Bekir AĞIRDIR

Bekir AĞIRDIR
Bekir AĞIRDIR
Tüm Yazıları
Türkiye’nin sosyal devletin rolünün yeniden inşası kaçınılmaz
6.10.2025
153
Cumhuriyetin bir dönem taşıdığı ‘Çalışırsan sınıf atlayabilirsin’ umudu yerini ‘Çalışsan da yaşlılıkta yoksullaşacaksın’ hissine bırakıyor, umutsuzluğu ve geleceksizlik duygusunu artırıyor

Türkiye’nin toplumsal hikâyesi artık bir piramidin değil, bir kum saatinin içine sıkışmış durumda. Genç nüfusun görece daraldığı, yaşlıların hızla çoğaldığı bir ülkede, çalışan kuşak kum saatinin dar boğazında hem yukarıdaki yaşlı kuşaklara hem de aşağıdaki çocuklara yük taşıyor. Bu yükü taşımaya yarayan sosyal devlet ise incecik bir iplik gibi gerilmiş, her an kopma tehlikesi taşıyor.

Türkiye’nin kalkınma ve sanayileşme sürecini yalnızca fabrikaların bacaları üzerinden okumak yeterli değil. Kalkınma hedefinin paralelinde toplumsal dönüşüm de cumhuriyetin temel hedefiydi. Kalkınma ve toplumsal dönüşüm süreci Anadolu’nun da bireylerin de hayat çizgilerini değiştirdi. Feodal dönemde, tarım toplumunda nüfus toprağa bağlıydı. Geniş aileler, köyün küçük evreninde hem üretimin hem de yaşamın sigortasıydı. Ülke siyasetinin ilk gündemi kırk bini aşkın köye yol, su, elektrik ulaştırmaktı. Sanayileşme ve kalkınma hamlesiyle birlikte toprağın yerini makine, köyün yerini kent aldı. İnsanlar yaşam için toprağı ve doğayı değil kentleri ve apartmanları seçti. Kuşaklar boyu köylerinde kök salmış topluluklar, fabrikaların etrafında kümelenen işçi mahallelerine göçtü. Bu göç, yalnızca mekân değiştirmek değil, toplumun demografik ve kültürel dokusunun da yeniden örülmesi demekti.

Türkiye’nin yaşadığı iç göç süreci Batı toplumlarının üç yüz yıllık sanayi toplumu olma süreçlerinin son 60-70 yılda, hızlandırılmış biçimde yaşanmasının da hikayesi. 1965’te yapılan nüfus sayımına göre Türkiye’de nüfusun yüzde 65.6’sı kırsal, yüzde 34.4’ü kentsel alanlarda yaşıyordu. Günümüzde, TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre nüfusun yüzde 67.2’si yoğun kent, yüzde 15.5’i orta yoğun kent ve yüzde 17.2’si kırda yaşıyor. Bir başka kategorileştirmeye göre nüfusun yüzde 93.4’ü il ve ilçelerde yaşıyor. Yoğun kent sınıflandırmasındaki nüfus oranının yüzde 67’yi aşması, sürecin geleneksel kentleşmeden öte metropolleşmeye dönüşerek hala ve yoğun biçimde devam ettiğini gösteriyor.

Göçle beraber yaşanan mekansal değişim coğrafya ile sınırlı değildi. İkinci bir katman olarak mahallenin, binaların, evlerin de değişimiydi. Geleneksel evler, gecekondular önce apartmanlara, şimdi de apartman tarlalarına dönüştü. Mahallenin yerini kimliksiz apartman tarlaları, sobalı evlerin yerini kaloriferli evler, kireç badanalı mutfak, banyonun yerini seramik kaplı mutfak, banyo aldı. Bulgur aşı bulgur pilavına dönüştü.  

Kentleşme, aileyi de dönüştürdü. Tarımın dayanışmaya dayalı geniş aile yapısı, kentin küçülen dairelerinde çekirdek aileye döndü, çocuk sayısı azaldı, haneler küçüldü, kuşaklar arasındaki bağlar zayıfladı. Demografi, köyün sabit ritminden kentin hareketli ve değişken temposuna geçti. Böylece sanayi toplumuna dönüşme süreci üretim biçimlerini değiştirmekle kalmadı, nüfusun dağılımını, ailelerin biçimini ve insanların yaşam döngüsünü de kökten dönüştürdü.

Türkiye’nin yaşadığı gecikmiş ve telaşlı bir modernleşme süreci aslında. Demografi ise hızlanarak değişmeye devam ediyor. Doğum oranları düşüyor, ortalama ömür uzuyor, nüfus orta yaşa yığılıyor bir yandan, yaşlanıyor diğer yandan.  

