı düzenleyecek ve bu uzlaşıdan beslenmiş kurumlara ve kurallara ihtiyacımız var. Bunun için de örgütlü çabalara, sivil topluma ve yeni bir siyaset, siyasi alan tanımına ihtiyaç var.
Bu zihni ve kavramsal genişlemenin kendi kültürel referanslarımıza yaslanan ama onları da aşan, insanlığın deneyimlerini, kazanımlarını da referans alan olması gerekiyor. Daha önemlisi yaşanılan karmaşadan çıkış için iyi olmayı ve iyiliğin bir tercih değil zorunluluk olduğunu anlamaya, içselleştirmeye ihtiyaç var.
Benim önerim her bir bireyin, farklılığın, sosyolojik ve kültürel kümenin onurlu yaşam hakkı olduğunda uzlaşmak.
Çünkü insanlık bir çağ değişimi yaşıyor, sanayi toplumundan bilgi toplumu olmaya doğru dönüşüyoruz. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş, hayatın her alanında olduğu gibi zihin haritalarını da değiştiriyor. Bugünkü hızlı, çok katmanlı, çok boyutlu, çok aktörlü hayatın esası, “belirsizlik” ve “karmaşıklık.” Aynı zamanda evrensel sorunların öne çıktığı bir zaman aralığındayız. Küresel iklim değişikliği, her toplumun çoğalan iç kutuplaşmaları ve çatışmaları, kalıcı hale gelen adaletsizlik sorunlarıyla karşı karşıyayız. Bu karmaşa haliyle gerek toplumsal gerek evrensel ortak yaşam adına mücadele etmek gerekiyor. Ortak amaca hizmet edecek yeni zihniyet (iyilik tutum ve davranışlarına yönelik), örgütlenme modelleri ve dil gerekiyor. Bu, iyilik hakkındaki tanım, tutum ve davranışların bireysel hayattan toplumsal alana taşınması halinde mümkün görünüyor.
Kısaca bireysel hayatlarımızda iyileşmeye ve ortak hayatta birbirimizi iyileştirmeye ihtiyacımız var. Bunun için de yeni bir toplumsal iyilik tanımında uzlaşmaya, kısaca her birimizin onurlu yaşam hakkını tanımaya, bunun gerektirdiği kurum ve kuralları oluşturmaya ihtiyacımız var.
Dünyaya, dünyanın Türkiye’sine yeni bir hikaye yazacaksak, kamu yönetimini ve siyaseti yalnızca ulufe dağıtır gibi yardım ve hibe politikalarına indirgeyen siyasetçilerin meseleleri bir de bu açıdan düşünmeleri temennisiyle.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Yazarlar
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
8.09.2025
1.09.2025
25.08.2025
18.08.2025
11.08.2025
4.08.2025
28.07.2025
21.07.2025
14.07.2025
7.07.2025