Toplum yaşlanırken bakım ihtiyacı artıyor 

TÜİK verilerine göre 85 milyonu aşkın nüfusun çalışma çağı olarak da tanımlanan 15-64 yaş grubundaki kümesi yüzde 68.4’e ulaştı. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfus ise yüzde 20.9 oranında. Yaşlı olarak tanımlanan 65 yaş ve üzeri nüfus yüzde 10.6 oranında, yani 9.1 milyon kişi. Hesaplamalara göre yaşlı nüfusun oranı 2030’da yüzde 13.5’e, 2040’ta yüzde 17.9’a, 2060’ta yüzde 27’ye ve 2100’de yüzde 33.6’ya çıkacak. Bu eğilim, Türkiye’nin “yaşlanan toplum” kategorisine girdiğini ve önümüzdeki on yıllarda “çok yaşlı toplum” aşamasına ilerleyeceğini gösteriyor. 

Türkiye’deki 26.5 milyon hanenin yaklaşık dörtte birinde en az bir yaşlı fert var. Tek başına yaşayan yaşlılar 1 milyon 750 bin kişi ve bu grubun dörtte üçü kadın. Uzayan ortalama ömürle yalnızlığın birleşmesi, yeni bir toplumsal kırılganlık haritası çiziyor. Yalnızca bu veri bile, yaşlı nüfusun önemli bir kısmının yalnızlık ve bakım gereksinimiyle karşı karşıya olduğunu, özellikle de kadın yaşlıların sosyal destek ve bakım hizmetlerine daha fazla ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

Yaşlılığın yarattığı en somut ihtiyaç, bakım. TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, hanelerin yüzde 7.8’i evde bakım hizmetine ihtiyaç duyuyor ama bu hanelerin yalnızca onda biri profesyonel bakıma erişebiliyor.

Aile demografisine ve ihtiyaçlarına dair bir başka önemli veri hanelerdeki çocuk sayısı. 2024 yılında 26.5 milyon hanenin yüzde 42.8’inde 0-17 yaş grubunda en az bir çocuk var. Çocuk bakımında da tıpkı yaşlı bakımındakine benzer bir durum var. 0–12 yaş arası çocukların yüzde 1.5’i zorunlu eğitim saatleri dışında profesyonel bakıma ihtiyaç duyuyor ama bu ihtiyacın dörtte üçü hanenin maddi yetersizliği yüzünden karşılanamıyor. Sonunda ister çocuk ister yaşlı bakım yükü ailelerin, özellikle de kadınların omzunda. Bu eksiklik, kadınların iş gücüne katılımını engelliyor, çocukların fırsat eşitliğini zedeliyor.

Özetlediğim sayılar TÜİK’in nüfus ve yaşlılık istatistiklerinden veriler. Sayılar bize demografik dönüşümü ve yaşlı nüfusun sosyal-ekonomik durumunu gösteriyor. Yine TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, Hizmetlere Erişim ve Ayrımcılık Modülü adlı bilgi notu, yaşlanan toplumun ihtiyaç duyduğu hizmetlere erişimdeki boşlukları ve eşitsizlikleri ortaya koyuyor. TÜİK’in iki veri ve bulgularını birlikte okumak, yaşlanan toplumun bakım hizmeti ihtiyacını, karşılanamayan ihtiyaçlar ise var olan sosyal devlet kapasitesi ve politikalarındaki eksikliğini gösteriyor. Demografik dönüşüm, hizmetlerin eksikliğiyle birleştiğinde yeni bir sosyal eşitsizlik dalgası üretme riski taşıyor. Hem yaşlı hem de çocuk bakımındaki boşluklar, orta sınıfın erimesi ve kadınların iş gücünden çekilmesi gibi daha geniş toplumsal sorunlara yol açıyor. Sosyal devlet ve politikalarının eksikliği toplumsal eşitsizlikleri artırıyor, toplumsal eşitsizlikler ortak ufku ve geleceğe güveni eksiltiyor. 

Özetlemeye çalıştığım bu demografik değişimi ve ürettiği sonuçları hafife alamayız. Türkiye, “genç ülke” imajını hızla kaybediyor. 2030 sonrası yaşlı nüfus artışının ekonomik ve sosyal politikaların merkezine oturacağını şimdiden öngörebiliriz. Veriler yaşlıların hem yalnız yaşama hem de gelir eksenlerinde daha kırılgan olduğunu gösteriyor. Kırsal bölgelerde yaşlıların sağlık hizmetlerine erişim sorunları, kentlerde ise yalnızlaşma ve bakım ihtiyaçları öne çıkıyor. Uzun vadeli bir “sağlıklı ve onurlu yaşlanma stratejisi” geliştirmeye daha da önemlisi “sosyal devleti” yeniden inşaya ihtiyaç var.  

Emeklilikte zorlanan hayatlar

Sosyal devletin yeniden inşasını zorunlu kılan bir diğer mesele emeklilerin durumu. Bir zamanlar emeklilik, çalışmanın ödülü ve hayatın huzur dönemi sayılırdı. Bugünse birçok kişi için “ikinci iş arayışı” anlamına geliyor. Türkiye’de emekliler ve hak sahipleri sayısı 16.8 milyon. Emekliler nüfusun yaklaşık yüzde 18.5’ini oluşturuyor. DİSK-AR’ın temmuz ayında yayınladığı “Türkiye’de Emeklilerin Durumu” raporuna göre, 2003’te asgari ücretin yüzde 36 üzerinde olan ortalama emekli aylığı, 2025’te yüzde 22 altına düştü. 

Ortalama emekli aylığı 2025’in ilk çeyreğinde 17.252 TL, işçi emeklisi için 17.089 TL. Buna karşın en düşük emekli aylığı 14.469 TL. Emekliler, asgari ücretin altında gelirle geçinmek zorunda; bu durum emekli yoksulluğunu derinleştiriyor. 

Düşük emekli aylıkları nedeniyle çalışan ya da iş arayan emeklilerin oranı 2002’de yüzde 36.6 iken 2024’te yüzde 65.7’ye çıktı. Yani her üç emekliden ikisi emekli maaşıyla geçinemediği için çalışmak zorunda kalıyor, iş arıyor. Bu, emekliliğin “dinlenme ve güvence dönemi” olma özelliğinin kaybolduğunu, emeklilerin çalışma yaşamına geri döndüğünü gösteriyor.

Emeklilere ayrılan harcamanın milli gelir içindeki payı 2008’de yüzde 4.9’dan 2022’de yüzde 3.7’ye geriledi. Üstelik emekli nüfusu büyürken, ekonomik büyümeden aldıkları pay geriliyor. Bu durum emeklilerin göreli yoksullaşmasına yol açıyor. Sonuç olarak sistem hem kuşaklar arası adaleti hem de sigortalı emeğin karşılığını sağlayamıyor.

Toplumsal yansımalar

Yaşlanan nüfus, bakım yükü ve düşük emekli aylıkları verilerine ve sorunlarına bir arada baktığımızda şu üç toplumsal nokta öne çıkıyor. 

Birincisi, tüm ekonomik ve toplumsal güncel meseleleri yönetmesi, toplumsal ve siyasal dönüşüme öncülük etmesi gereken orta yaş kuşağının üzerindeki maddi ve manevi yük artıyor. Orta yaş kuşağı hem çocukların eğitimi hem yaşlı ebeveynlerin bakımı hem de kendi emekliliği için çifte yük taşıyor. Bu yük, orta sınıfın erimesini ve kuşaklar arası adalet duygusunun zayıflamasını beraberinde getiriyor. Böylece cumhuriyetin bir dönem taşıdığı “Çalışırsan sınıf atlayabilirsin” umudu yerini “Çalışsan da yaşlılıkta yoksullaşacaksın” hissine bırakıyor, umutsuzluğu ve geleceksizlik duygusunu artırıyor.

İkincisi, kadim toplumsal cinsiyet eşitsizliği meselelerimizin önündeki zihni ve ruhi eşiklerin yanı sıra kadınların iş gücüne katılımı hem yaşlı hem de çocuk bakımındaki yetersizlikler nedeniyle daha da zorlaşıyor. Hanelerdeki bakım açığı ile gelir açığı birleşerek kadınları hayatın her aşamasında daha kırılgan bir konuma itiyor.

Üçüncüsü emeklilerin yaşam kalitesindeki düşüş, toplumsal huzur ve kuşaklar arası adalet algısını zedeliyor. Değişen hane demografisi, çözülen akraba-eş-dost-komşu-ilişki-dayanışma ilişkileri nedeniyle toplumsal dayanışma ve adalet bozuluyor.

Bu tespitler yaşlanma, bakım, emeklilik meselelerinin mali değil, siyasi ve toplumsal öncelik sorunu olduğunu gösteriyor. Yaşlanan toplum, zayıf bakım hizmetleri ve düşük emekli aylıkları bir araya geldiğinde, yaşlı yoksulluğu ve kuşaklar arası adaletsizlik meseleleri ülkenin önümüzdeki 20–30 yılı için en önemli sosyal meselelerinden birisi olacak.

Bu sorunlar çözülmezse, orta sınıfın erimesi, kuşaklar arası gerilimler ve toplumsal kutuplaşma daha da derinleşecek. Türkiye’nin sosyal devletin rolünün, mekanizmalarının, politikalarının yeniden tanımlanması ve inşası kaçınılmaz. Eğer bunu başaramazsak, sadece kadınlarımız, emeklilerimiz, yaşlılarımız değil, geleceğe dair ortak umudumuz da düşecek.


Oksijen'den alınmıştır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar